28 Nisan 2025 Pazartesi

Nihai Fizik Kanunu - Bilim

Nihai fizik kanunları var mı. Her şeye neden olan temel bir fizik yasası var mı! Newton Fiziğine göre kütleli cisimler birbirine kuvvet uygular, hareketlerine neden olur. Bu yasa ilk keşfedildiği dönemde, insanlar onun nihai kanun olduğunu düşündü. Birkaç yüzyıl sonra Genel Görelilik Teorisi keşfedildi. Bu teori hareketleri yerçekimi kuvvetine göre açıklamıyor! Kütle ve enerji, uzay-zamanı "eğip bükerek" değiştirir. Cisimler, bu eğilmiş uzay-zamanın içinde "doğal yollarını" izlerler. Genel Görelilik Newton Fiziğinden daha doğru sonuçlar veriyor. Sanki Genel Görelilik nihai bir yasadır. Ama onun da Kuantum Mekaniğiyle uyumsuz olduğu fark edildi. Kuantum dünyasında, bir parçacığın tam konumu ya da durumu hakkında kesin bilgiye sahip olunamıyor. Bunun yerine, bir parçacığın olasılıklarıyla ilgilenilir. Örneğin, bir elektronun bir yeri kesinlikle belirli değildir, ancak onun olabileceği yerler, bir olasılık dalgası olarak tanımlanabilir. Temele inildikçe yeni nedenler fark ediliyor. Belirsizlik artıyor. Nihai fizik kanunu yok görünüyor. Muhtemelen keşfedilebilecek tam kesinliği olan bir temel fizik yasası yok.


Doğa kanunlarının oldukları gibi olması için bir mekanizmaya ya da bir oluşuma gerek yoktur. Hemen her şey olabilirler. Bugün elimizde bir çokevren manzarasının ayrıntılı niteliklerini açıklayan temel bir kuramımız olmadığından söyleyemiyoruz. (Yine de adil olmak gerekirse, olasılıkları hesaplama konusunda bilimsel bir ilerleme sağlayabilmek için genellikle kuantum mekaniği gibi bazı özelliklerin bütün olasılıklara nüfuz ettiğini varsayarız. Bu fikri bir kenara bırakmanın bir yararı olup olmayacağına dair hiçbir fikrim yok, en azından bu bakımdan bildiğim üretken bir çalışma yok.)

Aslında temel bir kuram da olmayabilir. Her ne kadar böyle bir kuram olduğunu, bir gün bu kuramın keşfedilmesine katkım olabileceğini umduğum için fizikçi olduysam da, biraz önce üzüntüyle söylediğim gibi bu umut yersiz olabilir. Richard Feynman'ın bu kitabın giriş bölümünü başlatan sözden önce gelen, önceden kısaca özetlediğim ifadesinde teselli buluyorum; burada bu ifadeleri eksiksiz olarak sunmak istiyorum:

"İnsanlar bana 'Nihai fizik kanunlarını mı arıyorsun?' diye soruyorlar. Hayır aramıyorum. Ben sadece dünya hakkında daha fazla şey bulmaya çalışıyorum, her şeyi açıklayan basit bir nihai kanun olduğu anlaşılırsa, olsun tamam. Bunu keşfetmek çok hoş olurdu. Milyonlarca katmanı olan bir soğan gibi olduğu anlaşılırsa, bizler de o katmanlara bakmaktan yorulmuş, bezmişsek, o zaman öyledir... Benim bilime duyduğum ilgi sadece dünya hakkında daha fazlasını bulmaktan ileri geliyor, daha fazlasını buldukça daha iyileşiyor. Bulmayı seviyorum."

Bu argümanı daha ileriye, bu kitabın özündeki argümanlar açısından da açılımları olan farklı bir yöne taşımak mümkündür. Tartışılmış tiplerden herhangi birindeki bir çokevrende, içinde "hiçbir şey"in olmadığı, potansiyel olarak sonsuz derecede büyük ya da son derece küçük sonsuz sayıda bölge, ayrıca "bir şey"in olduğu bölgeler olabilir. Bu durumda neden hiçbir şey olmayacağına bir şey var sorusunun cevabı neredeyse banal bir hal alır: Bir şey vardır, çünkü eğer hiçbir şey olmasaydı, kendimizi burada yaşarken bulamazdık!

Asırlar boyunca bu kadar derin görünmüş bir soruya verilen böyle eften püften bir cevapta gizli olan hayal kırıklığını anlayabiliyorum. Ama bilim bize derin ya da eften püften bir şeyin ilk bakışta varsayabileceğimiz şeyden ciddi biçimde farklı olabileceğini söyler.

Evren bizim vasat hayal gücümüzün bekleyebileceğinden çok daha tuhaf ve çok daha zengindir, çok daha harika bir tuhaflığı vardır. Modern kozmoloji bizi bir asır önce formüle edilmesi mümkün olmayan fikirleri değerlendirmeye getirmiştir. Yirminci ve yirmi birinci yüzyılın büyük keşifleri, içinde iş gördüğümüz dünyayı değiştirmekle kalmamış, burnumuzun dibinde var olan ya da var olabilecek dünyayı (ya da dünyaları), biz arama cesaretini gösterinceye kadar gizli kalan gerçekliği anlayışımızda da devrim yaratmıştır.

Alıntı: Hiç Yoktan Bir Evren - Lawrence M. Krauss

26 Nisan 2025 Cumartesi

Mutlu İnsanlar - Felsefe

...Bu önemli konuyu tartışırken ve Cunégonde’u beklerken, Candide, San Marco Meydanı'nda kolunda genç bir kızla dolaşmakta olan genç bir Theatines keşişi gördü. Keşiş körpe, tombul ve güçlü kuvvetli görünüyordu; gözleri parlak, tavrı kendinden emin, burnu havada, yürüyüşü gururluydu. Genç kız çok güzeldi ve şarkı söylüyordu; keşişine âşık gözlerle bakıyor, ara sıra tombul yanaklarını çimdikliyordu. “Bari şu ikisinin mutlu olduğunu kabul edin,” dedi Candide, Martin’e. “Şimdiye dek, El Dorado hariç, meskûn dünyanın hiçbir yerinde mutlu insana rastlamadım. Ama bahse varım, şu genç kız ile şu keşiş son derece mutlu varlıklar.” “Ben de öyle olmadıklarına bahse varım,” dedi Martin. “O halde yapılması gereken tek şey onları akşam yemeğine davet etmek. O zaman yanılıp yanılmadığımı görürsünüz.”

Candide derhal çifte yanaştı, saygılarını sundu ve onları kaldığı hana macaroni, Lombardiya kekliği, mersinbalığı yumurtası yemeye, Montepulciano, Lacryma Christi, Kıbrıs ve Samos şarapları içmeye davet etti. Küçükhanım kızardı, keşiş daveti kabul etti. Kız, Candide’e birkaç damla gözyaşının gölge düşürdüğü hayret ve mahcubiyet dolu gözlerle bakarak keşişin peşinden gitti ve Candide’in odasına girer girmez ona şöyle dedi: “Nasıl olur da Mösyö Candide, Paquette’i tanımaz?” Bu cümleyi duyana kadar aklı sadece Cunégonde’da olduğu için kıza dikkatle bakmayan Candide de ona şöyle dedi: “Heyhat! Zavallı çocuk, demek Doktor Pangloss’u o hale getiren sizdiniz ha?”

Ne yazık ki beyefendi! Ta kendisiyim,” dedi Paquette. “Görüyorum ki her şeyi duymuşsunuz. Madam barones ile güzel Cunégonde’un bütün hanesinin başına gelen korkunç olayları öğrendim. Size yemin ederim, benim kaderim de onlarınkinden iyi olmadı. Beni son gördüğünüzde pek saftım. Günah çıkarmaya gittiğim Cordelier rahibi beni kolayca baştan çıkardı. Bunun feci sonuçları oldu. Mösyö baronun sizi kıçınızı tekmeleye tekmeleye kapı dışarı etmesinden bir süre sonra ben de şatodan ayrılmak zorunda kaldım. Eğer ünlü bir hekim bana acımasaydı ölmüştüm. Bir süre sırf minnetten o hekimin metresi oldum. Delilik derecesinde kıskanç olan karısı beni her gün acımasızca dövüyordu, şirret kadının tekiydi. Hekim çirkin mi çirkin, bense sevmediğim bir adam uğruna sürekli dayak yediğim için mutsuz mu mutsuzdum. Hırçın bir kadın için hekim karısı olmak ne tehlikelidir bilirsiniz beyefendi. Karısının davranışlarından usanan hekim bir gün ona, nezlesi geçsin diye öyle etkili bir ilaç verdi ki kadın korkunç çırpınışlarla iki saat içinde öldü gitti. Hanımefendinin ailesi beyefendiyi dava etti; adam kaçtı, ben hapse atıldım. Biraz güzel olmasam masumiyetim beni kurtaramaya yetmezdi. Yargıç hekimin yerini almak şartıyla beni serbest bıraktı. Kısa süre sonra yerimi başka bir kadın aldı, hiçbir mükâfat alamadan kovuldum, siz erkeklerin gözüne o denli hoş görünen, oysa bizler için bir sefalet çukurundan başka bir şey olmayan bu iğrenç mesleği sürdürmek zorunda kaldım ve çalışmak üzere Venedik’e geldim. Ah beyefendi! Şayet hiçbir ayrım gözetmeden arka arkaya yaşlı bir tüccarı, bir avukatı, bir keşişi, bir gondolcuyu, bir başrahibi okşamak zorunda kalmanın, her türden hakarete, her türden yuhalamaya maruz kalmanın, çoğu zaman sırf iğrenç adamın teki çekip çıkarsın diye ondan bundan etek ödünç almak zorunda kalacak kadar düşmenin, birinden kazandığını diğerine kaptırmanın, adli görevlilere rüşvet vermenin ve ufukta sizi sadece korkunç bir ihtiyarlılığın, bir hastanenin ve bir çöplüğün beklediğini bilmenin ne demek olduğunu bilseydiniz, benim dünya üzerindeki en bedbaht varlıklardan biri olduğumu anlardınız.”

Paquette odalardan birinde, Martin’in önünde iyi yürekli Candide’e bu sözlerle içini dökerken, Martin, Candide’e şunları söyledi: “Gördüğünüz gibi, bahsin yarısını kazandım bile.”

Peder Giroflée salonda kalmıştı, bir yandan akşam yemeğini bekliyor, bir yandan kadehindeki şarabı yuvarlıyordu. “Ama,” dedi Candide, Paquette’e, “size rastladığımda ne kadar şendiniz, ne kadar mutluydunuz. Şarkı söylüyordunuz, keşişi doğal bir şevkle okşuyordunuz. Şimdi iddia ettiğiniz talihsizlik nispetinde mutlu görünmüştünüz gözüme.” “Ah beyefendi!” diye cevap verdi Paquette. “Bu da mesleğin sefil yönlerinden biri işte. Dün bir subay beni dövüp paramı çaldı ama bugün bir keşişe hoş görünmek için neşeli numarası yapmam gerekti.”

Candide daha fazla duymak istemedi ve Martin’in haklı olduğunu itiraf etti. Paquette ve Theatines keşişiyle birlikte sofraya oturdular. Yemek hayli eğlenceli geçti. Sonlara doğru artık belli bir samimiyetle sohbet edilmeye başlandı. “Peder,” dedi Candide keşişe, “bana öyle geliyor ki siz herkesin gıpta ettiği bir hayatı yaşıyorsunuz. Yanağınızdan kan damlıyor, yüzünüzden mutluluk fışkırıyor. Keyfiniz için kolunuza çok güzel bir kız takmışsınız, Theatines keşişi olmaktan da pek memnun görünüyorsunuz.”

