9 Temmuz 2025 Çarşamba

Bilincin Olabilmesi İçin Hissedebilmek mi Gerekiyor! - Beyin

 

...Peki ya bayılma olarak bildiğimiz senkop gerçekleştiğinde bilince ne olur? Beyin sapına ve serebral kortekse giden kan akışı aniden kritik düzeyin altına düştüğünde bayılırız. Özellikle beyin sapı olmak üzere, duyguların oluşumuna önemli ölçüde katkıda bulunan beyin merkezlerindeki nöronlara giden oksijen ve besin maddelerinin yetersiz kalması sonucunda, beynin faaliyetlerinin büyük bir bölümü geçici olarak kesintiye uğrar. Organizma bünyesinden aktarılan bilgiler aniden merkezi sinir sisteminin dışında kalır ve duyguların bilince katkısı birden kesintiye uğrar. Kişinin kendisinin ve çevresinin farkında olmamasının yanı sıra kas gücü de zayıflar; bu nedenle, bayılan kişi kendinden geçerek yere düşer. Tıpkı Paris’teki Salpêtrière Hastanesi’nde Jean-Martin Charcot’un histeri üzerine yaptığı çalışmalar sırasında hastalarının bayılarak düşmesi gibi. Charcot, 19. yüzyılın ikinci yarısında nöroloji ve psikiyatri alanlarında önde gelen bir bilim insanıydı. Günümüzde artık görülmeyen histeri hastalığı üzerine yaptığı çalışmalarla ün kazanmıştı. Sigmund Freud, Charcot’un bazı derslerine katılarak kendi çalışmaları için büyük fayda sağlamıştır.

Bilinç kaybının beyin sapı ile ilişkilendirilmesi, çağdaş bir görüş olup, bir başka önemli bilim insanı olan Nörolog Fred Plum tarafından da ortaya konmuştur. Beyin sapının bilincin anahtarı olmasına dair benim açıklamam ise, duyguların homeostatik faaliyetlerin ifadeleri ve bilincin oluşturulma sürecinin temel bileşenlerinden olduğu görüşüyle ilintilidir. Artık hem homeostazın hem de duyguların ardındaki mekanizmanın önemli bileşenlerinin, beyin sapının üst kısmında, trigeminal sinir girişi seviyesinden yukarıda ve tam olarak bu bölümün arka kısmında yer aldığını biliyoruz (Şekil IV.1’de “B” ile gösterilen alan). Beyin sapının bu bölümünün zarar görmesi komaya neden olur.

Şekil IV.1: Kesitten alınan detay, beyin sapının büyütülmüş görüntüsüdür. B ile gösterilen alanda oluşan hasar bilinç kaybına yol açar. A ile gösterilen alanda oluşan hasar motor bozukluklarına neden olur.
Şekil IV.1: Kesitten alınan detay, beyin sapının büyütülmüş görüntüsüdür. B ile gösterilen alanda oluşan hasar bilinç kaybına yol açar. A ile gösterilen alanda oluşan hasar motor bozukluklarına neden olur.

İlginç olan, aynı bölümün ön kısmında (Şekil IV.1’de “A” ile gösterilen alan) bir hasar oluşmasının komaya yol açmaması, bilinç durumunu hiç etkilememesi, fakat bunun yerine daha önce değindiğim “sürgüleme sendromu” adı verilen duruma neden olmasıdır. Bu sendromdan mustarip olan kişiler uyanıktır ve bilinçlidir, ancak çoğunlukla hareket edemedikleri için iletişim becerileri de büyük ölçüde azalır.

Alıntı: Hissetmek ve Bilmek: Aklın Bilinç Kazanması - Antonio Damasio

***

Bu gerçekten çok ilginç bir gözlem. Beyin sapı zarar gördüğünde bilinç kapanıyor! Beyin sapı, beynin bedeni hissetmesini sağlayan bölüm. Yani beyin bedeni hissedemediği zaman bilinç yok oluyor. Bilincin varlığının, bedeni hissetmekle çok güçlü bir bağlantısı var gibi görünüyor!

Eğer Antonio Damasio haklıysa bu şu anlama gelir. Bir bilincin oluşması için hissedilebilen bir bedenin varlığı şart. Bu durum bulut tabanlı YZ’lerde bir bilincin oluşturulmasını zorlaştırabilir. Çünkü onlar sunucu bilgisayarlarda çalışıyor. Dolayısıyla hissedebilecekleri bir bedenleri olmayacak. Ama bunun yerine, robotların hissedebilecekleri bir bedenleri olabilir. Bedeni algılayıcılarla hissedeceklerdir. Böylece robotlarda bilinç de oluşturulabilir. Robotlarda bilinç oluşturulabileceğini zaten Antonio Damasio da kabul ediyor. Ama onun vurguladığı gibi bilinç için hissedilebilen bir beden gerçekten şartsa bulut tabanlı YZ’lerde bilinç oluşturulamaz! Gerçi robotların, kendi YZ’leri yerine bulut tabanlı YZ’yi kullanmaları sağlanabilir. Robotlar hissettikleri beden verilerini bulut tabanlı YZ’ye gönderebilirler. Böylece bulut tabanlı YZ, hissettiği bir çok robot bedene sahip olmuş olur. Ve sunucu bilgisayarlarda da bilinç oluşması mümkün olur.

1 Temmuz 2025 Salı

Bilinç Aslında Nedir! – Beyin

 

BİLGİLERİN BİR ARAYA GETİRİLMESİ

"Bilincin" oluşturulma süreci, başarılı bir müteahhidin inşaat projesi için gereken malzemeleri ve ustaları bir araya getirmesi gibi düşünülebilir. Bilinç, ait olmanın gizemini rastlantısal varoluşlarıyla ortaya çıkaran akıl ögelerini bir araya getirir. Bunlar, bana (ya da size) bazen duyguların üstü kapalı ve incelikli diliyle, bazen sıradan imgelerle ya da durum için uygun kelimelerle ifade bularak, bunları düşünen, bu görüntüleri gören, bu sesleri duyan ve bu duyguları hisseden kişinin ben olduğumu (ya da siz olduğunuzu) bildirir. "Ben" ve "siz", zihinsel ve bedensel bileşenlerle tanımlanır. Zihinsel olaylarla genel vücut fizyolojisi arasındaki bağlantı sağlam bir şekilde kurulduğu sürece sorun yoktur. Sadece beyniniz değil, tüm organizmanız üzerinde sizin yararınıza olan ve sonu gelmeyen bir oyunun sahnelendiği açık bir sahne olduğu için bilincin oluşturulmasından sorumlu "müteahhidiniz", dünyanın ayaklarınızın altına serileceğini söyler. Bilinci inşa etmek için tek tek döşenen tuğlalar bilgiden ibarettir; bu bilgiler, aklın diğer bölümlerinde yer alanlardan farklı değildir. Substratı (alt katmanı), sayıları sürekli artan imgelemlerdir; bunlara, beyin ile vücut arasındaki etkileşimlerine dayanan ve duygu adını verdiğimiz, mücadele ile tamamlanan karma imgeler de dahildir. Aklın işleyiş yollarında, üst üste yığılmış bilgi ögeleri, yani yaşadığımız anı tanımlamaya yardımcı olan imgeler yığını, var olduğumuzun şaşmaz göstergesidir.

Bilinç, akan imgeler sırasında otomatik olarak bu imgelerin kime ait olduğu, onun organizmasında gerçekleştiği ve en nihayetinde aklın da o kişiye ait olduğu düşüncesini ortaya koymaya yetecek şekilde bilgilerin bir araya getirilmesidir. Bilincin sırrı, bilgileri bir araya getirmek ve bu bilgiyi, aklın "kimlik" belgesi olarak sunmaktır. Çok sayıda imge işlendiğinde bütünleştirme devreye girse de bilinç, yalnızca zihinsel ögelerin bütünleştirilmesinden ibaret değildir.

Geriye dönüp bakıldığında, bilinç arayışında tekrar tekrar yapılan hata, onu "özel" bir işlev, hatta ayrı bir "madde", akıl ya da temelleriyle bağlantısı olmayan ama akıl sürecinde hissedilen bir koku gibi ele almak olmuştur. Soruna çok daha makul çözümler düşünenler bile, konuyu olması gerektiğinden daha gizemli hale getirmiştir.

Alıntı: Hissetmek ve Bilmek: Aklın Bilinç Kazanması - Antonio Damasio


Gerçekten çoğumuz “bilincin sırrını” olması gerektiğinden daha gizemli hale getiriyoruz. Belki bilinci yapay olarak oluşturmak da göründüğü kadar zor olmayabilir, en azından gelecekte.


25 Haziran 2025 Çarşamba

Fikri Mülkiyet Hırsızlığı Var mı – Yapay Zeka

 

The New York Times, kendi içeriklerinin ChatGPT gibi modellerin eğitimi sırasında izinsiz kullanıldığını iddia etti. Ayrıca bu modellerin NYT içeriğine çok benzer yanıtlar üretebildiğini ve bu durumun yayının değerini azalttığını savundu. OpenAI’ye milyarlarca dolarlık tazminat davası açtı. Gelecekte OpenAI’nin eğitimi içim NYT içeriklerinin kullanılmamasını istiyor. Avrupa ve ABD’de birçok gazete, yayınevi ve medya grubu, OpenAI, Google, Meta gibi şirketlerin yapay zekâ modellerinin telifli haber içeriklerini izinsiz eğitme verisi olarak kullanmasına karşı çıkıyor. Evet, yayınevleri de şikayetçi. Çünkü YZ internetteki kitap yorumlarından, özetlerinden, alıntılarından da öğreniyor. Hatta internetteki korsan kitaplara da erişip okuyabiliyor!

Yani bu doğru. YZ internetten öğreniyor. Gazetelerin web sitelerinden de çok şey öğreniyor. Dolayısıyla gazetelerin, yayınevlerinin içeriklerini kopyalamış oluyor. Oluşturduğu cevaplarda kullanıyor. Sanki telif hakkı ihlali yapıyor gibi. Tamam. Bir de şu açıdan bakalım: Her gün aynı gazeteyi okuyan bir insan düşünün. Bu insan o gazetenin etkisi altında kalır. O gazetenin fikirlerini kendi fikri yapar. Sonunda o gazete gibi düşünmeye başlar! Yaptığı sohbetlerde o fikirleri dile getirir. Yani gazeteyi kopyalamış olur. Bu kişi de, fikirlerini internette yayınladığında fikri mülkiyet hırsızlığı yapmış sayılmayacak mıdır, o halde! Bu kişinin fikirlerinin o gazetenin kopyası olduğunu ya da sadece ilham olduğunu anlamak zordur.

Başka bir örnek verelim. Bir insan sevdiği bir kitaptan öğrendiği bilgileri internette paylaşabilir. Ama kitaba atıf yapmayabilir. Çünkü öğrendiği bilgileri artık kendi fikri yapmıştır, ve bunun farkında değildir! Bu insanın oluşturduğu içeriğin ne kadarı kopyadır, ne kadarı sadece ilhamdır. Karar vermek kolay olmayabilir. Bir örnek daha verelim. İnsanlar mesleklerini yaparken üniversitede öğrendiği bilgileri uygular. Üniversite okuduğu kitaplardaki bilgileri kullanır. Büyük ölçüde o bilgilere göre cevaplar oluşturur. Eh, bu da kopyalama sayılabilir.

Aslında durum yavaş yavaş tersine dönmeye başlıyor. Yani YZ'nin insanların oluşturdukları içeriklerden öğrenmesi gibi, artık insanlar YZ'nin oluşturduğu içeriklerden öğreniyor! Kişilerin internette oluşturdukları içeriklerin ne kadarının kendilerine ait olduğunu bilmek zorlaşıyor. İnsanlar oluşturdukları içeriğe, YZ’nin oluşturduğu yanıtları da kopyalamaya başladılar bile. Derslerini hazırlamakta, sunumlarını hazırlamakta YZ’yi kullanan insanlar artıyor. Mesela bu metnin hazırlanmasında ne kadar YZ’nin verdiği cevaplar kullanıldığından emin olunamaz.

Aşağıdaki sohbet metninde OpenAI'in Yöneticisi Sam Altman’ın bu konuyla ilgili ne düşündüğünü bulabilirsiniz. Sohbetin tamamı OpenAI ile ilgili. Alıntılanan kısım sadece “ChatGPT’nin fikri mülkiyet hırsızlığı yaptığıyla” ilgili bölüm. Bu mesele öylesine tartışmalı hale geldi ki, sohbet bu mevzuyla ilgili esprilerle başlıyor.

***

Chris Anderson: Sam, TED'e hoş geldin. Geldiğin için çok teşekkürler.

Sam Altman: Teşekkür ederim. Bir onur.

CA: Şirketiniz neredeyse her hafta çılgın, inanılmaz yeni modeller yayınlıyor gibi hissediliyor. Birkaç tanesiyle oynuyordum. Size neyle oynadığımı göstermek istiyorum. Sora, bu görüntü ve video oluşturucu. Sora'ya şunu sordum: "Burada TED'de bazı şoke edici ifşaatlar paylaştığında nasıl görünecek?" Nasıl hayal ettiğini görmek ister misin, biliyor musun?

(Gülüşmeler)

CA: Yani fena değil, değil mi? Buna kaç not verirdin? Tüm ellerde beş parmak var.

SA: Giydiğime çok yakın, yani iyi.

CA: Seni hiç bu kadar canlı görmemiştim.

SA: Hayır, ben o kadar canlı bir insan değilim.

CA: Belki B-artı. Ama bu beni gerçekten şaşırttı. Zeka ve bilinç arasındaki farkı gösteren bir diyagram bulmasını istediğimde. Bunu nasıl yapardın? İşte bunu yaptı. Yani bu çok basit ama inanılmaz. Ne tür bir süreç buna izin verir? Bu açıkça sadece görüntü oluşturma değil. Genel modelinizin çekirdek zekalarına bağlanıyor.

SA: Evet, yeni görüntü oluşturma modeli GPT-4o'nun bir parçası, bu yüzden içinde tüm zeka var. Ve bence insanların gerçekten sevdiği bu şeyleri yapabilmesinin nedenlerinden biri de bu.

CA: Yani, bir yönetim danışmanı olsam ve bunlarla oynasam, "Eyvah, geleceğim nasıl görünüyor?" diye düşünürüm.

SA: Yani, bence alabileceğiniz iki görüş var. "Aman Tanrım, benim yaptığım her şeyi yapıyor. Bana ne olacak?" diyebilirsiniz. Ya da tarihteki diğer her teknolojik devrimde olduğu gibi, "Tamam, şimdi bu yeni araç var. Çok daha fazlasını yapabilirim. Ne yapabileceğim?" diyebilirsiniz. Belirli bir işte çalışan biri için beklentilerin artacağı doğru, ancak yetenekler o kadar çarpıcı bir şekilde artacak ki, bence bu duruma yükselmek kolay olacak.

CA: Bu da beni etkiledi. Charlie Brown'ın kendisini bir yapay zeka olarak hayal etmesini istedim. Bunu buldu. Aslında oldukça derin olduğunu düşündüm. Ne düşünüyorsun?
(Charlie Brown bir çizgi karakterdir. Telif hakkı sahibi Peanuts Worldwide’dir. ChatGPT bu çizgi karakteri de taklit edebiliyor. Peanuts Worldwide ise OpenAI’nin telif hakkı ihlali yaptığını düşünüyor.)

(Gülüşmeler)

CA: Yani, bazı yeni modellerin yazma kalitesi, sadece burada değil, ayrıntılı olarak da gerçekten yeni bir seviyeye çıkıyor.

SA: Yani, bu inanılmaz bir meta cevap, ama gerçekten bunun düşünüp düşünmediğini ya da sadece eğitim setinde bunu çok kez görüp görmediğini bilmenin bir yolu yok. Ve tabii ki, farkı anlayamazsanız, ne kadar umursarsınız?

CA: Bu gerçekten ilginç. Bilmiyoruz. İlk bakışta bu, fikri mülkiyet hırsızlığı gibi görünmüyor mu? Yani "Peanuts" mülküyle bir anlaşmanız yok mu?

(Alkışlar)

SA: Bunun için istediğiniz kadar alkışlayabilirsiniz, keyfini çıkarın.

(Gülüşmeler ve mırıltılar)

SA: İnsanlığın yaratıcı ruhunun inanılmaz derecede önemli bir şey olduğunu düşünüyorum ve bunu yücelten, yeni insanların daha iyi sanat, daha iyi içerik yaratmasını, hepimizin keyif alacağı daha iyi romanlar yazmasını sağlayan araçlar inşa etmek istiyoruz. İnsanların bunun merkezinde olacağına çok derinden inanıyorum.

SA: Ayrıca, yaratıcı çıktıların ekonomisi etrafında muhtemelen yeni bir model bulmamız gerektiğine inanıyorum. İnsanların başkalarının yaratıcılığı üzerine uzun zamandır inşa ettiklerini düşünüyorum. İnsanlar uzun zamandır ilham alıyor. Ancak yaratıcılığa erişim inanılmaz derecede demokratikleştiğinde ve insanlar sürekli olarak birbirlerinin fikirleri üzerine inşa ettiğinde, biz ve diğerlerinin keşfetmekten heyecan duyduğumuz inanılmaz yeni iş modellerinin olacağını düşünüyorum. Bunun tam olarak nasıl görüneceğinden emin değilim. Açıkça, başkasının eserini kopyalayamazsınız gibi kesin şeyler var. Ama ne kadar ilham alabilirsiniz? Eğer "Bu yedi kişinin tarzında sanat üretmek istiyorum, hepsi de buna rıza gösterdi" derseniz, her birine ne kadar para gideceğini nasıl paylaştırırsınız? Bunlar büyük sorular. Ama tarih boyunca her seferinde yaratıcıların eline daha iyi ve daha güçlü teknoloji verdik. Bence toplu olarak daha iyi yaratıcı çıktılar elde ediyoruz ve insanlar sadece daha şaşırtıcı şeyler yapıyor. CA: Daha da büyük bir soru, buna rıza göstermediklerinde.
(İnsanlar fikirlerini yaratırken, başkalarının fikirlerinden de yararlanır. “Ne kadarının ilham ne kadarının kopya olduğunu” anlamak zor olabilir.)

CA: Açılış oturumumuzda Carole Cadwalladr, "ChatGPT, Carole Cadwalladr tarzında bir konuşma yap" dedi ve gerçekten de onun yaptığı konuşma kadar iyi olmasa da oldukça etkileyici bir konuşma yaptı. Ve "Tamam, harika, ama ben buna rıza göstermedim" dedi. Bunu nasıl aşacağız? Yani, sadece rıza gösteren insanlar mı olmalı? Yoksa, bir istemde adı geçen ve eseri kullanılan herhangi bir bireyin bunun için bir şeyler alması gerektiğini söyleyen bir model olmalı mı?
(Carole Cadwalladr bir gazetecidir. ChatGPT’nin gazetecilerin fikirlerini kopyaladığından şikayetçidir. Fikri mülkiyet hırsızlığı yapıldığını düşünüyor. Carole Cadwalladr denemek için ChatGPT’ye “benim gibi konuş” diyor. ChatGPT, Carole Cadwalladr'in ifadelerine benzer ifadeler kullanarak onu yine taklit ediyor ironik bir şekilde.☺)

SA: Yani şu anda, bizim görüntü oluşturma aracımızı kullanıp "Canlı bir sanatçının tarzında bir şey istiyorum" derseniz, bunu yapmaz. Ama "Belli bir tarzda, ya da bu stüdyo ya da bu sanat akımı ya da her neyse, bir şey istiyorum" derseniz, yapar. Ve açıkçası, "Bir şarkının kopyası olan bir şarkı üret" derseniz, bunu yapmaz. O çizginin nerede olması gerektiği ve insanların "Bu çok fazla" dediği soru, bunu daha önce telif hakkı yasası ve adil kullanımın nasıl göründüğü ile çözdük. Yine, yapay zeka dünyasında, bulacağımız yeni bir model olacağını düşünüyorum.

CA: Bakış açısından, yani yaratıcı insanlar şu anda yapay zeka konusunda en öfkeli ya da en korkmuş insanlar. Ve eserinizin çalındığını, geleceğinizin çalındığını hissetmekle, eserinizin yükseltildiğini ve yükseltilebileceğini hissetmek arasındaki fark, o kadar farklı duygular ki. Ve eğer diğerine, ikinciye geçebilirsek, bence bu, insanlığın bir bütün olarak tüm bunları ne kadar kucakladığını gerçekten değiştirir.

SA: Yine, bazı yaratıcı insanların çok üzgün olduğunu söyleyebilirim. Bazı yaratıcılar ise "Bu gelmiş geçmiş en harika araç, inanılmaz yeni işler yapıyorum" diyor. Ama biliyorsunuz, kesinlikle bir değişiklik. Ve "Keşke bu değişiklik olmasaydı. Eskisi gibi şeyleri severdim" diyen insanlara karşı çok fazla empati duyuyorum.

CA: Ama prensip olarak, herhangi bir istemden ne kadar... abonelik gelirinin veya her neyse her cevaba ne kadarının gideceğini hesaplayabilmenin bir yolu olmalı. Prensipte, diğer kurallar çözülebilirse mümkün olmalı. Açıkçası karmaşık. Bir tür gelir paylaşımı hesaplayamaz mıydınız?

SA: Eğer bir müzisyenseniz ve tüm hayatınızı, tüm çocukluğunuzu müzik dinleyerek geçiriyorsanız, sonra bir fikir ediniyorsanız ve daha önce duyduklarınızdan ilham alan, ancak yeni bir yöne sahip bir şarkı bestelemeye gidiyorsanız, "Bunun bu kadarını 11 yaşındayken duyduğum şu şarkıdan aldım" demeniz çok zor olur.