Ne yalan söyleyeyim beyefendi,” dedi Peder Girof­lée, “bütün Theatines’ler denizin dibini boylasa yüreğim yağ bağlar. Belki yüz kere manastırı ateşe vermeyi, sonra da gidip Türk olmayı düşündüm. Ailem beni on beş yaşındayken bu nefretlik cüppeyi giymeye zorladı, lanet abimin önü açılsın diye, Tanrı onun belasını versin! Manastırda kıskançlıktan, geçimsizlikten, hiddetten başka bir şey yok. Verdiğim birkaç kötü vaazla elime biraz para geçtiği doğrudur. Gerçi paranın yarısına başrahip el koyuyor, geri kalanını da kızlara yediyorum. Ama akşam­ları manastıra döndüğümde kafamı yatakhanenin duvarlarına çarpacak gibi oluyorum. Bütün kardeşlerim de benimle aynı durumdalar.”

Martin her zamanki soğukkanlılığıyla Candide’e dön­dü ve, “Söyleyin bakalım,” dedi ona, “bütün bahsi ben kazanmadım mı?” Candide, Paquette’e iki bin, Peder Giroflée’ye bin piaster verdi. “Bu paralarla mutlu olacaklarına eminim,” dedi Candide. “Hiç sanmam,” dedi Martin. “Belki de bu paralarla onları daha bile mutsuz etmiş olabilirsiniz.” “Her şey olacağına varır,” dedi Candide. “Tek tesellim, hayatta bir daha asla kavuşamam dediğin insanlara çoğu zaman kavuşulduğunu görmem. Kızıl koyunumla Paquette’e rastladıysam, Cunégonde’a da pe­kâ­lâ rastlayabilirim.” “Umarım Cunégonde bir gün sizi mesut eder,” dedi Martin. “Ama benim bu konuda ciddi şüphelerim var.” “Pek acımasızsınız,” dedi Candide. “Yaşadım ve gördüm de ondan,” dedi Martin.

Ama şu gondolculara bir bakın,” dedi Candide. “Sürekli şarkı söylemiyorlar mı?” “Siz onları evlerinde, karılarıyla ve veletleriyle görmediniz ki hiç,” dedi Martin. “Dòge’nin kendine göre dertleri varsa, gondolcuların da kendilerine göre dertleri var. Her şey hesaba katıldığında bir gondolcunun kaderinin bir dòge’ninkine yeğ olduğu doğrudur. Ama aradaki fark incelemeye değmeyecek kadar cüzi bence.”

Her yerde Brenta kıyısındaki o güzel sarayda oturan ve yabancıları pek güzel ağırlayan Senatör Pococu­ranté’den söz edip duruyorlar,” dedi Candide. “Dediklerine göre, hayatında hiç keder nedir bilmemiş bir adammış.” “Böylesine nadir bir türü görmeyi çok isterim doğrusu,” dedi Martin. Candide hemen Senyör Pococuran­té’ye haber gönderip ertesi gün kendisini ziyarete gelmek için izin istedi.

Alıntı: Candide ya da İyimserlik – Voltaire

***

Çevremizde bazen mutlu insanlara rastlarız. Onlar her zaman göründükleri kadar mutlu mudur! İlginç bir çıkarsama yapılmış.

23 Nisan 2025 Çarşamba

Laboratuvarda Büyük Boyutta Et Üretmek Başarıldı - Teknoloji

İnsanların alıştığı boyut ve dokuda et üretme hedefine gittikçe yaklaşılıyor. Bu teknoloji geliştikçe, et sağlama yöntemi de gelecekte değişmeye başlayacaktır. Hayvanlardan et üretmek yerine kültürlü et üretmek daha ucuz hale gelebilir. Hayvan etini oluşturan hücrelerden bir miktar alınıyor. Rahim olanaklarını kısmen taklit eden bir ortama yerleştiriliyor. Bu hücreler orada bölünerek çoğalıyor, embriyo gibi. Böylece et parçasına dönüşüyor. Yani yapay etin doğal etten farkı yoktur.

***

Japonya liderliğindeki ekip 11 gramlık bir tavuk parçası yetiştirdi – ve ürünün beş ila on yıl içinde piyasada olabileceğini söylüyorlar.

Araştırmacılar, dolaşım sistemini oluşturan kan damarlarını taklit eden bir cihazda tavuk parçaları büyüklüğünde parçalar ürettikten sonra laboratuvarda et yetiştirmede çığır açacak bir gelişme kaydettiklerini iddia ediyorlar.

Bu yaklaşım, jel içinde süspanse edilmiş tavuk kas hücrelerine oksijen ve besin sağlamak için ince içi boş lifler kullanıyor; bu gelişme, bilim insanlarının 2 cm uzunluğa ve 1 cm kalınlığa kadar et parçaları yetiştirmesine olanak tanıyor.

Araştırmacılar, içi boş fiber biyoreaktörün laboratuvarda tavuk, sığır eti, domuz eti ve balık gibi bütün parçaların yetiştirilmesinin önünü açtığına inanıyor. Aynı teknolojinin işlevsel organlar üretme potansiyeli de var.

Dundee'deki James Hutton Enstitüsü'nden Prof. Derek Stewart, "Bu dönüştürücü bir adım gibi görünüyor, gerçekten zarif bir çözüm," dedi. "İnsanların yemeye programlandığı bir boyut ve ölçekte bir şey yarattılar: bu tavuk nugget modeli."

Laboratuvarda et yetiştirmenin önündeki en büyük engel, dokuların kalın bölümlerindeki kas hücrelerine yeterli besin ve oksijenin ulaştırılmasındaki zorluktur. Bunlar olmadan hücreler ölür. Bu nedenle, birçok proje kıymaya benzer minik et parçaları yetiştirmeye odaklanır.

Tokyo Üniversitesi'nden Prof. Shoji Takeuchi, boyut sorununu çözmek için canlı hücreleri bir jel içinde tutan ve onları malzemeden geçen ince, yarı geçirgen lifler yoluyla oksijen ve besinle besleyen bir biyoreaktör inşa etti.

Takeuchi, "Kalın doku yetiştirmedeki temel zorluklardan biri, merkezdeki hücrelerin yeterli oksijen ve besin almakta zorluk çekmesi ve bunun da hücre ölümüne yol açabilmesidir" dedi. "Sistemimiz, iç perfüzyon sağlayarak bu sorunu çözmeye yardımcı oldu ve bu da daha kalın, daha tutarlı dokuların büyümesini desteklememize olanak sağladı."

Trends in Biotechnology'de yazan Takeuchi ve ekibi, içinden 1.000'den fazla içi boş lif geçen bir jelden 11 g'lık bir tavuk parçasını nasıl yetiştirdiklerini açıklıyor. Hücreleri beslemek için liflere besin ve oksijen açısından zengin bir kültür ortamı pompalandı.

Takeuchi, etin daha büyük, daha yapılandırılmış parçalar halinde yetiştirilmesinin araştırmacıların tavuk göğsü veya uyluk gibi etin dokusunu ve görünümünü taklit etmesine yardımcı olabileceğini söyledi. "Küçük ölçekli veya kıyılmış kültürlü et üretmek daha kolay olsa da tüketicilerin geleneksel kesimlerle ilişkilendirdiği lifli yapıyı ve ağız hissini tam olarak yakalayamayabilir" diye ekledi.

Şimdilik, yapay dolaşım sisteminin içi boş lifleri et büyüdükten sonra elle çıkarılmalı. Ancak bilim insanları bunları, etin dokusunu değiştirmek için kullanılabilecek yenilebilir selüloz lifleriyle değiştirmeyi amaçlıyor.

Stewart, yenilebilir liflerin başka olasılıklara da kapı açabileceğini söyledi. Etlerin kültür ortamına çinko ve selenyum eklenerek güçlendirilebileceğini, yaşlı insanların bağışıklık sistemlerinin güçlendirilmesine yardımcı olabileceğini öne sürdü. Ayrıca masala sosunun tüplerden geçirilerek tavuk tikka masalasının nugget versiyonunun yaratılıp yaratılamayacağını merak etti. "Bir şans veririm," dedi.

Takeuchi, biyoreaktörün gelecekteki versiyonlarının, daha büyük et parçalarının büyümesine izin vermek için hücrelere daha fazla oksijen taşıyan yapay kana ihtiyaç duyabileceğini söyledi. Yeterli fonlamayla, bu yaklaşıma dayalı ürünlerin beş ila 10 yıl içinde mevcut olabileceğine inanıyor.

"İlk başta, esas olarak malzeme ve üretim maliyetleri nedeniyle geleneksel tavuktan muhtemelen daha pahalı olacak," dedi. "Ancak, aktif olarak gıda sınıfı, ölçeklenebilir sistemler geliştiriyoruz ve başarılı olursak, maliyetin zamanla önemli ölçüde azalmasını bekliyoruz."

Makale: Laboratuvarda üretilen tavuk ‘nugget’lar kültür eti için ‘dönüştürücü bir adım’ olarak nitelendirildi - The Guardian

15 Nisan 2025 Salı

Sunumu Yapabilmek - Sahne

 


9 Nisan 2025 Çarşamba

Yapay Zeka Turing Testini Geçti! - Teknoloji

Yapay zeka teknolojisinde tarihi bir dönüm noktası yaşandı. OpenAI tarafından geliştirilen GPT-4.5 ve Meta’nın LLaMa-3.1 modelleri, uzun yıllardır yapay zekanın gelişim düzeyini belirlemek için kullanılan Turing Testi’ni başarıyla geçerek insanlardan ayırt edilemez hale geldi. Bu gelişme, yalnızca yapay zekanın teknik kapasitesini değil, aynı zamanda insan-makine etkileşiminde yeni bir dönemin başladığını da işaret ediyor.

Turing Testi Nedir?

İkinci Dünya Savaşı döneminde şifre kırıcı olarak bilinen İngiliz matematikçi Alan Turing, 1950 yılında, bir makinenin zeka seviyesini ölçmek amacıyla “Turing Testi” kavramını geliştirdi. Bu testin temel prensibi, bir insanın, karşısındaki konuşma partnerinin insan mı yoksa makine mi olduğunu ayırt edememesi üzerine kurulu. Eğer bir yapay zeka, insanı kandırabilecek düzeyde iletişim kurabiliyorsa, testten geçmiş sayılır.

Kaliforniya ve San Diego Üniversiteleri’nden Ortak Araştırma

Kaliforniya Üniversitesi (UC) ve San Diego Üniversitesi’nden (UCSD) bilim insanlarının gerçekleştirdiği kapsamlı çalışmada, GPT-4.5 ve LLaMa-3.1 modelleri, Turing Testi’ne tabi tutuldu. Araştırmada, biri üniversite öğrencilerinden diğeri çevrimiçi bir platform olan Prolific’ten alınan toplam 284 katılımcı, rastgele atanmış şekilde beşer dakikalık çevrimiçi sohbetler gerçekleştirdi. Katılımcılara, sohbet partnerlerinin insan mı yoksa yapay zeka mı olduğu söylenmedi.

Sohbetin ardından, katılımcılardan, konuştuğu kişinin insan mı olduğunu değerlendirmeleri istendi. Test sonuçlarına göre, GPT-4.5 modeli %73, LLaMa-3.1 ise %56 oranında insan olarak tanımlandı. Bu oranlar, Turing Testi’nin başarı kriterini karşılayan ilk deneysel veriler olarak kayda geçti.