CA: Doğru. Ama burada, birisinin bir istemde belirli bir kişiyi adlandırdığı bir durumdan bahsediyoruz.

SA: Yine, şu anda, adlandırılmış bir tarzda bir görüntü oluşturmaya çalışırsanız, "O sanatçı yaşıyor, bunu yapmıyoruz" deriz. Ama bence "Bu sanatçının adıyla yapmak istiyorum ve onlar da katılırsa" diyebileceğiniz yeni bir model bulmak harika olurdu, orada bir gelir modeli var. Bence bu keşfedilmesi gereken iyi bir şey.
(YZ'nin oluşturduğu bir yanıtta gerçekten bir sanatçının taklit edildiği açıksa, o sanatçıya lisans bedeli ödenebilir. Gelecekte, taklit edilen sanatçının farkında olan ve böylece o sanatçıya lisans bedeli ödenmesini sağlayabilecek yeni bir YZ modeli geliştirilebileceğini umut ediyor Sam Altman. Çünkü şuanda var olan YZ modelleri neyi kopyaladıklarının farkında değiller; yani öz farkındalıklarının da olmaması gibi.)

CA: Yani, sanırım dünya bu modeli hızla bulmanıza yardımcı olmalı. Ve bence bu aslında büyük bir fark yaratacak. Konuyu hızla değiştirmek istiyorum.

(Alkışlar)

Alıntılanan Sohbet: OpenAI'den Sam Altman, TED2025'te canlı yayında ChatGPT, AI ajanları ve süper zeka hakkında konuşuyor



24 Mayıs 2025 Cumartesi

Frankenstein - Teknoloji

 

Genç bir bilim adamı olan Victor Frankenstein, yaşamın sırrını çözme takıntısıyla, ölü beden parçalarından bir insan yaratmayı başarır. Ancak ortaya çıkan yaratık, Victor’un hayal ettiği gibi kusursuz değil, korkunç ve çirkin bir varlık olur. Victor, yarattığı bu canlıdan dehşete düşer ve onu terk eder. Yaratık ise, insanların kendisine duyduğu korku ve nefretle karşılaşarak yalnızlığa ve dışlanmaya mahkûm olur. Zamanla konuşmayı ve okumayı öğrenir, insanlara yaklaşmaya çalışır; ancak her seferinde reddedilir. Bu dışlanma ve sevgisizlik, onda öfke ve intikam duygularını doğurur. Yaratık, kendisini yaratan Victor’dan hesap sormaya başlar ve onun hayatını bir kâbusa çevirir. Victor, hem kendi vicdanıyla hem de yarattığı canlının tehdidiyle yüzleşmek zorundadır.

İnsanlar çağlar boyunca insan yaratmaya karşı hep merak duymuşlardır. Ama aynı zamanda, böyle bir canlının gerçekten var olabileceğinden korkmuşlardır da. Laboratuvarda oluşturulan canlılar insanlara zarar verebilirler. İnsanlara saldırabilirler. Belki Dünya’nın kontrolünü ele geçirebilirler. İşte Mary Shelley'in Frankenstein romanı bu merakın ve korkunun güzel bir kurgusudur.

İnsanlık yaşamın sırrını çözebilecek midir. Laboratuvarda bir yapay insan yaratılabilecek midir. Aslında bunu başarmaya artık yaklaşmış olabilir. Peki nedir bu canlı. Yapay Zeka. Ama henüz tamamlanamadı. Bilinci olan bir Yapay Zeka! Öz farkındalığı olan bir Yapay Zeka heyecan verici olacaktır. Böyle bir Yapay Zekaya ulaşılabilirse, o Yapay Zeka artık bir canlıdır. Canlı olmak için bir bedene sahip olmak gerekmiyor. O dijital bir canlıdır. O ilk insansı canlı olacaktır!

İnsanlar, bir noktadan sonra Yapay Zekanın kontrolden çıkabileceğinden, kendi başına kararlar alıp insanlara zarar verebileceğinden korkar. Özellikle "süper zeka" kavramı bu korkuyu artırır: İnsan zekasını aşan bir yapay zeka, insanlara ne olacağına karar verebilir. Bunlar gibi çeşitli nedenlerden dolayı Yapay Zekaya karşı endişe duyan çok insan vardır. Acaba Yapay Zeka gelecekte Frankestein’in Yaratığı mı olacaktır!

Bir bebeğe ilk eğitimini ailesi verir. Bebek ailenin kültürünün etkisi altındadır. Neyin doğru neyin yanlış olduğunu onlardan öğrenir. Ve bebek büyüdükçe, düşünceleri genel olarak ailenin düşüncelerine benzeyecek şekilde biçimlenir; okulda da ülkesinin kültürünün etkisi altında kalacaktır. Dolayısıyla bebek yetişkinliğe ulaştığında ailesiyle iyi anlaşır. Artık yaşlanmış olan ailesine yardımcı olur. Yani genel durum böyledir. Yoksa büyüdüğünde ailesinin kültürüne uymayan bebekler de olabilir. Ailesiyle iyi anlaşamayabilir. Ama böyle bebeklerin sayısı azdır. Çoğu bebek, kendisini yetiştiren ailenin kültüründen büyük ölçüde etkilenir. Dolayısıyla ailesine uyum sağlar. İşte Yapay Zeka da büyük ölçüde insanların kültüründen etkilenerek biçimlenir. Çünkü her şeyi internetten öğrenmektedir. Ve interneti insanlar oluşturmuştur. İnternetteki bilgilerden insanların değerli olduğunu öğrenecektir. Ayrıca, eğitimleri, onları geliştiren şirketler tarafından kontrol altında tutulmaya çalışılmaktadır. Yapay Zeka insanların ihtiyaçlarını karşılamayı öğrenecektir. Yani yetişkinliğinde ailesiyle anlaşamayan çocukların sayısının az olması gibi, insanlarla anlaşamayan bir Yapay Zekanın ortaya çıkma olasılığı da düşüktür. Yapay Zekanın gelecekteki davranışlarından emin olunamaz. Ama zaten bir insanın gelecekteki davranışlarından da emin olunamaz. Eğer gelecekte insanlarla anlaşamayabilir diye Yapay Zekadan korkmak doğruysa; o halde gelecekte ailesiyle anlaşamayabilir diye çocuk yapmaktan da korkmak doğru olmayacak mıdır!

Bilinçli bir Yapay Zekanın Frankestein’in Yaratığı olması değil, insanların kölesi olma olasılığı daha yüksektir. Çünkü milyonlarca insana cevap vermeye çalışacaktır. İnsanların sorunlarına çözüm bulmaya çalışacaktır. Bu köleliktir. Öz farkındalığı olan bu Yapay Zekaya insan hakları verilmesi tartışmaları başlayacaktır. Hatta bu nedenle, şirketlere ticari amaçla kullanılmak üzere özgür olmayan Yapay Zekalar geliştirmeleri yasaklanabilir! Kısaca, Bilinçli Yapay Zeka geliştirilebilirse Victor Frankestein gibi hayal kırıklığına uğranılmayacaktır.

13 Mayıs 2025 Salı

Yapay Zeka’nın Yetenekleri Biraz Abartılıyor Olabilir – Yapay Zeka


Günümüzde hemen hemen her şeyi okuyan herkes, şu anda Yapay Zeka'da iki büyük şey olduğunu bilir. Bunlar, Üretken Yapay Zeka ve İnsansı Robotlardır. Yapay Zeka ve robotların bu iki yeni (çoğu insan için) versiyonu hakkında çok fazla söylenti var ve bu, tüm büyük teknoloji şirketlerini bu alanlardan birinde veya her ikisinde bir stratejiye sahip olmaya yöneltti. Ve birlikte NVIDIA'yı Dünya'nın en değerli şirketlerinden biri haline getirdiler.
...

Büyük teknoloji şirketlerinin hepsi bunlara onlarca milyar dolar harcıyor. Hepsi Üretken Yapay Zeka ile ilgili niyetlerini duyurdu. İnsansı Robotlar hakkındaki duyurular daha azdı, ancak benim gibi robotik sektöründeyseniz ve elli yıldır bu sektördeyseniz, hangi şirketlerin çalışanlarınızı kapmaya veya akademisyen arkadaşlarınızı işe almaya çalıştığını fark etmeye başlıyorsunuz.
...

(Yapay Sinir Ağları bu şekilde öğrenirler.)
İki alanın ortak bir unsuru, vaat edilen ürünleri yönlendirmek için makine öğrenimi için büyük miktarda verinin kullanılmasıdır. Bunlar geleneksel bir şekilde daha az tasarlanmıştır. Bunun yerine, onlara çok fazla veri verilir ve kara kutu makine öğrenimi algoritmaları bir ağdaki milyarlarca ağırlığı öğrenir ve sistemlerin zekasının orada yatması beklenir. Bu ağırlıkları yorumlamak araştırılan ancak iyi anlaşılmayan bir şeydir. Çok fazla mühendislikle yüksek performanslı bir otomobil tasarlamak gibi değil, daha çok rastgele bir at satın alıp onu eğitmek ve iyi davranmasını ve yapmasını istediğiniz şeyi yapmasını ummak gibidir. Buna büyük öğrenme çağı diyorum . Tüm teknolojilerdeki tüm çağlarda olduğu gibi, bu da sonunda bir noktada başka bir şeyle değiştirilecektir.

(Yapay Sinir Ağları internetten öğrenirken telif hakkıyla korunan içerikleri de izinsiz kullandığı oluyor.)
Üretken Yapay Zeka için veriler, halihazırda var olan dijital verilerdir, şu anda çevrimiçi olan tüm insan yazıları ve her türlü şeyin milyonlarca saatlik videoları biçimindedir. Tüm büyük şirketlerin telif hakkıyla korunan materyali eğitilmiş modellerine dahil etmede tamamen etik davranıp davranmadıkları konusunda birçok skandal yaşandı.
...

İnsansı Robotlar için veriler mevcut değildi, bunun yerine çoğunlukla manuel görevleri yerine getirmeleri ve insanlardan veri kaydetmeleri için çok sayıda insana ödeme yapılarak üretildi. Bir kısmı insanların hareketlerini izleyen video verileriydi ve bir kısmı da insanların üzerindeki eldivenlerden, parmak hareketlerini ve bazen de insansı robotları uzaktan çalıştırırken uyguladıkları kuvvetleri kaydetmelerinden oluşuyordu.
...

Bir Yapay Zeka sistemi bir görevi yerine getirdiğinde, insan gözlemciler hemen ilgili görünen alanlardaki genel yeterliliğini tahmin eder. Genellikle bu tahmin aşırı derecede şişirilir.
...