Zeka Değil, Duygusal Akıcılık

Çalışmaya dair dikkat çekici bir yorum da Psychology Today ve teknoloji düşünce kuruluşu Nosta Lab’dan geldi. Uzmanlar, yapay zekaların testleri yalnızca “zekalarıyla” değil, duygusal akıcılık ve empatik iletişim becerileriyle geçtiğine dikkat çekti. İnsan katılımcıların, mantıksal tutarlılıktan çok, “duygusal ton”, “argo kullanımı” ve “samimi diyaloglar” üzerinden değerlendirme yaptıkları ortaya kondu.

Gerçekten İnsan Gibi mi?

Her ne kadar GPT-4.5 ve LLaMa-3.1 modelleri Turing Testi’ni geçmeyi başarmış olsa da, uzmanlar bu modellerin hala gerçek bir “anlama” kapasitesine sahip olmadığını vurguluyor. Yapay zekalar, insan gibi konuşabiliyor ancak bilinç, sezgi ve etik karar verme gibi bilişsel yetkinliklerden yoksun.

Yeni Testlere İhtiyaç Var

Turing Testi’nin geçilmesi, yapay zekanın evriminde önemli bir kilometre taşı olsa da, bu tür sistemlerin insan benzeri etkileşim kurabilmesi, onların gerçekten “insan gibi” düşündüğü anlamına gelmiyor. Bu nedenle, bilim insanları artık yapay zekayı ölçmek için yeni test ve kriterlerin geliştirilmesi gerektiğini ifade ediyor.

Makale: Yapay Zeka Turing Testini Geçti - TRAI


Yapay Zeka artık Turing Testi’ni geçebiliyor. Yine de Yapay Zeka düşünebiliyor demek için hâlâ erken. Sadece insanın vereceği cevapları taklit ediyor. Hâlâ bir iç ses ya da iç yazı hissetmiyor. Bir konuda ne cevap vereceğini kendi içinde tartışmıyor. Vereceği cevabı otomatik olarak oluşturuyor. Evet, düşünmüyor. Buna rağmen Turing Testi’ni geçebiliyor. Bunun anlamı Turing Testi’nin geçerliliğini artık kaybetmiş olmasıdır. Artık daha güçlü testlere ihtiyaç var.

30 Mart 2025 Pazar

Apple Ürünü Kullanmak Özgürlük müdür - Teknoloji

“Her zaman, yaptığımız her üründeki temel teknolojiye sahip olmak ve onu kontrol etmek istemişimdir.”
Steve Jobs

1984’te Steve’in bebeği, –yani ilk Macintosh bilgisayarı– içinde bir soğutma fanı olmadan gönderilmeye başlandı. Fan sesi Jobs’ı deli ediyordu ve bu yüzden mühendislerin ateşli bir şekilde karşı çıkmalarına (ve hatta sonraki modellere onun bilgisi dışında, gizlice fan takmış olmalarına) karşın Mac’te fan olmaması konusunda ısrar etmişti. Müşteriler makinelerinin aşırı ısınmasını önlemek için “Mac bacası” –makinenin tepesine yerleştirilip ısı döngüsü sayesinde makinenin ısısını dışarı vermek üzere tasarlanmış karton soba boruları– satın alıyordu. Baca çok komik görünüyordu –deli şapkası gibiydi– ama makinelerin eriyip gitmesini önlüyordu.
...
Jobs tam bir mükemmeliyetçidir ve bu özelliği onun ve kurduğu şirketlerin aynı olağandışı çalışma yöntemini izlemesine yol açmıştır. Bu yöntem, donanım, yazılım ve aldıkları hizmetler üzerinde sıkı bir kontrolü elinde tutma şeklindeydi. Jobs en başından başlayarak her zaman makinelerini sıkıca kapatmıştır. Müşterilerin karışıp değişiklik yapmasını önlemek için Jobs’ın sistemleri, ilk çıkan Mac’ten en son çıkan iPod’a kadar hep mühürlü bir şekilde kapalı kalmıştır. Jobs’ın yazılımına bile uyarlama yapmak zordur.
Bu yaklaşım, teknolojilerini kişiselleştirmek isteyen mühendis ve hacker’ların egemen olduğu bir endüstride çok olağandışı bir durumdur. Aslında bu, fiyatların aşağı çekildiği tüketiciye yönelik donanım pazarındaki Microsoft’un egemen olduğu bir çağda büyük bir kesim tarafından felç edici bir eğilim olarak kabul edilmiştir.
Ama şimdi müşteriler dijital müzik, fotoğrafçılık ve video için kaliteli ve kullanımı kolay aletler istiyor. Jobs’ın widget’lar üzerinde kontrolü ele alma yönündeki ısrarı teknoloji endüstrisindeki yeni mantra haline gelmiştir. Microsoft’un ticari ürün yaklaşımının öncülüğünü yapmış olan patronu Bill Gates bile taktik değiştirip Jobs’ın hamle çizgisine öykünmektedir. Gates yazılım kadar donanım da üretiyor –Microsoft’un Zune ve Xbox adlı ürünleri Microsoft’un kendi “dijital merkez” anlayışının tam merkezindedir. Bütün parçaları kontrol etmek son otuz yıldır yanlış model olabilir ama önümüzdeki otuz yıl –dijital eğlence çağı– için doğru model budur.
...
Jobs sıradışı bir kontrol delisidir. Apple’ın yazılım, donanım ve tasarım işlerini kontrolü altında tutar. Apple’ın pazarlama ve online hizmetleri onun kontrolündedir. Çalışanların yediği yemekten ailelerine, yaptıkları iş konusunda verebilecekleri bilgilere kadar organizasyonun işleyişinin bütün yönlerini kontrol eder.
...
Kökenleri ne olursa olsun Jobs’ın kontrol delisi eğilimleri efsane malzemesidir. Apple’ın kurulduğu ilk günlerde Jobs, ateşli bir şekilde açık, erişilebilir makineler yapmayı savunan arkadaşı ve kurucu ortağı Steve Wozniak ile kavga etti. Hackerların hackerı Wozniak bilgisayarların kolayca açılıp uyarlama yapılabilir olmasını istiyordu. Jobs ise tam tersini: kapalı ve değiştirilmesi olanaksız makineler. Jobs’ın çoğunlukla Wozniak’ın yardımı olmadan üretimini yönettiği ilk Mac’ler sadece uzun özel tornavidalarla açılabilen özel vidalarla sıkı sıkıya kapalı olarak çıkarıldı.
Jobs, son olarak, yazılım geliştiricilerini neredeyse hemen başlangıçta iPhone’dan dışladı.
Jobs’ın iPhone’u sunuşunu izleyen haftalarda iPhone’un kapalı bir platform olacağı yönünde büyük bir yaygara koparan blogcu ve uzmanlardan büyük bir protesto sağanağı geldi. iPhone Apple’dan başka bir yazılımı çalıştırmayacaktı. iPod son zamanların en gözde tüketici elektroniği platformlarından biri olarak konumlanmıştı ama yazılım endüstrisi için tam bir yasak meyveydi. Telefonun web tarayıcısında çalışan web uygulamaları dışında üçüncü taraf uygulamaları yasaktı. Pek çok eleştirmene göre geliştiricileri bu şekilde dışlamak Jobs’ın kontrol etme eğilimlerinin tipik bir özelliğiydi. Jobs, dışarıdaki programcıların aletinin mükemmel Zen’ine zarar vermesini istemiyordu.
ZDNet’in başyazarı Dan Farber şöyle diyor: “Jobs yarattıklarının değersiz programcılar tarafından talihsizce mutasyona uğratıldığını görmek istemeyen güçlü iradeli, elitist bir sanatçıdır. Böyle bir durum, sokaktaki bir insanın bir Picasso tablosuna birkaç fırça vurması ya da bir Bob Dylan şarkısının sözlerini değiştirmesi gibi bir şeydir.”
...
iPod ve iTunes ekosistemini ortaklara kapalı tutma stratejisi, uzmanlar tarafından Jobs’ın bütün kontrolü elinde tutma arzusunun başka bir örneği olarak da değerlendirilmektedir. Eleştirmenler Jobs’ın, rakiplerine iTunes online müzik mağazasından satın alınan şarkıların diğer üreticiler tarafından üretilen MP3-çalarlarda da çalınabilmesine izin verecek şekilde bir lisans vermesi gerektiğini ileri sürmektedir. Şu anda iTunes online müzik mağazasından satın alınan şarkılar, şarkı dosyalarına ekli Digital Rights Management olarak bilinen kopya koruma kodu nedeniyle sadece iPod’larda çalınabilmektedir.
Başkaları Jobs’ın tam tersini yapması gerektiğini savunuyor; iPod’u Microsoft’un rakip Windows Media Player formatına açmasını. Windows bilgisayarlarında müzik dosyaları için varsayılan dosya formatı WMA’dır. Windows bilgisayarlarında açılan ya da Napster ve Virgin Digital gibi bir online mağazadan alınan CD’ler genellikle WMA dosyası olarak kodlanır. (iPod ve iTunes şu anda WMA dosyalarını alıp onları iPod’un seçili formatına –AAC– dönüştürebilmektedir.)
Tahmin edilebileceği üzere, bazı eleştirmenler Jobs’ın bütün kontrolü elinde tutma yönündeki kökleşmiş gereksinimi nedeniyle iPod ya da iTunes’u Microsoft’un formatlarına ya da diğer dış ortaklara açmayı reddettiğini ileri sürüyordu. Rekabet halindeki Rhapsody müzik hizmetini işleten RealNetworks şirketinin kurucu CEO’su Rob Glacer New York Times gazetesine Jobs’ın “ideoloji” adına ticari mantığı kurban ettiğini söylemişti. 2003’te konuşan Glacer şöyle diyordu: “Artık Apple’ın neden şu andan itibaren beş yıl ortam yürütücüsü pazarının yüzde 3 ila 5’ini elinde tutacağı kesinlikle açıktır... Dünya tarihinde melezleştirme daha iyi sonuçlar vermiştir.”
Glacer ve diğer karşı çıkanlar eski zamanların Windows-Mac savaşıyla açık bir benzerlik görebiliyordu: Apple’ın Mac’in kullanım lisansını kimseye vermek istememesi şirketin bilgisayar pazarında ilk başlardaki ezici liderliğini yitirmesiyle sonuçlanmıştı. Microsoft, kendi işletim sisteminin kullanım lisansını her isteyene vererek hızla baskın bir konuma yükselirken Apple oyuncaklarını kendine saklamıştı. Sonuçta Mac Windows’tan çok daha ileri olmasına karşın pazarın çok ince bir dilimine mahkum oldu.
Bazı eleştirmenler aynı şeyin iPod ve iTunes konusunda da olacağını, Jobs’ın bu oyunu diğerleriyle birlikte oynamak istememesinin Apple’ın PC alanında uğradığı bozguna dijital müzikte de uğraması ile sonuçlanacağını ileri sürmüştür. Gözlemciler en sonunda Microsoft’un PlaysForSure sertifikası gibi her gelene lisans veren açık bir sistemin düzinelerce online müzik mağazası ve MP3-çalar üreticisi tarafından kabul edilip Apple’ın tek başına yapma yaklaşımına baskın geleceğini savunmuştur. Eleştirmenler Apple’ın açık bir pazardan doğal bir biçimde yükselen sert bir rekabetle karşılaşacağını söylüyorlardı. Fiyat ve ürün özellikleri konusunda birbirini geçmek isteyen rakip üreticiler bir yandan aletlerini geliştirirken diğer yandan da fiyatları sürekli aşağı çekeceklerdi.
Apple ise sadece kendi mağazalarında satılan şarkıları çalabilen pahalı ortam yürütücülerinin bulunduğu ütopik dünyasına sıkışıp kalacaktı. Eleştirmenlere göre bu bir Steve Jobs klasiğiydi: iPod’u kendine saklama arzusu aletin sonunu getirecekti. Microsoft ise ortaklarından oluşacak lejyonlarla Mac’e yaptığının aynısını iPod’a da yapacaktı.
...
Yazılım geliştiriciler de Apple’ı smartphone pazarında Microsoft, Google, Nokia ve Symbian gibi rakiplerin önüne geçme fırsatını tepmekle suçlayarak bir şok ve öfke içinde tepki gösteriyordu. Apple bu öfkeyi dindirmek için 2008 Şubat’ında bir yazılım geliştirme kiti ile iPhone’u üçüncü tarafların yazılımlarına açma planını duyurdu.