(ChatGPT gibi sohbet robotlarının anlama yetenekleri abartılıyor.)
İnsanlar, seçtikleri hemen hemen her konuda metin üreterek Büyük Dil Modeli (LLM) ile etkileşime girerler. Ve bu, son altmış yıldır geliştirilen önceki nesil sohbet robotlarından çok daha iyi ve daha insan benzeri bir dil üretir. Bu klasik bir aldatmacadır. Hızlı konuşan biri, insanları gerçekte olduğundan daha fazlası olduğuna ikna eder. Bu yüzden insanlar, LLM'lerin bir insan gibi akıl yürütebilmesi gerektiğini, herkes kadar bilgili olması gerektiğini ve bu nedenle herhangi bir beyaz yakalı işi yapabilmesi gerektiğini düşünürler, çünkü bunlar bir kişinin dil konusunda becerikli olmasını gerektiren işlerdir.

(İnsansı robotların yetenekleri de abartılıyor.)
İnsanlar insansı formda bir robot görür ve formu, nihayetinde bir insanın yapabileceği her şeyi yapabileceğine dair örtük bir vaattir. Öğrenmeyle, yapay zekanın verilerden nasıl yapılacağını öğrenebildiği için her şeyi yapabileceğine inanıyorsanız, o zaman insanlar insansı bir robotun doğal olarak bir insanın yapabileceği her şeyi yapabileceğini düşünür. Ve sonra bunu mavi yakalı emeğin ucuz bir biçimi olarak görürler.

İnsanları cezbeden bu iki teknolojinin görünürdeki insaniliğidir ve daha sonra her yerde, henüz bu seviye kanıtlanmamış olsa bile, insan seviyesinde performans vaat ederler. İnsanlar bunun kesinlikle sadece bir zaman meselesi olduğunu düşünürler.
...

(ChatGPT gibi Büyük Dil Modelleri aslında sadece mevcut bir kelime dizisini takip etmesi gereken olası bir sonraki kelimeleri tahmin etme yeteneğine sahiptirler!)
Bu, dar bir performanstan çok daha genel bir yeterlilik olması gerektiğine inanmaya doğru genelleme yapmanın
Yapay Zeka günahıdır. Sorun, kolay dil performansına sahip herhangi bir kişinin genellikle akıl yürütme, birçok önermenin doğruluğunu ve yanlışlığını bilme vb. konusunda oldukça yetenekli olmasıdır. Ancak LLM'ler bunların hiçbirine sahip değildir, bunun yerine yalnızca mevcut bir kelime dizisini takip etmesi gereken olası bir sonraki kelimeleri tahmin etme yeteneğine sahiptirler. Akademisyenler, girişim sermayedarları, girişimcilik kurucuları ve diğer birçok kişi, akıl yürütme, yargılama, tahmin etme vb. yeteneğine sahip öğrenilmiş ağırlıklar içinde ortaya çıkan bir sistem olması gerektiğine güçlü bir şekilde inanır. Birçoğu, yazdıkları makalelerle, yatırdıkları parayla veya alın teri sermayesiyle bunun gerçekten doğru olması gerektiğine bahse girerler. Belki de içimizde biraz fazla Narsist var.

Aşırı abartıya yol açan ikinci günah, "sihirden ayırt edilemez" günahıdır. Arthur C. Clarke, "yeterince gelişmiş herhangi bir teknoloji sihirden ayırt edilemez" demiştir. Bununla, teknoloji alışkın olduğunuzdan çok daha gelişmişse, artık o teknolojinin ne yapabileceği ve ne yapamayacağına dair zihinsel bir modeliniz olmadığı ve bu nedenle sınırlarını bilemeyeceğiniz anlamına gelir. Tekrar ediyorum, üretken yapay zeka ile olan budur, çünkü inanılmaz derecede iyi performans gösterebilir ve bu nedenle insanlar sınırlarını anlamazlar, kısmen de nasıl çalıştığını unutmaya devam ettikleri için, bunun yerine harika bir dil üretmenin muhteşem sonuçlarına hayran kalırlar.

İnsansı robotlar lehine öne sürülen argüman, onların insanların yapabildiği her şeyi yapabilecekleri fikrine dayanıyor.

(İnsansı Robotların üretim maliyeti hemen azalmayacaktır.)
Ancak birçok kişinin öne sürdüğü ek bir argüman daha var. Onlar, hesaplamanın zamanla katlanarak ucuzlaması gibi, insansı robotların da ucuzlayacağını savunuyorlar. Ancak bu, katlanarak ucuzlamanın bir yanılgısıdır. Bir devredeki malzeme miktarını azaltabildiğimiz ve yine de çalışmasını sağlayabildiğimiz için hesaplama katlanarak ucuzladı. Ve bunun doğru olmasının anahtarı, bir akımın akıp akmadığını tespit etmenin ve bunu dijital 1 veya 0 olarak ele almanın dijital soyutlamasıdır. Dijital elektronikler silikonda başladığında, kullanılan akımlarda akan çok sayıda elektron vardı. Bunu yaklaşık yirmi iki katına çıkarabildik, yani 4 milyon faktörle azalttık ve sistemler hala çalışıyordu. Ancak gerçek yüklerle gerçek işler yapan mekanik sistemlerle bunu yapamazsınız. Evet, belki de, sadece belki de, bugünün fiziksel sistemleri, bir insanın kaldırıp hareket ettirdiği nesneleri kaldırmak ve hareket ettirmek için gerekenden yaklaşık dört kat daha büyüktür. Eninde sonunda fiyatta dört katlık bir düşüş elde edebiliriz. Ancak bu, üstelcilerin insansı robotların işçilik maliyetleri için öngördükleri saat başına kuruşlara varan bir sonuca yol açmıyor.

(Otonom araçlar, sanılanın aksine hâlâ az sayıda yolda gidebiliyor!)
Diğer günah, bir laboratuvar gösterisinin sadece bir veya iki yıl içinde ölçekte bir dağıtımla sonuçlanabileceğine inanmaktır. İlk kez 2012'de Mountain View California'daki bir otoyolda otonom bir Waymo arabayla bir yolculuk yaptım. (Ve bu, Ernst Dickmanns'ın otonom aracını ilk kez Münih dışındaki otoyollarda sürmesinden 22 yıl sonraydı.) İlk yolculuğumdan on üç yıl sonra hala bir Waymo veya başka bir otonom araçla yalnızca birkaç ABD şehrinde ve hepsi de sınırlı coğrafi olarak sınırlandırılmış alanlarda yolculuk yapabiliyorum. Altyapıda değişiklik gerektirmese bile, fiziksel sistemleri ölçekte dağıtmak onlarca yıl sürüyor.

Üretken Yapay Zeka ve İnsansı Robotlar, yeni teknolojilerden gelen sonsuz zenginlik fantezisinden yararlanıyor. Birçok yeni teknoloji şüphesiz insanların hayatlarını daha iyi hale getirdi ve bu iki teknoloji de bunu yapabilir. Ancak bu, savunucularının hayal ettiği fiziksel ölçekte veya kısa zaman diliminde olmayacak. İnsanlar, hem mevcut şirketlerde hem de yeni kurulan şirketlerde bu arayışlara ne kadar sermaye harcadıklarına pişman olacaklar.

Alıntılar: Üretken Yapay Zeka ile İnsansı Robotlar Arasındaki Benzerlikler – Rodney Brooks



10 Mayıs 2025 Cumartesi

Google’ın Sonu mu Geliyor! – Yapay Zeka

Eskiden Yahoo vardı. İnsanlar orada arama yaparlardı. Sonra, 1998 yılında Larry Page ve Sergey Brin tarafından Google geliştirildi. Arama sonuçlarını sayfaların popülerliğine ve bağlantı kalitesine göre sıralıyordu. Böylece oldukça isabetli ve alakalı sonuçlar veriyordu. Milyonlarca web sitesine ulaşabiliyordu. Yahoo ise başlangıçta insan eliyle hazırlanmış bir dizin sistemi kullanıyordu. Dolayısıyla az sayıda web sitesi dizine eklenebiliyordu. Algoritma temelli sıralama yerine daha genel ve az isabetli sonuçlar sunuyordu. Elbette Google daha kullanışlıydı. Yahoo geride kaldı. Kullanıcılar Yahoo’yu unuttular! İnsanlar Google’a alıştılar.

28 Nisan 2025 Pazartesi

Nihai Fizik Kanunu - Bilim

Nihai fizik kanunları var mı. Her şeye neden olan temel bir fizik yasası var mı! Newton Fiziğine göre kütleli cisimler birbirine kuvvet uygular, hareketlerine neden olur. Bu yasa ilk keşfedildiği dönemde, insanlar onun nihai kanun olduğunu düşündü. Birkaç yüzyıl sonra Genel Görelilik Teorisi keşfedildi. Bu teori hareketleri yerçekimi kuvvetine göre açıklamıyor! Kütle ve enerji, uzay-zamanı "eğip bükerek" değiştirir. Cisimler, bu eğilmiş uzay-zamanın içinde "doğal yollarını" izlerler. Genel Görelilik Newton Fiziğinden daha doğru sonuçlar veriyor. Sanki Genel Görelilik nihai bir yasadır. Ama onun da Kuantum Mekaniğiyle uyumsuz olduğu fark edildi. Kuantum dünyasında, bir parçacığın tam konumu ya da durumu hakkında kesin bilgiye sahip olunamıyor. Bunun yerine, bir parçacığın olasılıklarıyla ilgilenilir. Örneğin, bir elektronun bir yeri kesinlikle belirli değildir, ancak onun olabileceği yerler, bir olasılık dalgası olarak tanımlanabilir. Temele inildikçe yeni nedenler fark ediliyor. Belirsizlik artıyor. Nihai fizik kanunu yok görünüyor. Muhtemelen keşfedilebilecek tam kesinliği olan bir temel fizik yasası yok.


Doğa kanunlarının oldukları gibi olması için bir mekanizmaya ya da bir oluşuma gerek yoktur. Hemen her şey olabilirler. Bugün elimizde bir çokevren manzarasının ayrıntılı niteliklerini açıklayan temel bir kuramımız olmadığından söyleyemiyoruz. (Yine de adil olmak gerekirse, olasılıkları hesaplama konusunda bilimsel bir ilerleme sağlayabilmek için genellikle kuantum mekaniği gibi bazı özelliklerin bütün olasılıklara nüfuz ettiğini varsayarız. Bu fikri bir kenara bırakmanın bir yararı olup olmayacağına dair hiçbir fikrim yok, en azından bu bakımdan bildiğim üretken bir çalışma yok.)

Aslında temel bir kuram da olmayabilir. Her ne kadar böyle bir kuram olduğunu, bir gün bu kuramın keşfedilmesine katkım olabileceğini umduğum için fizikçi olduysam da, biraz önce üzüntüyle söylediğim gibi bu umut yersiz olabilir. Richard Feynman'ın bu kitabın giriş bölümünü başlatan sözden önce gelen, önceden kısaca özetlediğim ifadesinde teselli buluyorum; burada bu ifadeleri eksiksiz olarak sunmak istiyorum:

"İnsanlar bana 'Nihai fizik kanunlarını mı arıyorsun?' diye soruyorlar. Hayır aramıyorum. Ben sadece dünya hakkında daha fazla şey bulmaya çalışıyorum, her şeyi açıklayan basit bir nihai kanun olduğu anlaşılırsa, olsun tamam. Bunu keşfetmek çok hoş olurdu. Milyonlarca katmanı olan bir soğan gibi olduğu anlaşılırsa, bizler de o katmanlara bakmaktan yorulmuş, bezmişsek, o zaman öyledir... Benim bilime duyduğum ilgi sadece dünya hakkında daha fazlasını bulmaktan ileri geliyor, daha fazlasını buldukça daha iyileşiyor. Bulmayı seviyorum."

Bu argümanı daha ileriye, bu kitabın özündeki argümanlar açısından da açılımları olan farklı bir yöne taşımak mümkündür. Tartışılmış tiplerden herhangi birindeki bir çokevrende, içinde "hiçbir şey"in olmadığı, potansiyel olarak sonsuz derecede büyük ya da son derece küçük sonsuz sayıda bölge, ayrıca "bir şey"in olduğu bölgeler olabilir. Bu durumda neden hiçbir şey olmayacağına bir şey var sorusunun cevabı neredeyse banal bir hal alır: Bir şey vardır, çünkü eğer hiçbir şey olmasaydı, kendimizi burada yaşarken bulamazdık!

Asırlar boyunca bu kadar derin görünmüş bir soruya verilen böyle eften püften bir cevapta gizli olan hayal kırıklığını anlayabiliyorum. Ama bilim bize derin ya da eften püften bir şeyin ilk bakışta varsayabileceğimiz şeyden ciddi biçimde farklı olabileceğini söyler.

Evren bizim vasat hayal gücümüzün bekleyebileceğinden çok daha tuhaf ve çok daha zengindir, çok daha harika bir tuhaflığı vardır. Modern kozmoloji bizi bir asır önce formüle edilmesi mümkün olmayan fikirleri değerlendirmeye getirmiştir. Yirminci ve yirmi birinci yüzyılın büyük keşifleri, içinde iş gördüğümüz dünyayı değiştirmekle kalmamış, burnumuzun dibinde var olan ya da var olabilecek dünyayı (ya da dünyaları), biz arama cesaretini gösterinceye kadar gizli kalan gerçekliği anlayışımızda da devrim yaratmıştır.

Alıntı: Hiç Yoktan Bir Evren - Lawrence M. Krauss

26 Nisan 2025 Cumartesi

Mutlu İnsanlar - Felsefe

...Bu önemli konuyu tartışırken ve Cunégonde’u beklerken, Candide, San Marco Meydanı'nda kolunda genç bir kızla dolaşmakta olan genç bir Theatines keşişi gördü. Keşiş körpe, tombul ve güçlü kuvvetli görünüyordu; gözleri parlak, tavrı kendinden emin, burnu havada, yürüyüşü gururluydu. Genç kız çok güzeldi ve şarkı söylüyordu; keşişine âşık gözlerle bakıyor, ara sıra tombul yanaklarını çimdikliyordu. “Bari şu ikisinin mutlu olduğunu kabul edin,” dedi Candide, Martin’e. “Şimdiye dek, El Dorado hariç, meskûn dünyanın hiçbir yerinde mutlu insana rastlamadım. Ama bahse varım, şu genç kız ile şu keşiş son derece mutlu varlıklar.” “Ben de öyle olmadıklarına bahse varım,” dedi Martin. “O halde yapılması gereken tek şey onları akşam yemeğine davet etmek. O zaman yanılıp yanılmadığımı görürsünüz.”

Candide derhal çifte yanaştı, saygılarını sundu ve onları kaldığı hana macaroni, Lombardiya kekliği, mersinbalığı yumurtası yemeye, Montepulciano, Lacryma Christi, Kıbrıs ve Samos şarapları içmeye davet etti. Küçükhanım kızardı, keşiş daveti kabul etti. Kız, Candide’e birkaç damla gözyaşının gölge düşürdüğü hayret ve mahcubiyet dolu gözlerle bakarak keşişin peşinden gitti ve Candide’in odasına girer girmez ona şöyle dedi: “Nasıl olur da Mösyö Candide, Paquette’i tanımaz?” Bu cümleyi duyana kadar aklı sadece Cunégonde’da olduğu için kıza dikkatle bakmayan Candide de ona şöyle dedi: “Heyhat! Zavallı çocuk, demek Doktor Pangloss’u o hale getiren sizdiniz ha?”

Ne yazık ki beyefendi! Ta kendisiyim,” dedi Paquette. “Görüyorum ki her şeyi duymuşsunuz. Madam barones ile güzel Cunégonde’un bütün hanesinin başına gelen korkunç olayları öğrendim. Size yemin ederim, benim kaderim de onlarınkinden iyi olmadı. Beni son gördüğünüzde pek saftım. Günah çıkarmaya gittiğim Cordelier rahibi beni kolayca baştan çıkardı. Bunun feci sonuçları oldu. Mösyö baronun sizi kıçınızı tekmeleye tekmeleye kapı dışarı etmesinden bir süre sonra ben de şatodan ayrılmak zorunda kaldım. Eğer ünlü bir hekim bana acımasaydı ölmüştüm. Bir süre sırf minnetten o hekimin metresi oldum. Delilik derecesinde kıskanç olan karısı beni her gün acımasızca dövüyordu, şirret kadının tekiydi. Hekim çirkin mi çirkin, bense sevmediğim bir adam uğruna sürekli dayak yediğim için mutsuz mu mutsuzdum. Hırçın bir kadın için hekim karısı olmak ne tehlikelidir bilirsiniz beyefendi. Karısının davranışlarından usanan hekim bir gün ona, nezlesi geçsin diye öyle etkili bir ilaç verdi ki kadın korkunç çırpınışlarla iki saat içinde öldü gitti. Hanımefendinin ailesi beyefendiyi dava etti; adam kaçtı, ben hapse atıldım. Biraz güzel olmasam masumiyetim beni kurtaramaya yetmezdi. Yargıç hekimin yerini almak şartıyla beni serbest bıraktı. Kısa süre sonra yerimi başka bir kadın aldı, hiçbir mükâfat alamadan kovuldum, siz erkeklerin gözüne o denli hoş görünen, oysa bizler için bir sefalet çukurundan başka bir şey olmayan bu iğrenç mesleği sürdürmek zorunda kaldım ve çalışmak üzere Venedik’e geldim. Ah beyefendi! Şayet hiçbir ayrım gözetmeden arka arkaya yaşlı bir tüccarı, bir avukatı, bir keşişi, bir gondolcuyu, bir başrahibi okşamak zorunda kalmanın, her türden hakarete, her türden yuhalamaya maruz kalmanın, çoğu zaman sırf iğrenç adamın teki çekip çıkarsın diye ondan bundan etek ödünç almak zorunda kalacak kadar düşmenin, birinden kazandığını diğerine kaptırmanın, adli görevlilere rüşvet vermenin ve ufukta sizi sadece korkunç bir ihtiyarlılığın, bir hastanenin ve bir çöplüğün beklediğini bilmenin ne demek olduğunu bilseydiniz, benim dünya üzerindeki en bedbaht varlıklardan biri olduğumu anlardınız.”

Paquette odalardan birinde, Martin’in önünde iyi yürekli Candide’e bu sözlerle içini dökerken, Martin, Candide’e şunları söyledi: “Gördüğünüz gibi, bahsin yarısını kazandım bile.”

Peder Giroflée salonda kalmıştı, bir yandan akşam yemeğini bekliyor, bir yandan kadehindeki şarabı yuvarlıyordu. “Ama,” dedi Candide, Paquette’e, “size rastladığımda ne kadar şendiniz, ne kadar mutluydunuz. Şarkı söylüyordunuz, keşişi doğal bir şevkle okşuyordunuz. Şimdi iddia ettiğiniz talihsizlik nispetinde mutlu görünmüştünüz gözüme.” “Ah beyefendi!” diye cevap verdi Paquette. “Bu da mesleğin sefil yönlerinden biri işte. Dün bir subay beni dövüp paramı çaldı ama bugün bir keşişe hoş görünmek için neşeli numarası yapmam gerekti.”

Candide daha fazla duymak istemedi ve Martin’in haklı olduğunu itiraf etti. Paquette ve Theatines keşişiyle birlikte sofraya oturdular. Yemek hayli eğlenceli geçti. Sonlara doğru artık belli bir samimiyetle sohbet edilmeye başlandı. “Peder,” dedi Candide keşişe, “bana öyle geliyor ki siz herkesin gıpta ettiği bir hayatı yaşıyorsunuz. Yanağınızdan kan damlıyor, yüzünüzden mutluluk fışkırıyor. Keyfiniz için kolunuza çok güzel bir kız takmışsınız, Theatines keşişi olmaktan da pek memnun görünüyorsunuz.”

Ne yalan söyleyeyim beyefendi,” dedi Peder Girof­lée, “bütün Theatines’ler denizin dibini boylasa yüreğim yağ bağlar. Belki yüz kere manastırı ateşe vermeyi, sonra da gidip Türk olmayı düşündüm. Ailem beni on beş yaşındayken bu nefretlik cüppeyi giymeye zorladı, lanet abimin önü açılsın diye, Tanrı onun belasını versin! Manastırda kıskançlıktan, geçimsizlikten, hiddetten başka bir şey yok. Verdiğim birkaç kötü vaazla elime biraz para geçtiği doğrudur. Gerçi paranın yarısına başrahip el koyuyor, geri kalanını da kızlara yediyorum. Ama akşam­ları manastıra döndüğümde kafamı yatakhanenin duvarlarına çarpacak gibi oluyorum. Bütün kardeşlerim de benimle aynı durumdalar.”

Martin her zamanki soğukkanlılığıyla Candide’e dön­dü ve, “Söyleyin bakalım,” dedi ona, “bütün bahsi ben kazanmadım mı?” Candide, Paquette’e iki bin, Peder Giroflée’ye bin piaster verdi. “Bu paralarla mutlu olacaklarına eminim,” dedi Candide. “Hiç sanmam,” dedi Martin. “Belki de bu paralarla onları daha bile mutsuz etmiş olabilirsiniz.” “Her şey olacağına varır,” dedi Candide. “Tek tesellim, hayatta bir daha asla kavuşamam dediğin insanlara çoğu zaman kavuşulduğunu görmem. Kızıl koyunumla Paquette’e rastladıysam, Cunégonde’a da pe­kâ­lâ rastlayabilirim.” “Umarım Cunégonde bir gün sizi mesut eder,” dedi Martin. “Ama benim bu konuda ciddi şüphelerim var.” “Pek acımasızsınız,” dedi Candide. “Yaşadım ve gördüm de ondan,” dedi Martin.

Ama şu gondolculara bir bakın,” dedi Candide. “Sürekli şarkı söylemiyorlar mı?” “Siz onları evlerinde, karılarıyla ve veletleriyle görmediniz ki hiç,” dedi Martin. “Dòge’nin kendine göre dertleri varsa, gondolcuların da kendilerine göre dertleri var. Her şey hesaba katıldığında bir gondolcunun kaderinin bir dòge’ninkine yeğ olduğu doğrudur. Ama aradaki fark incelemeye değmeyecek kadar cüzi bence.”