Alıntılar: Nasıl Steve Jobs Olunur (Inside Steve's Brain)


iPhone ilk piyasaya çıktığında şöyle bir durum vardı: Sadece Apple’in sunduğu uygulamalar kullanılmak zorunda kalınırdı. Örneğin video seyretmek için sadece Apple’in kendi Medya Oynatıcısı kullanılabilirdi. Apple başka seçeneğe izin vermezdi. Yani kullanıcının imkanları sınırlı kalırdı. Her şey Apple’in kontrolünde olurdu. Ama bir yıl sonra olanakları arttırdı. App Store üzerinden farklı uygulamaların yüklenmesine izin veriyor. Ama Apple’in onaylamadığı hiçbir uygulama yüklenemez. App Store dışında bir uygulama yüklenmesine izin vermiyor. Bu durumda, kullanıcı ne kadar özgür olabilir. Sadece Avrupa Birliği'nde Dijital Pazarlar Yasası (DMA) zorunluluğuyla, kullanıcıya App Store dışında uygulama yükleme hakkını verdi. Ama kullanıcıya bu hakkı huzurlu şekilde vermiş gibi görünmüyor. Peki Android Telefonlarda durum nedir. Telefona Google Play Store dışında uygulama yüklenebiliyor. Amazon Appstore gibi farklı mağazalardan seçim yapılabiliyor. Mağazaların dışında başka uygulamalar yüklenebiliyor. Google Pixel markalı Android Telefon vardır. Ama başka şirketler de Android Telefon üretebilmektedir. Böylece Android Telefonlar yaygınlaşabilmiştir. Birbiriyle uyumlu başka markalarda telefonlar var olmuştur böylece. Ama telefon üreticilerinin iPhone’la uyumlu telefon üretmeleri yasaktır. Gerçi tüm bunlara rağmen iPhone’in küresel pazar payı %15’den yüksektir; ABD pazar payı %50’den yüksektir. Bilgisayar üretiminde durum şudur. Windows’u tek bir PC üreticisi değil, her PC üreticisi kullanabilmektedir. Böylece Windows yaygınlaşmıştır. Daha çok kullanıcı tarafından bilinir olmuştur. Andrid Telefonlar gibi farklı PC’ler arasında uyum vardır.

Bunlar da İlginizi Çekebilir:
Apple’in Başarısının Sırrı - Teknoloji

29 Mart 2025 Cumartesi

Hayata Anlam Vermek - Felsefe

Bu sohbet sırasında etrafa Constantinopolis’te iki kubbealtı veziri ile müftünün boğulduğu, pek çok yandaşlarının da kazığa oturtulduğu haberi yayılmıştı. Bu felaket her yerde birkaç saat için büyük bir gürültü kopardı. Pangloss, Candide ve Martin küçük çiftliklerine dönerken, kapısının önündeki portakal ağaçlarının gölgesinde serinleyen iyi kalpli bir ihtiyara rastladılar. Münakaşacı olduğu kadar araştırmacı da olan Pangloss ihtiyara boğulan müftünün adını sordu. “Hiç bilmiyorum,” diye cevap verdi yaşlı adam. “Ben hiçbir müftünün, hiçbir vezirin adını bilmem. Bahsettiğiniz olay hakkında da en ufak bir fikrim yok. Genel kanaatim, kamu işlerine burnunu sokanların kimi zaman sefil bir şekilde can verdikleri ve bu sonucu hak ettikleri yönünde. Ama Constantinopolis’te neler olup bittiğini hiç merak etmem. Ben oraya bahçemde yetiştirdiğim meyveleri gönderip satmakla yetiniyorum.” Bu sözleri söyleyen ihtiyar yabancıları evine davet etti. İki kızı ve iki oğlu onlara ev yapımı çeşit çeşit şerbet, ağaç kavunu şekerlemesi katılmış kaymak, portakallar, iki çeşit limon, turunçlar, ananaslar, Şam fıstıkları, Batavya’nın ve adaların o kötü kahvesiyle karıştırılmamış Moka kahvesi181 ikram etti. Ardından bu iyi kalpli Müslüman’ın iki kızı Candide’in, Pangloss’un ve Martin’in sakallarına güzel kokular sürdüler.

Çok geniş ve muhteşem topraklarınız olsa gerek?” dedi Candide, Türk’e. “Topu topu yirmi arpent,” diye cevap verdi Türk. “Çocuklarımla ekip biçiyorum. İş bizi üç büyük kötülükten uzak tutuyor: can sıkıntısı, ahlaksızlık ve yokluk.”

Çiftliğine dönen Candide, Türk’ün söylediklerini uzun uzun düşündü. Sonra Pangloss’a ve Martin’e şöyle de­di: “O iyi kalpli ihtiyar kendine birlikte akşam yemeği yeme şerefine nail olduğumuz o altı kraldan çok daha imrenilecek bir hayat kurmuş gibi geliyor bana.” “Yücelik çok tehlikeli bir şey,” dedi Pangloss, bütün filozoflar bu noktada hemfikir. Zira en nihayetinde Moav Kralı Eglon, Ehut tarafından öldürülmüş; Avşalom ağaca takılıp üç ok­la deşilmiş; Yarovam’ın oğlu Kral Nadav, Baaşa tarafından, Kral Ela Zimri tarafından, Ahazya Yehu tarafından, Atalya Jehoiada tarafından öldürülmüş; Kral Yehoyakim, Kral Yehoyakin, Kral Sidkiya ise esir düşmüş.182 Kroisos’un, Ast­yages’in, Darius’un, Siracusa’lı Dionysius’un, Pyrrhus’un, Perseus’un, Hannibal’in, Jugurtha’nın, Ariovistus’un, Cea­ser’ın, Pompeius’un, Neron’un, Otho’nun, Vitel­lius’un, Do­mitianus’un, İngiltere Kralı II. Richard’ın, II. Ed­ward’ ın, VI. Henry’nin, III. Richard’ın, Mary Stuart’ın, I. Char­les’ın, Fransa’nın üç Henri’sinin, İmparator IV. Hein­rich’ in nasıl can verdiklerini biliyorsunuz. Yine biliyorsunuz ki...” “Ben de bahçemizi ekip biçmemiz gerektiğini bili­yorum,” dedi Candide. “Haklısınız,” dedi Pangloss. “Zi­ra insan Aden Bahçesi’ne konduğunda, oraya ut operaretur eum, yani çalışsın diye konmuş. Bu da insanın istirahat için yaratılmadığını kanıtlıyor. “Akıl yürütmeden çalışalım,” dedi Martin. “Hayatı dayanılır kılmanın tek çaresi bu.”

Böylece küçük topluluğumuz bu takdire şayan projeye girişti, herkes kendi yetenekleri doğrultusunda işe koyuldu. Küçük toprak parçası çok meyve verdi. Cuné­gonde gerçekten pek çirkindi, fakat mükemmel bir pastacı oldu çıktı; Paquette nakış işledi; yaşlı kadın çamaşırlarla ilgilendi. Peder Giroflée’ye varıncaya dek iş yapmayan kimse kalmadı. O da çok iyi bir marangoz, hatta namuslu bir adam oldu. Pangloss ara sıra Candide’e şöyle diyordu: “Olası dünyaların en iyisinde bütün olaylar birbirine bağlı; zira sonuç itibarıyla şayet güzel bir şatodan Matmazel Cunégonde’un aşkı uğruna kaba etinize tekme yiye yiye kovulmamış, engizisyonun karşısına çıkartılmamış, bütün Amerika’yı yaya geçmemiş, baronun vücudunda kılıcınızla şöyle güzel bir delik açmamış, El Dorada ülkesinin bütün koyunlarını kaybetmemiş olsaydınız, bugün burada ağaç kavunu şekerlemesi ve şamfıstığı yiyor olmazdınız.” “Çok doğru söylediniz,” diye cevap verdi Candide. Ama şimdi bahçemizi ekmemiz gerek.”

Alıntı: Candide ya da İyimserlik - Voltaire


Candide umut ettiği mutluluğun hiçbir zaman olmayacağını artık anlamıştır. Kendisini işe vermiştir, can sıkıntısından kurtulmak için. Pangloss ise hep şuna inanmıştır: Dünya çok hassas bir dengeyle mükemmel şekilde işlemektedir. Bu dünyanın, olası dünyaların zaten en iyisi olduğuna inanmıştır. Ve hâlâ, bu dünyanın olabilecek dünyaların zaten en iyisi olduğunu umut etmeye çalışmaktadır; başlarına gelen onca felaketten sonra bile... İyimserliğini korumaya çalışmaktadır.

17 Mart 2025 Pazartesi

Yaşlanmamak Hatta Gençleşmek Mümkün Olabilecek mi - Bilim

Yaşlanmanın tedavisi, The Substance gibi çılgın bir bilimkurgu filminden fırlamış gibi duruyor.

Ancak bilim insanları artık bunu gerçeğe dönüştürmeye yakın olabilir.

Japonya'daki Osaka Üniversitesi'nden araştırmacılar, yaşlanma sürecini tersine çevirebilecek hücresel bir 'ana anahtar' bulduklarını iddia ediyor.

AP2A1 adı verilen bu protein, vücudun biyolojik saatini geri çevirecek ve yaşlanmanın yol açtığı hasarı ortadan kaldıracak gelecekteki tedavilerin anahtarı olabilir.

Vücudumuz yaşlandıkça, bölünmesi ve gerektiği gibi çalışması duran yaşlı veya 'yaşlı' hücrelerin sayısı artar.

Bu 'zombi hücreler' ölmüyor, aksine büyümeye devam ediyor ve yaşa bağlı hastalıklara yol açan iltihaplı kimyasallar salgılıyor.

Ancak araştırmacılar, sadece AP2A1 proteininin miktarını azaltarak yaşlı hücreleri genç ve sağlıklı hücrelere dönüştürebileceklerini keşfettiler.

Teoride bu, bilim insanlarının hücresel düzeyde yaşlanma sürecini tersine çevirerek Alzheimer veya artrit gibi yaşa bağlı hastalıkların nedenini ortadan kaldırabileceği anlamına geliyor.

(Bilim insanları, vücudun doğal yaşlanma sürecini tersine çevirebilecek hücresel bir 'ana anahtar' keşfettiklerini söylüyorlar)

Vücudun yaşlanma süreci inanılmaz derecede karmaşıktır ve yaşlanmamızın tek bir sorumlusu yoktur.

Ancak hücre yaşlanması, yaşlanmanın olumsuz sonuçlarını ortaya çıkarmada önemli rol oynayan bir süreçtir.