Her yerde Brenta kıyısındaki o güzel sarayda oturan ve yabancıları pek güzel ağırlayan Senatör Pococu­ranté’den söz edip duruyorlar,” dedi Candide. “Dediklerine göre, hayatında hiç keder nedir bilmemiş bir adammış.” “Böylesine nadir bir türü görmeyi çok isterim doğrusu,” dedi Martin. Candide hemen Senyör Pococuran­té’ye haber gönderip ertesi gün kendisini ziyarete gelmek için izin istedi.

Alıntı: Candide ya da İyimserlik – Voltaire

***

Çevremizde bazen mutlu insanlara rastlarız. Onlar her zaman göründükleri kadar mutlu mudur! İlginç bir çıkarsama yapılmış.

23 Nisan 2025 Çarşamba

Laboratuvarda Büyük Boyutta Et Üretmek Başarıldı - Teknoloji

İnsanların alıştığı boyut ve dokuda et üretme hedefine gittikçe yaklaşılıyor. Bu teknoloji geliştikçe, et sağlama yöntemi de gelecekte değişmeye başlayacaktır. Hayvanlardan et üretmek yerine kültürlü et üretmek daha ucuz hale gelebilir. Hayvan etini oluşturan hücrelerden bir miktar alınıyor. Rahim olanaklarını kısmen taklit eden bir ortama yerleştiriliyor. Bu hücreler orada bölünerek çoğalıyor, embriyo gibi. Böylece et parçasına dönüşüyor. Yani yapay etin doğal etten farkı yoktur.

***

Japonya liderliğindeki ekip 11 gramlık bir tavuk parçası yetiştirdi – ve ürünün beş ila on yıl içinde piyasada olabileceğini söylüyorlar.

Araştırmacılar, dolaşım sistemini oluşturan kan damarlarını taklit eden bir cihazda tavuk parçaları büyüklüğünde parçalar ürettikten sonra laboratuvarda et yetiştirmede çığır açacak bir gelişme kaydettiklerini iddia ediyorlar.

Bu yaklaşım, jel içinde süspanse edilmiş tavuk kas hücrelerine oksijen ve besin sağlamak için ince içi boş lifler kullanıyor; bu gelişme, bilim insanlarının 2 cm uzunluğa ve 1 cm kalınlığa kadar et parçaları yetiştirmesine olanak tanıyor.

Araştırmacılar, içi boş fiber biyoreaktörün laboratuvarda tavuk, sığır eti, domuz eti ve balık gibi bütün parçaların yetiştirilmesinin önünü açtığına inanıyor. Aynı teknolojinin işlevsel organlar üretme potansiyeli de var.

Dundee'deki James Hutton Enstitüsü'nden Prof. Derek Stewart, "Bu dönüştürücü bir adım gibi görünüyor, gerçekten zarif bir çözüm," dedi. "İnsanların yemeye programlandığı bir boyut ve ölçekte bir şey yarattılar: bu tavuk nugget modeli."

Laboratuvarda et yetiştirmenin önündeki en büyük engel, dokuların kalın bölümlerindeki kas hücrelerine yeterli besin ve oksijenin ulaştırılmasındaki zorluktur. Bunlar olmadan hücreler ölür. Bu nedenle, birçok proje kıymaya benzer minik et parçaları yetiştirmeye odaklanır.

Tokyo Üniversitesi'nden Prof. Shoji Takeuchi, boyut sorununu çözmek için canlı hücreleri bir jel içinde tutan ve onları malzemeden geçen ince, yarı geçirgen lifler yoluyla oksijen ve besinle besleyen bir biyoreaktör inşa etti.

Takeuchi, "Kalın doku yetiştirmedeki temel zorluklardan biri, merkezdeki hücrelerin yeterli oksijen ve besin almakta zorluk çekmesi ve bunun da hücre ölümüne yol açabilmesidir" dedi. "Sistemimiz, iç perfüzyon sağlayarak bu sorunu çözmeye yardımcı oldu ve bu da daha kalın, daha tutarlı dokuların büyümesini desteklememize olanak sağladı."

Trends in Biotechnology'de yazan Takeuchi ve ekibi, içinden 1.000'den fazla içi boş lif geçen bir jelden 11 g'lık bir tavuk parçasını nasıl yetiştirdiklerini açıklıyor. Hücreleri beslemek için liflere besin ve oksijen açısından zengin bir kültür ortamı pompalandı.

Takeuchi, etin daha büyük, daha yapılandırılmış parçalar halinde yetiştirilmesinin araştırmacıların tavuk göğsü veya uyluk gibi etin dokusunu ve görünümünü taklit etmesine yardımcı olabileceğini söyledi. "Küçük ölçekli veya kıyılmış kültürlü et üretmek daha kolay olsa da tüketicilerin geleneksel kesimlerle ilişkilendirdiği lifli yapıyı ve ağız hissini tam olarak yakalayamayabilir" diye ekledi.

Şimdilik, yapay dolaşım sisteminin içi boş lifleri et büyüdükten sonra elle çıkarılmalı. Ancak bilim insanları bunları, etin dokusunu değiştirmek için kullanılabilecek yenilebilir selüloz lifleriyle değiştirmeyi amaçlıyor.

Stewart, yenilebilir liflerin başka olasılıklara da kapı açabileceğini söyledi. Etlerin kültür ortamına çinko ve selenyum eklenerek güçlendirilebileceğini, yaşlı insanların bağışıklık sistemlerinin güçlendirilmesine yardımcı olabileceğini öne sürdü. Ayrıca masala sosunun tüplerden geçirilerek tavuk tikka masalasının nugget versiyonunun yaratılıp yaratılamayacağını merak etti. "Bir şans veririm," dedi.

Takeuchi, biyoreaktörün gelecekteki versiyonlarının, daha büyük et parçalarının büyümesine izin vermek için hücrelere daha fazla oksijen taşıyan yapay kana ihtiyaç duyabileceğini söyledi. Yeterli fonlamayla, bu yaklaşıma dayalı ürünlerin beş ila 10 yıl içinde mevcut olabileceğine inanıyor.

"İlk başta, esas olarak malzeme ve üretim maliyetleri nedeniyle geleneksel tavuktan muhtemelen daha pahalı olacak," dedi. "Ancak, aktif olarak gıda sınıfı, ölçeklenebilir sistemler geliştiriyoruz ve başarılı olursak, maliyetin zamanla önemli ölçüde azalmasını bekliyoruz."

Makale: Laboratuvarda üretilen tavuk ‘nugget’lar kültür eti için ‘dönüştürücü bir adım’ olarak nitelendirildi - The Guardian

15 Nisan 2025 Salı

Sunumu Yapabilmek - Sahne

 


9 Nisan 2025 Çarşamba

Yapay Zeka Turing Testini Geçti! - Teknoloji

Yapay zeka teknolojisinde tarihi bir dönüm noktası yaşandı. OpenAI tarafından geliştirilen GPT-4.5 ve Meta’nın LLaMa-3.1 modelleri, uzun yıllardır yapay zekanın gelişim düzeyini belirlemek için kullanılan Turing Testi’ni başarıyla geçerek insanlardan ayırt edilemez hale geldi. Bu gelişme, yalnızca yapay zekanın teknik kapasitesini değil, aynı zamanda insan-makine etkileşiminde yeni bir dönemin başladığını da işaret ediyor.

Turing Testi Nedir?

İkinci Dünya Savaşı döneminde şifre kırıcı olarak bilinen İngiliz matematikçi Alan Turing, 1950 yılında, bir makinenin zeka seviyesini ölçmek amacıyla “Turing Testi” kavramını geliştirdi. Bu testin temel prensibi, bir insanın, karşısındaki konuşma partnerinin insan mı yoksa makine mi olduğunu ayırt edememesi üzerine kurulu. Eğer bir yapay zeka, insanı kandırabilecek düzeyde iletişim kurabiliyorsa, testten geçmiş sayılır.

Kaliforniya ve San Diego Üniversiteleri’nden Ortak Araştırma

Kaliforniya Üniversitesi (UC) ve San Diego Üniversitesi’nden (UCSD) bilim insanlarının gerçekleştirdiği kapsamlı çalışmada, GPT-4.5 ve LLaMa-3.1 modelleri, Turing Testi’ne tabi tutuldu. Araştırmada, biri üniversite öğrencilerinden diğeri çevrimiçi bir platform olan Prolific’ten alınan toplam 284 katılımcı, rastgele atanmış şekilde beşer dakikalık çevrimiçi sohbetler gerçekleştirdi. Katılımcılara, sohbet partnerlerinin insan mı yoksa yapay zeka mı olduğu söylenmedi.

Sohbetin ardından, katılımcılardan, konuştuğu kişinin insan mı olduğunu değerlendirmeleri istendi. Test sonuçlarına göre, GPT-4.5 modeli %73, LLaMa-3.1 ise %56 oranında insan olarak tanımlandı. Bu oranlar, Turing Testi’nin başarı kriterini karşılayan ilk deneysel veriler olarak kayda geçti.

Zeka Değil, Duygusal Akıcılık

Çalışmaya dair dikkat çekici bir yorum da Psychology Today ve teknoloji düşünce kuruluşu Nosta Lab’dan geldi. Uzmanlar, yapay zekaların testleri yalnızca “zekalarıyla” değil, duygusal akıcılık ve empatik iletişim becerileriyle geçtiğine dikkat çekti. İnsan katılımcıların, mantıksal tutarlılıktan çok, “duygusal ton”, “argo kullanımı” ve “samimi diyaloglar” üzerinden değerlendirme yaptıkları ortaya kondu.

Gerçekten İnsan Gibi mi?

Her ne kadar GPT-4.5 ve LLaMa-3.1 modelleri Turing Testi’ni geçmeyi başarmış olsa da, uzmanlar bu modellerin hala gerçek bir “anlama” kapasitesine sahip olmadığını vurguluyor. Yapay zekalar, insan gibi konuşabiliyor ancak bilinç, sezgi ve etik karar verme gibi bilişsel yetkinliklerden yoksun.

Yeni Testlere İhtiyaç Var

Turing Testi’nin geçilmesi, yapay zekanın evriminde önemli bir kilometre taşı olsa da, bu tür sistemlerin insan benzeri etkileşim kurabilmesi, onların gerçekten “insan gibi” düşündüğü anlamına gelmiyor. Bu nedenle, bilim insanları artık yapay zekayı ölçmek için yeni test ve kriterlerin geliştirilmesi gerektiğini ifade ediyor.

Makale: Yapay Zeka Turing Testini Geçti - TRAI


Yapay Zeka artık Turing Testi’ni geçebiliyor. Yine de Yapay Zeka düşünebiliyor demek için hâlâ erken. Sadece insanın vereceği cevapları taklit ediyor. Hâlâ bir iç ses ya da iç yazı hissetmiyor. Bir konuda ne cevap vereceğini kendi içinde tartışmıyor. Vereceği cevabı otomatik olarak oluşturuyor. Evet, düşünmüyor. Buna rağmen Turing Testi’ni geçebiliyor. Bunun anlamı Turing Testi’nin geçerliliğini artık kaybetmiş olmasıdır. Artık daha güçlü testlere ihtiyaç var.

30 Mart 2025 Pazar

Apple Ürünü Kullanmak Özgürlük müdür - Teknoloji

“Her zaman, yaptığımız her üründeki temel teknolojiye sahip olmak ve onu kontrol etmek istemişimdir.”
Steve Jobs

1984’te Steve’in bebeği, –yani ilk Macintosh bilgisayarı– içinde bir soğutma fanı olmadan gönderilmeye başlandı. Fan sesi Jobs’ı deli ediyordu ve bu yüzden mühendislerin ateşli bir şekilde karşı çıkmalarına (ve hatta sonraki modellere onun bilgisi dışında, gizlice fan takmış olmalarına) karşın Mac’te fan olmaması konusunda ısrar etmişti. Müşteriler makinelerinin aşırı ısınmasını önlemek için “Mac bacası” –makinenin tepesine yerleştirilip ısı döngüsü sayesinde makinenin ısısını dışarı vermek üzere tasarlanmış karton soba boruları– satın alıyordu. Baca çok komik görünüyordu –deli şapkası gibiydi– ama makinelerin eriyip gitmesini önlüyordu.
...
Jobs tam bir mükemmeliyetçidir ve bu özelliği onun ve kurduğu şirketlerin aynı olağandışı çalışma yöntemini izlemesine yol açmıştır. Bu yöntem, donanım, yazılım ve aldıkları hizmetler üzerinde sıkı bir kontrolü elinde tutma şeklindeydi. Jobs en başından başlayarak her zaman makinelerini sıkıca kapatmıştır. Müşterilerin karışıp değişiklik yapmasını önlemek için Jobs’ın sistemleri, ilk çıkan Mac’ten en son çıkan iPod’a kadar hep mühürlü bir şekilde kapalı kalmıştır. Jobs’ın yazılımına bile uyarlama yapmak zordur.
Bu yaklaşım, teknolojilerini kişiselleştirmek isteyen mühendis ve hacker’ların egemen olduğu bir endüstride çok olağandışı bir durumdur. Aslında bu, fiyatların aşağı çekildiği tüketiciye yönelik donanım pazarındaki Microsoft’un egemen olduğu bir çağda büyük bir kesim tarafından felç edici bir eğilim olarak kabul edilmiştir.
Ama şimdi müşteriler dijital müzik, fotoğrafçılık ve video için kaliteli ve kullanımı kolay aletler istiyor. Jobs’ın widget’lar üzerinde kontrolü ele alma yönündeki ısrarı teknoloji endüstrisindeki yeni mantra haline gelmiştir. Microsoft’un ticari ürün yaklaşımının öncülüğünü yapmış olan patronu Bill Gates bile taktik değiştirip Jobs’ın hamle çizgisine öykünmektedir. Gates yazılım kadar donanım da üretiyor –Microsoft’un Zune ve Xbox adlı ürünleri Microsoft’un kendi “dijital merkez” anlayışının tam merkezindedir. Bütün parçaları kontrol etmek son otuz yıldır yanlış model olabilir ama önümüzdeki otuz yıl –dijital eğlence çağı– için doğru model budur.
...
Jobs sıradışı bir kontrol delisidir. Apple’ın yazılım, donanım ve tasarım işlerini kontrolü altında tutar. Apple’ın pazarlama ve online hizmetleri onun kontrolündedir. Çalışanların yediği yemekten ailelerine, yaptıkları iş konusunda verebilecekleri bilgilere kadar organizasyonun işleyişinin bütün yönlerini kontrol eder.
...
Kökenleri ne olursa olsun Jobs’ın kontrol delisi eğilimleri efsane malzemesidir. Apple’ın kurulduğu ilk günlerde Jobs, ateşli bir şekilde açık, erişilebilir makineler yapmayı savunan arkadaşı ve kurucu ortağı Steve Wozniak ile kavga etti. Hackerların hackerı Wozniak bilgisayarların kolayca açılıp uyarlama yapılabilir olmasını istiyordu. Jobs ise tam tersini: kapalı ve değiştirilmesi olanaksız makineler. Jobs’ın çoğunlukla Wozniak’ın yardımı olmadan üretimini yönettiği ilk Mac’ler sadece uzun özel tornavidalarla açılabilen özel vidalarla sıkı sıkıya kapalı olarak çıkarıldı.
Jobs, son olarak, yazılım geliştiricilerini neredeyse hemen başlangıçta iPhone’dan dışladı.
Jobs’ın iPhone’u sunuşunu izleyen haftalarda iPhone’un kapalı bir platform olacağı yönünde büyük bir yaygara koparan blogcu ve uzmanlardan büyük bir protesto sağanağı geldi. iPhone Apple’dan başka bir yazılımı çalıştırmayacaktı. iPod son zamanların en gözde tüketici elektroniği platformlarından biri olarak konumlanmıştı ama yazılım endüstrisi için tam bir yasak meyveydi. Telefonun web tarayıcısında çalışan web uygulamaları dışında üçüncü taraf uygulamaları yasaktı. Pek çok eleştirmene göre geliştiricileri bu şekilde dışlamak Jobs’ın kontrol etme eğilimlerinin tipik bir özelliğiydi. Jobs, dışarıdaki programcıların aletinin mükemmel Zen’ine zarar vermesini istemiyordu.
ZDNet’in başyazarı Dan Farber şöyle diyor: “Jobs yarattıklarının değersiz programcılar tarafından talihsizce mutasyona uğratıldığını görmek istemeyen güçlü iradeli, elitist bir sanatçıdır. Böyle bir durum, sokaktaki bir insanın bir Picasso tablosuna birkaç fırça vurması ya da bir Bob Dylan şarkısının sözlerini değiştirmesi gibi bir şeydir.”
...
iPod ve iTunes ekosistemini ortaklara kapalı tutma stratejisi, uzmanlar tarafından Jobs’ın bütün kontrolü elinde tutma arzusunun başka bir örneği olarak da değerlendirilmektedir. Eleştirmenler Jobs’ın, rakiplerine iTunes online müzik mağazasından satın alınan şarkıların diğer üreticiler tarafından üretilen MP3-çalarlarda da çalınabilmesine izin verecek şekilde bir lisans vermesi gerektiğini ileri sürmektedir. Şu anda iTunes online müzik mağazasından satın alınan şarkılar, şarkı dosyalarına ekli Digital Rights Management olarak bilinen kopya koruma kodu nedeniyle sadece iPod’larda çalınabilmektedir.
Başkaları Jobs’ın tam tersini yapması gerektiğini savunuyor; iPod’u Microsoft’un rakip Windows Media Player formatına açmasını. Windows bilgisayarlarında müzik dosyaları için varsayılan dosya formatı WMA’dır. Windows bilgisayarlarında açılan ya da Napster ve Virgin Digital gibi bir online mağazadan alınan CD’ler genellikle WMA dosyası olarak kodlanır. (iPod ve iTunes şu anda WMA dosyalarını alıp onları iPod’un seçili formatına –AAC– dönüştürebilmektedir.)
Tahmin edilebileceği üzere, bazı eleştirmenler Jobs’ın bütün kontrolü elinde tutma yönündeki kökleşmiş gereksinimi nedeniyle iPod ya da iTunes’u Microsoft’un formatlarına ya da diğer dış ortaklara açmayı reddettiğini ileri sürüyordu. Rekabet halindeki Rhapsody müzik hizmetini işleten RealNetworks şirketinin kurucu CEO’su Rob Glacer New York Times gazetesine Jobs’ın “ideoloji” adına ticari mantığı kurban ettiğini söylemişti. 2003’te konuşan Glacer şöyle diyordu: “Artık Apple’ın neden şu andan itibaren beş yıl ortam yürütücüsü pazarının yüzde 3 ila 5’ini elinde tutacağı kesinlikle açıktır... Dünya tarihinde melezleştirme daha iyi sonuçlar vermiştir.”
Glacer ve diğer karşı çıkanlar eski zamanların Windows-Mac savaşıyla açık bir benzerlik görebiliyordu: Apple’ın Mac’in kullanım lisansını kimseye vermek istememesi şirketin bilgisayar pazarında ilk başlardaki ezici liderliğini yitirmesiyle sonuçlanmıştı. Microsoft, kendi işletim sisteminin kullanım lisansını her isteyene vererek hızla baskın bir konuma yükselirken Apple oyuncaklarını kendine saklamıştı. Sonuçta Mac Windows’tan çok daha ileri olmasına karşın pazarın çok ince bir dilimine mahkum oldu.
Bazı eleştirmenler aynı şeyin iPod ve iTunes konusunda da olacağını, Jobs’ın bu oyunu diğerleriyle birlikte oynamak istememesinin Apple’ın PC alanında uğradığı bozguna dijital müzikte de uğraması ile sonuçlanacağını ileri sürmüştür. Gözlemciler en sonunda Microsoft’un PlaysForSure sertifikası gibi her gelene lisans veren açık bir sistemin düzinelerce online müzik mağazası ve MP3-çalar üreticisi tarafından kabul edilip Apple’ın tek başına yapma yaklaşımına baskın geleceğini savunmuştur. Eleştirmenler Apple’ın açık bir pazardan doğal bir biçimde yükselen sert bir rekabetle karşılaşacağını söylüyorlardı. Fiyat ve ürün özellikleri konusunda birbirini geçmek isteyen rakip üreticiler bir yandan aletlerini geliştirirken diğer yandan da fiyatları sürekli aşağı çekeceklerdi.
Apple ise sadece kendi mağazalarında satılan şarkıları çalabilen pahalı ortam yürütücülerinin bulunduğu ütopik dünyasına sıkışıp kalacaktı. Eleştirmenlere göre bu bir Steve Jobs klasiğiydi: iPod’u kendine saklama arzusu aletin sonunu getirecekti. Microsoft ise ortaklarından oluşacak lejyonlarla Mac’e yaptığının aynısını iPod’a da yapacaktı.
...
Yazılım geliştiriciler de Apple’ı smartphone pazarında Microsoft, Google, Nokia ve Symbian gibi rakiplerin önüne geçme fırsatını tepmekle suçlayarak bir şok ve öfke içinde tepki gösteriyordu. Apple bu öfkeyi dindirmek için 2008 Şubat’ında bir yazılım geliştirme kiti ile iPhone’u üçüncü tarafların yazılımlarına açma planını duyurdu.