Çalışmada yer almayan Brighton Üniversitesi'nden hücre yaşlanması uzmanı Profesör Richard Faragher, "Normal hücreler, kanser önleme mekanizması olarak bölünmeye çağrıldıkları zamanların sayısını izler" diyor.

'Bu nedenle, değişken sayıda bölünmeden sonra bu hücreler yaşlı hale gelir, yani bir daha bölünmemelerini sağlayacak yolları aktive ederler.'

Yaşlanan hücreler ayrıca 'davranış biçimlerini kökten değiştirirler' ve çevre dokuyu parçalayan iltihaplı moleküller ve enzimler üretmeye başlarlar.

Profesör Faragher, 'Bunlar esasen vücut için zehirli hale geliyor' diyor.

Bu süreç hücrede pek çok değişikliğe neden olur ancak en belirginlerinden biri hücrelerin genç bir hücrenin boyutunun altı katına kadar büyümesidir.

Yaşlanan hücreler büyüdükçe, hücre boyunca uzanan ve hücreye ek destek sağlayan kalın, iskele benzeri 'stres lifleri' oluştururlar.

(Bilim kurgu filmi The Substance'dan bir sahneye benzese de araştırmacılar, bu ana anahtarın hücreleri genç bir duruma getirerek yaşlanmayı 'iyileştiren' tedaviler üretmek için kullanılabileceğini söylüyor.)

Osaka Üniversitesi'nden baş yazar Dr. Pirawan Chantachotikul şunları söylüyor: 'Bu yaşlanan hücrelerin nasıl bu kadar büyük boyutlarını koruyabildiklerini hâlâ anlayamıyoruz.

'İlginç bir ipucu da, stres liflerinin yaşlı hücrelerde genç hücrelere göre çok daha kalın olması ve bu liflerdeki proteinlerin bu hücrelerin boyutunu desteklemeye yardımcı olduğunu göstermesidir.'

AP2A1'in stres liflerini koruyan süreçlerde yer alması nedeniyle Dr. Chantachotikul ve meslektaşları bunun hücre yaşlanmasıyla da bir bağlantısı olup olmadığını araştırmaya karar verdiler.

Araştırmacılar, RNA interferansı adı verilen bir işlem kullanarak, fibroblast adı verilen insan deri hücrelerindeki DNA'nın bazı kısımlarını engellemek için özel olarak tasarlanmış genetik materyal parçaları oluşturdular.

Esasında bu süreç, hücrede doğal olarak AP2A1 üretecek sistemlerin çalışmasını durdurdu ve bu da hücrede daha düşük seviyelerin oluşmasına yol açtı.

AP2A1 miktarı azaltıldığında hücreler normal boyutlarına döndü, tekrar bölünmeye başladı ve gençlik belirtileri gösterdi.

Öte yandan araştırmacılar AP2A1 miktarını artırdıklarında hücrelerin daha da büyümeye başladığını ve daha kalın stres lifleri ürettiğini gördüler.

Osaka Üniversitesi'nden çalışmanın kıdemli yazarı Dr. Shinji Deguchi, sonuçları 'çok ilgi çekici' olarak nitelendirdi.

(Araştırmacılar fibroblast adı verilen insan derisindeki hücreleri incelediler. AP2A1 proteininin seviyeleri azaldığında, hücreler eski veya 'yaşlı' durumlarını terk edip tekrar bölünmeye başladılar)
(Araştırmacılar, yaşlı hücrelerin anormal boyutlara ulaşmalarına yardımcı olan daha büyük stres liflerine sahip olduğunu buldular. AP2A1 bu stres liflerinin büyümesine yardımcı olduğundan, hücre yaşlanmasında da önemli bir rol oynar)

'Yaşlı hücrelerde AP2A1'in baskılanması yaşlanmayı tersine çevirdi ve hücre gençleşmesini teşvik etti, genç hücrelerde ise AP2A1'in aşırı ekspresyonu yaşlanmayı ilerletti' dedi. 

Benzer şekilde, araştırmacılar UV ışığı veya ilaç tedavileri kullanılarak yapay olarak yaşlandırılmış hücrelerde, o yaştaki hücreler için beklediklerinden daha yüksek AP2A1 seviyeleri buldular.

Bu sonuçlar vücudun çeşitli bölgelerindeki organların yüzeyini veya organların yüzeyini kaplayan epitel hücrelerinde de tekrarlandı.

Bu, AP2A1'in yaşlanma sürecinin evrensel bir parçası olabileceğini, yaşlanmanın nasıl ve vücudun neresinde meydana geldiğinden bağımsız olarak gösteriyor.

Bu bulgular, AP2A1'i kontrol eden tedavilerin yaşlanmaya karşı bir 'tedavi' olarak kullanılması olasılığını gündeme getiriyor.

Yaşlanan hücreler yaşa bağlı hastalıkların tek nedeni olmasa da, yaşlılığın en kötü etkilerinden bazılarının oluşmasında önemli rol oynarlar.

Profesör Faragher şöyle açıklıyor: 'Yaşlanan hücreler kötü davranıyorlar çünkü bağışıklık sistemine gelip onları yok etmesi için sinyal gönderiyorlar, ancak bağışıklık sisteminiz de hücrelerden oluşuyor ve zamanla onlardan kurtulma yeteneği azalıyor.

'Bu hücrelerin yaptığı kötü şeyler, kırışıklıklardan damar kireçlenmesine kadar yaşlanma olarak algıladığımız sorunlara yol açıyor' - kan damarı duvarlarında kalsiyum birikmesi, kalp hastalığına ve diğer rahatsızlıklara yol açabiliyor.

Ulusal İstatistik Ofisi, 2070 yılında İngiltere'de doğan erkeklerin yaşam beklentisinin ortalama 85 yaşına ulaşacağını, kadınların ise öldüklerinde neredeyse 88 yaşında olacağını tahmin ediyor. Ancak araştırmacılar, bunun bir dizi yeni yaşlanma karşıtı ilaçla daha da uzatılabileceğini umuyor 

Profesör Faragher, yaşlanan hücrelerin vücudumuzdan nasıl atılacağını öğrenmenin, yaşa bağlı pek çok rahatsızlığın nedenini ortadan kaldırarak 'ilerleyen yaşamda sağlığımızı değiştirebileceğini' söylüyor. 

Araştırmacılar, Cellular Signalling dergisinde yayımlanan makalelerinde şöyle yazıyor: 'Yaşlanmanın ilerlemesini ve gençleşmeyi düzenlemedeki önemli rolü göz önüne alındığında, bulgularımız AP2A1'in yeni bir yaşlanma belirteci ve yaşa bağlı hastalıklar için potansiyel bir tedavi hedefi olabileceğini düşündürmektedir.'

Ancak bilim insanları, yaşlanmanın 'tedavisinin' henüz çok uzakta olduğu konusunda uyarıyor.

Profesör Faragher, 'Yaşlanmayı tersine çevirmek risksiz değil çünkü birçok hücre kanser hücrelerine dönüşmekten kaçınmak için yaşlanıyor' diyor.

Benzer şekilde, çalışmada yer almayan University College London'da yaşlanma üzerine araştırmalar yapan bilim insanı Dr. Lazaros Foukas, MailOnline'a şunları söyledi: 'AP2A1'i hedef alan müdahalelerin potansiyel bir terapötik etkisini destekleyen yeterli veri yok.

'Bu, canlı bir yaratık üzerinde yapılan ex vivo bir çalışmadır ve AP2A1'i hedeflemenin organizmanın yaşlanması üzerinde yararlı bir etkisi olduğunu destekleyen hiçbir hayvan modeli verisi yoktur.'

Dr. Foukas ayrıca bu çalışmanın yalnızca hücre yaşlanmasının hücre yapısını veya 'morfolojisini' nasıl etkilediğine baktığını belirtiyor.

Yaşlanmada daha önemli olan faktörün, bu çalışmada incelenmeyen senesansla ilişkili salgı fenotipi (SASP) adı verilen bir süreç olduğunu savunuyor.

Dr. Foukas, 'SASP, hücre senesansını yaşlanma patolojileriyle ilişkilendiren temel özelliktir ve senesan hücreler tarafından salgılanan ve yaşlanmaya bağlı hastalıklarla ilişkili kronik inflamasyona neden olan geniş bir proinflamatuar faktör grubunun salgılanmasını ifade eder' diyor.

Makale: Bilim insanları, insan vücudunda hücre yaşlanmasını tersine çeviren 'ana anahtar' keşfetti


Jopanya’da Osaka Üniversitesi olağanüstü bir şey başarmış görünüyor. Gelecekte yaşanabilecek olası durumları tahmin etmeye çalışalım:

Hücre kültüründeki genler değiştirilerek AP2A1 baskılanıyor. Hücreler gençleşiyor, yeniden bölünmeye başlıyor. Gelecekte hayvan deneyleri başlayacaktır. Örneğin bir fare zigotunun genleri değiştirilebilir. Hücrede AP2A1’in artmasına neden olacak genler kırpılabilir. AP2A1 azalmasını sağlayacak genler eklenebilir. Embriyonun gelişmesi, farenin doğması beklenir. Fare gözlemlenmeye başlanır. Farelerin ömrü 2-3 yılı geçemez. 3-5 yıl geçtiğinde bile, gözlemlenen fare sağlığını korumuşsa, bu iyi haberdir. Ama 8-9 sene sonra da fare sağlığını koruyorsa, bu müthiş bir gelişme olacaktır. Olağan ömür süresi fazlasıyla geçmiştir, ama o hâlâ hayattadır. Bu, teoriyi doğrulayacaktır. Başka hayvanlarla da deneylere geçilecektir. Sonunda insana yakın türlerde de deneyler yapılacaktır. Onlar da olağan ömür süreleri geçtiği halde sağlıklarını korumaya devam edebiliyorlarsa, AP2A1 baskılandığında yaşlanma gerçekten duruyor demektir. Teori doğrulanmış olacaktır. İnsanlar için umutlar belirecektir. Yaşlılıktan kaynaklanan ölüm nedenleri geçmişte kalacak gibi görünmektedir.

Bunlar yakın gelecekte olmayacaktır. Ama biraz daha uzak gelecekte ilginç gelişmeler olmaya başlayacaktır. İnsanların çoğu önce böyle bir tekniğin geliştirilebildiğine inanmak istemeyecekler. İnkar edecekler. Sonra kabullenecekler. Ama acı hissedecekler. Çünkü bu tekniğe ulaşabilenler sadece çok zenginler olacak.

Yetişkin insanlar fırsatı kaçırmış gibi görünüyor. Bireylerin genlerini değiştirmek için her hücreye ulaşmak çok zordur. Ama ulaşılabilen hücreler gençliğini koruyacaktır. Yeni doğacak bebekler ise şanslı olacaktır. Onlar zigotken genleri değiştirilebilir. Böylece en baştan AP2A1 baskılanmış olarak hücreleri çoğalmaya başlar. Etik tartışmaları başlayacaktır: “İnsanların DNA’larını değiştirmeye hakkımız var mı?”, “AP2A1’le ilgili genleri kırparsak beklenilmeyen sonuçları olur mu?” gibi tartışmalar olacaktır. Ama sonuçta yaşlanma durdurulabiliyor hatta ters çevrilebiliyorsa bu görmezden gelinemez. DNA’nın kırpılarak değiştirilmesi çok pahalıdır. Zengin insanlar tereddüt etse de, doğacak bebeklerinin DNA’larının değiştirilmesini kabul edecektir. Diğer insanların, bebeklerinin DNA’larını değiştirmeye paraları zaten yetmeyecektir. Bebekleri “hep genç kalmak” hakkından mahrum kalacaktır. Bu da ilginç kıskançlıkların başlamasına neden olabilir. Olaylar çıkabilir. Daha uzak gelecekte ise AP2A1’in baskılanması ilaçla da sağlanabilir. İlaç çok sayıda hücreye ulaşabiliyorsa, yetişkinler de fırsatı yakalamış olur. Üstelik insanların çoğunun istediği gibi, artık genlerinin değiştirilmesine de gerek kalmaz. O dönemde maliyetler biraz daha azalmış olur. Daha çok insan “hep genç kalmak” hakkına kovuşmuş olur.

Karanlık Çağlar (Orta Çağ), Rönesans (Yeniden Doğuş) Çağı gibi dönemler vardır. Şimdiki dönem Modern Çağ olarak tanımlanmaktadır. 3-4 yüzyıl sonraki insanlar bu döneme bakıp Modern Çağın sonu olarak tanımlayabilirler. Artık yeni bir çağın başlangıcı olduğuna karar verebilirler. Çünkü bugüne kadar imkansız gibi görülen bir durumun üstesinden gelinmiş olacaktır. Hep genç kalmak ve böylece doğal nedenlerle ölmemek başarılmış olacaktır. Bu yepyeni bir Çağın başlangıcı olur. Hukuk, emeklilik, din gibi konular bu durumdan etkilenecektir. Şaşırıcı gelişmelere neden olacaktır.

28 Şubat 2025 Cuma

UFO Görenlerle Sohbet - Sahne



Jose: Tamam. Gördünüz mü, büyük müydü?
Tanık1: Şey, evet. Onu görenler öyle söylüyor.
Ayrıca dediklerine göre yanıp sönen ışıkları varmış!
Hemen kaçmışlar.
J: Korkmuşlar mı?
T1: Evet korkmuşlar.
Sık sık dile getirdiler.
(Köylü UFO’ya tanık değilmiş gibi konuşuyor.☺Jose sohbetten pek memnun kalmaz.)

Jose: Bir tane daha getir.
Personel: Bir keçi daha mı?
J: Hayır. Bir kadın daha.
P: Başka...
J: Yani oyuncu getir!
(Jose tanık rolünü yapabilecek bir kadın ister.☺)

Jose: Merhaba Dolores.
Tanık2: Merhaba.
J: Lütfen söyler misiniz. Tanımlanamayan Uçan Cisimlerin çıkardığı sesleri ya da gürültüleri duydunuz mu acaba?
T2: Evet duydum.
Hatta bir keresinde yanından geçerken rüzgar gibi bir şey duydum.
Fuuşşhh. Böyle bir şey, aşağı yukarı.
J: Rica etsem...
Rica etsem, tekrarlayabilir misiniz.
Şuanda bazı teknik sorunlarımız var da.
T2: Olur. Ee şey...
J: Söylediğiniz son cümleyi tekrarlayın.
T2: Ee, tamam, evet. Aa dediğim gibi, mağarada, ilk kez mağaralarda duydum...
(Jose, kadına tanık rolü yaptırmaya çalışır. Ama keçiler video çekimini bozar.)

Jose: Tanımlanamayan Uçan Cismi gördükten sonra mı görme sorunu yaşamaya başladınız?
Tanık3: Hayır, Uçan Cisim görmedim. Hiç sanmıyorum.
J: Görmediniz mi?
T3: Aa, hayır görmedim. Uçan Cisim görmedim.
J: Yapmayın, “gördüm” diyeceksiniz!
T3: Ee, evet gördüm. Ne zamandı hatırlamıyorum.
(Bu köylü de tanık rolü yapabilecek bir umut vermemektedir.☺)

Personel: Başka kimse kalmadı. Hepsi o kadardı.
Jose: İyi, üstünü değiştir.
P: Ben mi?
J: Evet.
P: Peki.
J: Rolünü ezberle.
P: Olur.
J: Rica ediyorum.
(Jose, tanık rolü yapabilecek köylü bulamaz. Son çare olarak, kendi personelinden tanık rolü yapmasını ister.☺)

Jose: Bu çizimleri gördüğünde, onları yapanların çok yüksek medeniyetten geldiklerini düşündün mü?
Personel: Evet, evet. Kesinlikle düşündüm.
Bize göre, onlar her zaman buradaydı.
J: Demek size göre, onlar her zaman burdalardı.
Rica etsem Chango, içeriyi daha iyi görmemiz için kameranın ışığını kapatabilir misin.
Söylediklerine göre, bunlar onların yazıtları olabilirmiş!
Aa, hayır hayır olamaz. Lütfen bunları çeker misin Chango.
Şuna bakın. Görüyor musunuz...
Tıpkı bir maskeye benziyor.
Gözleri, ağzı, bu da dili. İnanılır gibi değil!
Bu çizimler gelse gelse Tanımlanamayan Uçan Cisimlerden filan gelebilir!
Bunu canlı olarak izliyorsunuz.
Sizler için burda günde 24 saat boyunca ter döküyoruz...
(Jose, mağaradaki hiyerogliflere hayret etmektedir. Bu, gizemi artıracaktır. Ama aslında o hiyeroglifleri kendi personeline hazırlatmıştır.☺)

José de Zer 1986'da UFO Tutkusu Dalgasına Öncülük Etti

José de Zer, 1986'da Villa Carlos Paz'da çalışırken, Cordoba'daki Uritorco dağları yakınlarındaki yanmış bir mera hakkında bir magazin haberiyle karşılaştı; bu haber daha sonra kariyerinin en ünlü olaylarından birine konu olacaktı. José için korkunç vakaları ele almak yabancı bir şey olmasa da, başlangıç ​​noktası olarak yanmış meraları kullanarak bir UFO iniş alanı hakkında bir haber uydurduktan sonra yıldızı farklı bir boyuta geçti. Güçlü bir kanıt olmasa bile José, yanmış böcekler, gökyüzündeki garip ışıklar ve mağaralardaki hiyeroglifler gibi ürkütücü bulgular sunarak UFO musallatlarının hareketli görüntülerini üretmeyi başardı. (1)

Yıllar sonra rapordaki bulguların tamamen yanlış olduğu ortaya çıksa bile, 'Nuevediario' için muazzam izlenme sayılarına yol açtı. José bunların çoğunu kurcalamış, böcekleri ve hiyeroglifleri aktif olarak yerleştirmişti ve bunları da kendisi çizmişti. Ayrıca, ışıkların insanların doğru açıyla tuttuğu sigaralar ve el fenerleri olduğu ortaya çıktı. Böylece, uzaylı varlığının büyük bir teyidi olarak başlayan şey, hızla gerçeğin manipüle edilmesine dönüştü. Ancak, o zamanlar sahte haberleri çevreleyen sıcaklık, bugün algılanabileceğinden daha az zehirliydi. Çoğu kişi, José'nin yaptığı paranormal iddiaları hafif eğlenceli bir şey olarak görmezden geldi. (2)

Film, kısmen José de Zer'in 1986'daki gerçek hayat maceralarından ilham alır; Arjantin tarihinin en büyük uzaylı görülme hikayelerinden birini uydurarak adını halk efsanelerine kazımıştır. (3)

(1,2,3) Jose de Zer


Bunlar da İlginizi Çekebilir:
Sahne: Uzaylı Otopsisi Televizyonda Gösterilir :-)

19 Şubat 2025 Çarşamba

Apple’in Başarısının Sırrı - Teknoloji

Macworld konuşması, bir generali bile etkileyecek bir dakiklik ve kusursuzlukla yürütülen çok daha büyük, koordine kampanyaların sadece bir parçasıdır. Kampanyalar söylenti ve sürprizi geleneksel pazarlama ile birleştirir ve etkili olmaları için cansiperane bir gizliliğe dayanır. Dışarıdan bakıldığında biraz kaotik ve kontrolsüz görünebilir ama sıkı bir şekilde planlanmış ve koordine edilmişlerdir. Süreç şöyle işler.
(Steve Jobs’tan bahsediliyor.)

Gizli bir ürün duyurusunun haftalarca öncesinde Apple’ın PR bölümü basın ve VIP davetiyelerini gönderir. Bu davetiye “özel bir olay” için yer ve zamanı belirtir ama bu olayın doğası ya da tanıtımı yapılabilecek herhangi bir yeni ürün hakkında pek bilgi vermez. Bu bir tür ortalığı kızıştırmadır. Jobs aslında “Bir sırrım var ne olduğunu siz tahmin edin” demektedir.

Birdenbire herkes konuşmaya başlar. Jobs’ın ne duyuracağı konusunda tahminler yürüten bir blog gönderileri ve basın makaleleri patlaması yaşanır. Önceki yıllarda, bu tür tahminler sadece özel Apple siteleri ve hayran forumları ile sınırlıydı ama son zamanlarda yaygın medya da söylentileri haber yapmaya başlamıştır. Wall Street Journal, New York Times, CNN ve International Herald Tribune Jobs’ın ürün sunumlarını dört gözle bekleyen soluk soluğa makaleler yazmıştır. Jobs’ın iPhone’u tanıttığı Macworld 2007 öncesinde oluşan “söylenti tüccarlığı” o kadar ileri boyutlara varmıştı ki olay bütün kablolu ve normal televizyon kanallarının gece haberlerinde yer aldı; bu hiçbir endüstrideki hiçbir şirket için olmamış bir durumdur. Hollywood bile film prömiyerlerinde böyle bir ilgi yaratamaz.

Dünya çapındaki bu tür bir tanıtım, yüz milyonlarca dolarlık ücretsiz gösterim değerindedir. iPhone’un Ocak 2007’de pazara sürülmesi o zamana dek yapılmış olan en büyük tanıtım oldu. San Francisco’da sahnede duran Jobs, aynı zamanda Las Vegas’ta çok daha büyük bir kalabalıkla gerçekleştirilmekte olan Consumer Electronics Show’u (CES) tek başına gölgede bıraktı. CES ekonomik açıdan Macworld’den çok daha önemli ama Jobs ve iPhone onun gürültüsünü kolayca bastırdı. Jobs’ın iPhone sunumu, Microsoft Vista’nın tüketici sürümü dahil çok daha büyük şirketlerin duyurularını da gölgede bırakarak yılın en büyük teknoloji olayı haline geldi. Harvard İşletme Fakültesi profesörü David Yoffie, iPhone söylentileri ile ilgili haberlerin ve ardından gelen hikayelerin 400 milyon dolarlık ücretsiz reklam değerinde olduğunu tahmin etmektedir. Yoffie, “Şimdiye dek başka hiçbir şirket bir ürünün pazara sürülmesi sırasında böyle bir ilgi görmedi” diyor ve ekliyor: “Bu, eşi benzeri görülmüş bir olay değildir.”

Bu o kadar başarılıydı ki iPhone piyasaya çıkmadan önce Apple reklama bir kuruş bile harcamadı. Jobs şirket çalışanlarına hitaben yaptığı bir konuşmada şöyle diyordu: “iPhone için gizli bir pazarlama programımız yoktu. Hiçbir şey yapmadık.”

Eğer ürün planları önceden biliniyor olmasaydı elbette böyle bir ilgi olmazdı. Bütün hüner sıkı bir şekilde uygulanan gizlilikte yatıyor. San Francisco Mascon Center’daki Apple standı 6 metre yüksekliğinde siyah bir perde ile örtülür. Perdenin tek girişi olur ve burası da içeri girmeye çalışanları dikkatli bir şekilde kontrol eden bir güvenlik görevlisi tarafından korunur. Dikdörtgen biçimindeki standın çapraz köşelerinde iki güvenlik görevlisi daha olur ve bunlar da yanları kontrol eder. Perdenin içindeki sergileme stantlarının üstündekiler dahil içerideki her şey sarılıp sarmalanır. Standın orta kısmında bulunan ana sunum sahnesi bile her yandan kumaşlarla tamamen kapatılır. Tavandan sarkan bütün reklam afişleri her tarafından kapatılır. Bu afişlerin örtüleri son derece özenli bir makara sistemi ile donatılmış ve Jobs duyurusunu yaptıktan sonra hepsi birden açılabilecek şekilde hazırlanmıştır. Üst katta giriş kısmında da yine kalın siyah bezlerle kaplanmış büyük reklam afişleri vardır. Afişler de 7/24 güvenlik görevlileri ile korunur. Bir keresinde, güvenlik görevlileri fotoğraf çeken birkaç blog yazarı yakalamış ve onları hafıza kartlarını silmeye zorlamıştı. Tom McNichol Wired dergisinde şöyle yazmıştı: “Bilgi sınırlaması getirme arzusu, bazen paranoyaya kadar uzanıyor.”

Apple’ın PR bölümü, tanıtımdan birkaç hafta önce katı açıklama yapmama anlaşmaları altında, yeni aygıtı en etkili teknolojik ürün eleştirmenlerinden üçüne, Wall Street Journal’dan Walt Mossberg, New York Times’dan David Pogue ve USA Today’den Edward Baig’e gönderir. Her zaman bu üç eleştirmene gönderir çünkü üçünün de ürünleri yerin dibine batırma ve göğe çıkarma konusunda kanıtlanmış sicilleri vardır. Kötü bir eleştiri bir aleti bitirebilir ama iyi bir eleştiri de onun rekorlar kırmasını sağlayabilir. Mossberg, Pogue ve Baig ürünün tanıtım tarihinde yayınlanmak üzere değerlendirme yazılarını hazırlarlar.

Bu arada Apple’ın PR bölümü ulusal haber ve iş dergileri ile bağlantı kurarak onlara ürünün “yapım aşaması”nın sahne arkası görüntülerine gizli bir bakış önerisi sunar. Bu “yapım aşaması” genellikle hiçbir şey açıklamaz –çoğu ayrıntı gizlenir– ancak hiç yoktan iyidir ve dergiler Jobs’ın bu teklifini kabul eder. Kapağa Jobs’ın resmini koymak dergilerin satışlarını artırır. Jobs eski rakipleri birbirine düşürür. Time dergisini Newsweek ile ve Fortune dergisini de Forbes ile yarıştırır. En kapsamlı haberi yapma sözünü veren özel haberi kapar. Jobs bu oyunu defalarca oynamıştır ama her defasında sonuç almıştır. Jobs bunu uygulamaya ilk Mac ile başlamıştı ve bunlara gizlice bakma anlamında “dikizleme” diyordu. Bir gazeteciye yeni bir ürün hakkında önceden bilgi vermek genellikle daha olumlu bir değerlendirme yapmasını garanti altına alıyordu. Jobs 2002’de pazara yeni bir iMac sürdüğünde özel sahne arkası öyküsünü Time elde etmiş ve karşılığında Jobs ön kapağı elde etmiş ve içeride de ürün yedi sayfalık gösterişli bir habere konu olmuştu. Ayrıca makinenin Macworld’deki tanıtım zamanıyla mükemmel paralellik gösteren bir zamanlama ile yayınlanmıştı.

Jobs konuşma sırasında her zaman en büyük haberi en sona saklar. En sonunda sanki sonradan aklına gelmiş gibi “bir şey daha var” der.

Jobs ürünü açıklar açıklamaz Apple’ın pazarlama makinesi reklam parıltılarını yaymaya başlar. Macworld’deki örtülü reklam flamaları açılır ve birdenbire Apple internet sitesinin ana sayfası yeni ürünü gösterir. Daha sonra dergilerde, gazetelerde, radyo ve televizyonlarda planlı bir kampanya başlar. Birkaç saat içinde bütün ülkedeki bilboardlara ve otobüs duraklarına yeni posterler asılır. Reklamların tümü tutarlı bir mesaj ve stil yansıtır. Mesaj basit ve doğrudandır: iPod hakkında bilmeniz gereken tek şey “cebinizde bin şarkı” olacağıdır. “Çok zayıf olamazsınız ya da fazla güçlü” sloganı ise Apple’ın MacBook dizüstü bilgisayarları ile ilgili açık bir mesaj vermektedir.

Alıntı: Nasıl Steve Jobs Olunur (Inside Steve's Brain)

***

Apple’in başarısının sırrı nedir. Ürünlerinin tanınmasını nasıl başardı. Stratejisine göz atalım: Yeni tasarladığı bir aygıtın özel olduğunu hissettiriyor. Kullanıcılar üstün bir aygıtla karşılaştıklarına inanıyorlar. Böylece o değerli ürünü satın alabilmek için daha fazla para vermeye ikna oluyorlar. Aslında benzer aygıtlardan çok farklı olmuyor. Hatta bazı özellikleri benzer aygıtlardan daha kısıtlı bile olabiliyor. Basit bir örnek: Mac'in süslü faresinde sadece bir düğme vardı.

Apple’in başarısı; üstün bir ürün yapmakta değil, pazarlamayı iyi yapabilmesinden kaynaklanıyor. Yeni ürünleri konusunda gizem oluşturuyor! Merak uyandırma stratejisi uyguluyor. Böylece aygıttan bahsedilmesini sağlıyor. Bedava reklamının yapılmasını sağlamış oluyor. ☺ Gerçekten de pazarlamaya çok önem veriyor. Ürün geliştirme stratejisini pazarlamaya göre oluşturuyor.

Aygıtın nasıl göründüğü de pazarlamanın önemli bir parçasıdır. 2000’li yıllar örnek verilebilir. iMac’in ekranındaki butonları jelibon gibi tasarlamışlar. Bilgisayarın kasasını rengarenk ve göz yaşı biçiminde tasarlamışlar. Ayrıca yarı şeffaflık vermişler. Yani bilgisayar bir oyuncak gibi görünüyor. Bu rengarenk farklı görünüm insanlara çocuksu bir mutluluk veriyor olsa gerek. ☺ Oysa diğer bilgisayarlar genellikle düz standart biçimlere sahip. Steve Jobs ürünlerin tasarımının ayrıntılarına çok dikkat ediyordu. Bu tasarım farklılığı ürünleri daha pahalıya satmasını sağlamış görünüyor. “Ekrandaki butonları o kadar güzel yaptık ki onları yalamak isteyeceksiniz.” demiştir Steve Jobs. ☺ iPhone’daki strateji de böyledir. Ama işletim sistemindeki o butonlar, animasyonlar bellekte daha çok yer kaplamasına neden oluyordu, o yıllarda. Ve bilgisayarın performansını düşürüyordu.

iMac
Butonlar




17 Şubat 2025 Pazartesi

İlk Robot - Belgeselden

 


"Kendiliğinden çalışan programlanabilir otomatik gerçek bir robotu görmek için tarihin en ünlü mucidine başvurmalıyız; Leonardo Da Vinci’ye."

“Rönesans sırasında mekanizmaları programlamayı bilen ilk kişi gerçekten de Leonardo’ydu. Bazı fikirlerini Araplardan almıştı. Ve belki de Araplar aracılığıyla Çinlilerden. Ama o programlanabilir makineyi ilk yapan kişiydi.”

Usanmak - Sahne

 


Hava Durumu Sunucusu:
- İnsanlar bazen beni tanır.
Bazıları pisliktir.
Bazen biraz daha sakin olmalıyım.
Ben onların tanıdığı iki boyutlu adam değilim.
Benim onlarla bir ilişkim var.
Nelerle uğraşmaları gerektiğini biliyorum!
Sanırım bu yüzden beni tanıdıklarını sanıyorlar.
Ama pek tanımıyorlar.
Ben salağın teki değilim!
Bir planım var...

Yapılan işten tatmin olamamak ve tanınıyor olmaktan usanmak.

Not: Hava durumu sunucusunu seslendiren Uğur Taşdemir ne yazık ki artık aramızda değil.


Bunlar da İlginizi Çekebilir:
Sahne: Ve karşılaştığım tüm olasılıklar ve olabileceğim tüm insanlar yıllar geçtikçe giderek azaldı!

13 Şubat 2025 Perşembe

Yayıncı, Yazar ve Arkadaşları E-Kitap Konusunda Sohbet Etmekteler - Sahne



Yayıncı Alain, yazar Leonard ve arkadaşları buluşmuşlardır. Söz e-kitaptan açılır...

Leonard: Önemli olan yazdıklarımı okumaları.
Ayrıca internetten okumak daha kolay.

Leonard: Şöyle bir gerçek var ki;
bugün blogumu okuyan kişi sayısı kitaplarımı okuyanlardan daha fazla.
(Çünkü internetten elektronik yayınlara ulaşmak, kağıt baskıya ulaşmaktan daha pratik.)
Alain: Hiç şikayet etme, kitabın daha yeni çıktı. 


Selena: (Blogunda) Nelerden bahsediyorsun?
Leonard: Günlük olaylardan.
Selena: Edebi olaylardan değil yani.
Leonard: Hayır. İlgimi çeken şeyler insanların da ilgisini çekiyor.
Önemli olan yazdıklarımı okumaları.
Ayrıca internetten okumak daha kolay.
Alain: Hımm. Bedava olduğunu da unutmamak gerek. 
...
Valérie: Tabii sanatın bedavalığından bahsediyoruz, dijitalin değil.
Leonard: Hıhı. Ne demek istedin?
Valérie: İnsanlar bir bilgisayara 1500 Euro verebilir.
İnternet bağlantısına bilmem kaç Euro da ödeyebilir.
Bunlar kriz değil bence.
Ama sıra bir albüm, bir kitap hatta bir gazete almaya gelince...
Aman Tanrım büyük sorun.
Leonard: Evet ama korsan kitapların azaldığını inkar edemezsin.
Valérie: Çünkü gençler daha az okuyor, o yüzden! 
Alain: Asıl korsanlar internet siteleri.
Kendilerine ait olmayan içeriği satıyorlar.
(Başka yerlerden kopyaladıkları içeriği, kendilerininmiş gibi sunuyorlar.)

Alain: Yazı şeklini kaybedecek, bu kaçınılmaz.
Leonard: Ee, en basitinden sen bile taslakları artık tabletten okuyorsun.
Alain: Hepsini değil.
Valérie: Ben tabletten okumuyorum.
Leonard: Çünkü eskide kaldın.
Ve eğitiminden bahsediyorum, eleştirmiyorum.
Valérie: Hahahaha...
Leonard: Ve yani yeni nesiller bilgisayarla büyüdü, aynı şey değil.
L'agent: Tabii sonuç olarak daha az okuyorlar.
Leonard: Tamam. Blogların çoğalmasına bir bakın.
L'agent: Bloglar çoğaldıysa, onları yazacak insanların...
Selena: Kaybedecek vakti olan insanlar.
Leonard: Katılmıyorum. Bence eskisinden daha çok yazılıyor.
Ve bu özgürlük internette başladı.
...
Leonard: Blogum okunduğu için bazı okuyucularım kitaplarımı da alıyor.
L’ag’in Al’in bahsettiği başarı da muhtemelen bundan geliyor.
Alain: Ama senin kitaplarını Kindle’da okuyan da çok.
Rakamlara bakalım:
Seninkileri yaşlıların okuduğunu biliyorsun.
Genellikle emekliler ve özellikle kadınlar.
Artık daha çok kadın okuyor seni.
Bu çok güzel bir şey bence.
(Bu arada Kindle’dan başka Android E-Mürekkep Tablet seçeneklerin olduğunu da ekleyelim.)
Selena: Çünkü daha pratik,
daha kolay ve daha hafif vesaire...
L'agent: Harfler daha büyük.
Selena: Mesela yolculuğa çıkıyorsan bütün kütüphaneni Kindle’a koyabilirsin.
Valérie: Neden kütüphanemle yolculuğa çıkıyımki. 
Yanıma kitabımı alırım. Hem daha hafif.
L'agent: Şarj etmene de gerek yok.
Valérie: Kesinlikle!
(Ama zaten e-kitap okuyucuları ya da e-mürekkep tabletleri, telefonlar ya da tabletler kadar sık şarj etmek gerekmiyor.)
Leonard: Hadi ama ciddi olun, bu gerçek.
Giderek daha az kitap okuyacağız,
ve okuduklarımız da e-kitap olacak!
Valérie: Hadi oradan be. 
Alain: Selena okuyor... 

Alain: Kendime şunu soruyorum.
Neden topluca dijitale geçmiyoruz.
L'agent: Ekonomik olarak saçma olur.
Kitaplar hâlâ satıyor.
Tamam, eskisi kadar olmayabilir,
ama satmaya devam ediyor.
Alain: Evet, ama çok hızlı değişecek.
Aracılar kalkacak.
Dağıtımcı, basım evi kalmayacak.
Sadece editörler ve yazarlar, o kadar...
Valérie: Yayınevleri internet sitesine dönüşecek yani.
Alain: Evet, ama buna sadece internet sitesi diyemezsin.
Bir yayınevinin yaptığı her şeyi yapacak!
Süreçler aynı kalacak.
Valérie: Eski değeri kalmaz.
Selena: Sana göre...
Uzun süredir e-kitap okuyanlar için öyle değil.
Valérie: Haha. Elektronik Kitap, e-kitap...
Hahaha. Hayır. 
Selena: Nesi komik bunun. 
Valérie: Evet öyle.
Alain: Bir şey değişmeyecek. Sadece üretim olmayacak, o kadar...
Yine aynı yazarlarla aynı anlaşmaları yapmaya devam edeceğiz.
Leonard: Mesela benim blogum senin sitende olabilir.
Alain: Evet, aynen öyle.
Bugün yaptığımız şeyin aynısı olacak.
Hatta belki de daha iyisi.
Çünkü ambalajla dağıtımla uğraşmadan,
asıl içeriğe odaklanabileceksin!
Selena: Çok insan işsiz kalır!
Alain: Hiç de değil.
Birilerini işten çıkarır, birilerini işe alırsın.
İş hacmi azalmazki.
...
Valérie: O zaman kimse evinden çıkmayacak, öyle mi.
L'agent: Bu başka bir çağ. Dönüm noktasındayız!
Leonard: Adona’yi iPad’den ya da orijinal baskısından okumak,
ondan öğrendiklerini değiştirmeyecektir, anlıyor musun.
(Aslında e-kitaptan okumak öğrendiklerini değiştirebilir. Çünkü kitabın içeriğine daha kolay erişirsin. Hatırlamak istediğin yerleri daha kolay bulursun. Kitabın içeriğinden daha fazla yararlanırsın. Sonuçta kitabın içeriğine daha iyi hakim olursun.)
...
Alain: Bence artık kitapları yavaş yavaş bırakabiliriz. 

5 Şubat 2025 Çarşamba

İnsanlığın Üretebildiği Tüm Bilgiye Ulaşmak - Teknoloji

"Yapay Zeka Birkaç Seneye Kalmaz İnsanlığın Üretebildiği Tüm Bilgiye Ulaşmış Olacak

İnsanlığın, Genel Yapay Zekayı aşabilme yöntemi artık sadece “Anlam Yaratma”. Bunun eğitimini oluşturmamız gerek.

Hakim kültürümüzde en önemli başarılı insan hasletleri olarak görülen ‘çalışkan’ ve ‘zeki olmak’ özellikleri artık makinalar tarafından aşıldı.

‘Yaşam için insan olmak’ özellikleri, iyilik ve yaratıcılık artık çalışkanlık ve zeki olmanın üzerine eklemlenecek."

Böyle düşünüyor beyin cerrahı Türker Kılıç.

İnsanlığın üretebildiği tüm bilgi büyük ölçüde internete yayılmış durumda. Yapay Zeka internetten öğreniyor. Tüm bu bilgi, bir insanın öğrenebileceğinden çok daha fazladır. Ama Yapay Zeka tüm bu bilgiyi aklında tutarak düşünüyor olacak. Bir insanın yapabileceğinden daha fazla bilgi parçacığı arasındaki ilişkiyi fark edip birbirine bağlayabilecek. Böylece daha iyi çıkarsamalar yapabilecek. Yani Genel Yapay Zeka aslında insandan daha yaratıcı da olabilir. Belki de yakın gelecekte insanın bir şeyler yaratmak için düşünmesi de anlamını kaybedebilir. Çünkü kendisi yerine daha iyi düşünebilen Genel Yapay Zekalar var olmuş olacak!

5 Ocak 2025 Pazar

İnsanlar Kendi Eserlerine Aşırı Değer Biçerler!

Dan Ariely, insanların kendi eserlerine, projelerine aşırı değer biçmesinin nedenlerini inceliyor. Dan Ariely bir kazadan dolayı bedeninde oluşan yanıklardan dolayı rehabilitasyon merkezinde kalmıştı, 20 yıldan fazla bir zaman önce. Orada yaşadığı deneyimi anlatarak başlıyor. Orada oyalanmak için bir şeyler yapmaya çalışmış.

***

En büyük başarıyı dikiş makinesinde göstererek arkadaşlarıma birkaç yastık kılıfı diktim ve tuhaf kıyafetler yapmaya başladım. Kreasyonlarım, katılımcılarımızın amatör işi origamileri gibiydi. Yastık kılıflarının köşeleri kusurlu, tişörtlerim şekilsizdi, ama yine de onlarla gurur duyuyordum (özellikle arkadaşım Ron Weisberg için diktiğim mavi beyaz Hawaii tarzı tişörtle iftihar ediyordum). Ne de olsa onları yaparken inanılmaz çaba harcamıştım.

Üzerinden yirmi yıldan fazla zaman geçmesine rağmen yaptığım tişörtleri, onları yaratırken geçilen farklı aşamaları ve nihai sonucu hâlâ çok net hatırlıyorum. Birkaç yıl önce Ron’a kendisine yaptığım tişörtü hatırlayıp hatırlamadığını sorduğumda şaşırdım ve eserlerime bağlılığımın ne derece güçlü olduğunu fark ettim. Ben, tişörtü en ince ayrıntısına kadar hatırladığım halde o, hayal meyal hatırlıyordu.

REHABİLİTASYON MERKEZİNDE YAPTIĞIM başka eserleri de anımsıyorum. Halı dokumayı, ceket dikmeyi, ahşap satranç takımı yapmayı da denemiştim. Bu projelere büyük şevkle başlamış, çok emek harcamış, ama yeteneğimi aşan ödevler olduklarını gördüğümden hepsini yarıda bırakmıştım. İlginç olan, tamamlanmamış eserlerimi düşündüğümde onlara özel bir düşkünlüğümün olmadığını anlamamdı. Bitirilmemiş eserlere inanılmaz çaba yatırmama rağmen, içimde kısmen tamamlanmış bu sanat eserlerine karşı bir sevgi oluşmamıştı.

Rehabilitasyon merkeziyle ilgili anılarım, bir projeye aşırı değer biçmek için onu tamamlamanın önemli olup olmadığını merak etmeme yol açıyor. Bir başka deyişle, IKEA etkisinin tadını çıkarmak için, başarı sadece projeyi bitirmek anlamına gelse bile, çabalarımızın başarıyla sonuçlanması mı gerekiyor?

IKEA etkisinin ardındaki mantığa göre, daha fazla çaba daha fazla değer ve takdir yüklemeyi getirir. Demek oluyor ki, günlük hayatınızda gurur ve sahiplenme duygularını artırmak için her gün kullandığınız şeylerin yaratım sürecine daha fazla katılmanız gerekir. Ama ya çaba harcamak yetmiyorsa? Ya tamamlama bağlılığın önemli bir bileşeniyse? Eğer böyleyse, sadece sevebileceğimiz tüm nesneleri değil, garajda yıllardır pinekleyen bitmemiş çürük rafları, kötü sanat çalışmalarını ve orantısız seramik vazoları da düşünmemiz gerekir.

Tamamlamanın, kendi eserlerimize sevgi duymanın önemli bir bileşeni olup olmadığını bulmak için Mike, Daniel ve ben, ilk origami çalışmamıza benzer bir deney yaptık ama önemli bir ilaveyle: Deneye başarısızlık unsurunu da dahil ettik. Bunu, bazı önemli enformasyonu açık etmeyen (benim IKEA yönergemi andıran) başka bir origami yönergesi oluşturarak yaptık.

(...)

Deneye bir süre devam ettikten sonra üç grup elde ettik: Biri kolay yönergeyi alan ve görevi tamamlayan gruptu. İkinci grup zor yönergeyi almış ama görevi bir şekilde tamamlamıştı. Üçüncü grup ise zor yönergeyle karşılaşmış ve görevi tamamlamayı başaramamıştı. Peki, tanım gereği daha sıkı çalışmak zorunda olan zor durumdaki kişiler talihsiz eserlerine, daha kolayca ve başarıyla düzgün turna veya kurbağa üretenlerden daha fazla mı değer biçiyorlardı? Ya zor yönergeyle boğuşan ama görevi tamamlamayı başaranları, sıkı çalışan ama görevi başaramayanlarla karşılaştırdığımızda ne görüyorduk?

Bulgularımıza göre, çalışmalarına en çok değer verenler zor durumda olup origamilerini başarıyla tamamlayanlardı. Bunlar, çalışmalarına kolay durumdakilerden çok daha fazla değer biçiyordu. Ürünlerine en az değer veren ve kolay durumdakilerden çok daha az değer biçenler ise, zor durumda olup görevlerini bitirmeyi başaramayanlardı. Bu sonuçlar, daha fazla çaba harcamanın duygusal yakınlığımızı artırdığını, ama bunun sadece çabalar bir sonuca ulaştığında söz konusu olduğunu işaret ediyordu. Harcanan çaba meyve vermediğinde, yapılan çalışmaya duyulan yakınlık azalıveriyordu. (Aşk oyununda, kendini ağırdan satmanın başarılı bir strateji olmasının nedeni de budur. Hoşlandığınız birinin önüne engel koyarsanız, o kişinin engeli aşmak için çaba göstermeye devam etmesini ve size daha fazla değer vermesini sağlarsınız. Öte yandan, kişiyi zora koşar, ısrarla reddederseniz, “arkadaş” bile kalamazsınız. )

Alıntı: Akıldışının Mantığı - Dan Ariely

Eserleri için çok fazla çaba göstererek başarıyla tamamlayabilen insanlar, bu eserlerine aşırı değer biçiyorlar. Eserleri için çok fazla çaba göstermelerine rağmen başarıyla tamamlayamayan insanlarsa, bu işe ilgilerini kaybederler.