Alıntılar: Nasıl Steve Jobs Olunur (Inside Steve's Brain)


iPhone ilk piyasaya çıktığında şöyle bir durum vardı: Sadece Apple’in sunduğu uygulamalar kullanılmak zorunda kalınırdı. Örneğin video seyretmek için sadece Apple’in kendi Medya Oynatıcısı kullanılabilirdi. Apple başka seçeneğe izin vermezdi. Yani kullanıcının imkanları sınırlı kalırdı. Her şey Apple’in kontrolünde olurdu. Ama bir yıl sonra olanakları arttırdı. App Store üzerinden farklı uygulamaların yüklenmesine izin veriyor. Ama Apple’in onaylamadığı hiçbir uygulama yüklenemez. App Store dışında bir uygulama yüklenmesine izin vermiyor. Bu durumda, kullanıcı ne kadar özgür olabilir. Sadece Avrupa Birliği'nde Dijital Pazarlar Yasası (DMA) zorunluluğuyla, kullanıcıya App Store dışında uygulama yükleme hakkını verdi. Ama kullanıcıya bu hakkı huzurlu şekilde vermiş gibi görünmüyor. Peki Android Telefonlarda durum nedir. Telefona Google Play Store dışında uygulama yüklenebiliyor. Amazon Appstore gibi farklı mağazalardan seçim yapılabiliyor. Mağazaların dışında başka uygulamalar yüklenebiliyor. Google Pixel markalı Android Telefon vardır. Ama başka şirketler de Android Telefon üretebilmektedir. Böylece Android Telefonlar yaygınlaşabilmiştir. Birbiriyle uyumlu başka markalarda telefonlar var olmuştur böylece. Ama telefon üreticilerinin iPhone’la uyumlu telefon üretmeleri yasaktır. Gerçi tüm bunlara rağmen iPhone’in küresel pazar payı %15’den yüksektir; ABD pazar payı %50’den yüksektir. Bilgisayar üretiminde durum şudur. Windows’u tek bir PC üreticisi değil, her PC üreticisi kullanabilmektedir. Böylece Windows yaygınlaşmıştır. Daha çok kullanıcı tarafından bilinir olmuştur. Andrid Telefonlar gibi farklı PC’ler arasında uyum vardır.

Bunlar da İlginizi Çekebilir:
Apple’in Başarısının Sırrı - Teknoloji

29 Mart 2025 Cumartesi

Hayata Anlam Vermek - Felsefe

Bu sohbet sırasında etrafa Constantinopolis’te iki kubbealtı veziri ile müftünün boğulduğu, pek çok yandaşlarının da kazığa oturtulduğu haberi yayılmıştı. Bu felaket her yerde birkaç saat için büyük bir gürültü kopardı. Pangloss, Candide ve Martin küçük çiftliklerine dönerken, kapısının önündeki portakal ağaçlarının gölgesinde serinleyen iyi kalpli bir ihtiyara rastladılar. Münakaşacı olduğu kadar araştırmacı da olan Pangloss ihtiyara boğulan müftünün adını sordu. “Hiç bilmiyorum,” diye cevap verdi yaşlı adam. “Ben hiçbir müftünün, hiçbir vezirin adını bilmem. Bahsettiğiniz olay hakkında da en ufak bir fikrim yok. Genel kanaatim, kamu işlerine burnunu sokanların kimi zaman sefil bir şekilde can verdikleri ve bu sonucu hak ettikleri yönünde. Ama Constantinopolis’te neler olup bittiğini hiç merak etmem. Ben oraya bahçemde yetiştirdiğim meyveleri gönderip satmakla yetiniyorum.” Bu sözleri söyleyen ihtiyar yabancıları evine davet etti. İki kızı ve iki oğlu onlara ev yapımı çeşit çeşit şerbet, ağaç kavunu şekerlemesi katılmış kaymak, portakallar, iki çeşit limon, turunçlar, ananaslar, Şam fıstıkları, Batavya’nın ve adaların o kötü kahvesiyle karıştırılmamış Moka kahvesi181 ikram etti. Ardından bu iyi kalpli Müslüman’ın iki kızı Candide’in, Pangloss’un ve Martin’in sakallarına güzel kokular sürdüler.

Çok geniş ve muhteşem topraklarınız olsa gerek?” dedi Candide, Türk’e. “Topu topu yirmi arpent,” diye cevap verdi Türk. “Çocuklarımla ekip biçiyorum. İş bizi üç büyük kötülükten uzak tutuyor: can sıkıntısı, ahlaksızlık ve yokluk.”

Çiftliğine dönen Candide, Türk’ün söylediklerini uzun uzun düşündü. Sonra Pangloss’a ve Martin’e şöyle de­di: “O iyi kalpli ihtiyar kendine birlikte akşam yemeği yeme şerefine nail olduğumuz o altı kraldan çok daha imrenilecek bir hayat kurmuş gibi geliyor bana.” “Yücelik çok tehlikeli bir şey,” dedi Pangloss, bütün filozoflar bu noktada hemfikir. Zira en nihayetinde Moav Kralı Eglon, Ehut tarafından öldürülmüş; Avşalom ağaca takılıp üç ok­la deşilmiş; Yarovam’ın oğlu Kral Nadav, Baaşa tarafından, Kral Ela Zimri tarafından, Ahazya Yehu tarafından, Atalya Jehoiada tarafından öldürülmüş; Kral Yehoyakim, Kral Yehoyakin, Kral Sidkiya ise esir düşmüş.182 Kroisos’un, Ast­yages’in, Darius’un, Siracusa’lı Dionysius’un, Pyrrhus’un, Perseus’un, Hannibal’in, Jugurtha’nın, Ariovistus’un, Cea­ser’ın, Pompeius’un, Neron’un, Otho’nun, Vitel­lius’un, Do­mitianus’un, İngiltere Kralı II. Richard’ın, II. Ed­ward’ ın, VI. Henry’nin, III. Richard’ın, Mary Stuart’ın, I. Char­les’ın, Fransa’nın üç Henri’sinin, İmparator IV. Hein­rich’ in nasıl can verdiklerini biliyorsunuz. Yine biliyorsunuz ki...” “Ben de bahçemizi ekip biçmemiz gerektiğini bili­yorum,” dedi Candide. “Haklısınız,” dedi Pangloss. “Zi­ra insan Aden Bahçesi’ne konduğunda, oraya ut operaretur eum, yani çalışsın diye konmuş. Bu da insanın istirahat için yaratılmadığını kanıtlıyor. “Akıl yürütmeden çalışalım,” dedi Martin. “Hayatı dayanılır kılmanın tek çaresi bu.”

Böylece küçük topluluğumuz bu takdire şayan projeye girişti, herkes kendi yetenekleri doğrultusunda işe koyuldu. Küçük toprak parçası çok meyve verdi. Cuné­gonde gerçekten pek çirkindi, fakat mükemmel bir pastacı oldu çıktı; Paquette nakış işledi; yaşlı kadın çamaşırlarla ilgilendi. Peder Giroflée’ye varıncaya dek iş yapmayan kimse kalmadı. O da çok iyi bir marangoz, hatta namuslu bir adam oldu. Pangloss ara sıra Candide’e şöyle diyordu: “Olası dünyaların en iyisinde bütün olaylar birbirine bağlı; zira sonuç itibarıyla şayet güzel bir şatodan Matmazel Cunégonde’un aşkı uğruna kaba etinize tekme yiye yiye kovulmamış, engizisyonun karşısına çıkartılmamış, bütün Amerika’yı yaya geçmemiş, baronun vücudunda kılıcınızla şöyle güzel bir delik açmamış, El Dorada ülkesinin bütün koyunlarını kaybetmemiş olsaydınız, bugün burada ağaç kavunu şekerlemesi ve şamfıstığı yiyor olmazdınız.” “Çok doğru söylediniz,” diye cevap verdi Candide. Ama şimdi bahçemizi ekmemiz gerek.”

Alıntı: Candide ya da İyimserlik - Voltaire


Candide umut ettiği mutluluğun hiçbir zaman olmayacağını artık anlamıştır. Kendisini işe vermiştir, can sıkıntısından kurtulmak için. Pangloss ise hep şuna inanmıştır: Dünya çok hassas bir dengeyle mükemmel şekilde işlemektedir. Bu dünyanın, olası dünyaların zaten en iyisi olduğuna inanmıştır. Ve hâlâ, bu dünyanın olabilecek dünyaların zaten en iyisi olduğunu umut etmeye çalışmaktadır; başlarına gelen onca felaketten sonra bile... İyimserliğini korumaya çalışmaktadır.

17 Mart 2025 Pazartesi

Yaşlanmamak Hatta Gençleşmek Mümkün Olabilecek mi - Bilim

Yaşlanmanın tedavisi, The Substance gibi çılgın bir bilimkurgu filminden fırlamış gibi duruyor.

Ancak bilim insanları artık bunu gerçeğe dönüştürmeye yakın olabilir.

Japonya'daki Osaka Üniversitesi'nden araştırmacılar, yaşlanma sürecini tersine çevirebilecek hücresel bir 'ana anahtar' bulduklarını iddia ediyor.

AP2A1 adı verilen bu protein, vücudun biyolojik saatini geri çevirecek ve yaşlanmanın yol açtığı hasarı ortadan kaldıracak gelecekteki tedavilerin anahtarı olabilir.

Vücudumuz yaşlandıkça, bölünmesi ve gerektiği gibi çalışması duran yaşlı veya 'yaşlı' hücrelerin sayısı artar.

Bu 'zombi hücreler' ölmüyor, aksine büyümeye devam ediyor ve yaşa bağlı hastalıklara yol açan iltihaplı kimyasallar salgılıyor.

Ancak araştırmacılar, sadece AP2A1 proteininin miktarını azaltarak yaşlı hücreleri genç ve sağlıklı hücrelere dönüştürebileceklerini keşfettiler.

Teoride bu, bilim insanlarının hücresel düzeyde yaşlanma sürecini tersine çevirerek Alzheimer veya artrit gibi yaşa bağlı hastalıkların nedenini ortadan kaldırabileceği anlamına geliyor.

(Bilim insanları, vücudun doğal yaşlanma sürecini tersine çevirebilecek hücresel bir 'ana anahtar' keşfettiklerini söylüyorlar)

Vücudun yaşlanma süreci inanılmaz derecede karmaşıktır ve yaşlanmamızın tek bir sorumlusu yoktur.

Ancak hücre yaşlanması, yaşlanmanın olumsuz sonuçlarını ortaya çıkarmada önemli rol oynayan bir süreçtir.

Çalışmada yer almayan Brighton Üniversitesi'nden hücre yaşlanması uzmanı Profesör Richard Faragher, "Normal hücreler, kanser önleme mekanizması olarak bölünmeye çağrıldıkları zamanların sayısını izler" diyor.

'Bu nedenle, değişken sayıda bölünmeden sonra bu hücreler yaşlı hale gelir, yani bir daha bölünmemelerini sağlayacak yolları aktive ederler.'

Yaşlanan hücreler ayrıca 'davranış biçimlerini kökten değiştirirler' ve çevre dokuyu parçalayan iltihaplı moleküller ve enzimler üretmeye başlarlar.

Profesör Faragher, 'Bunlar esasen vücut için zehirli hale geliyor' diyor.

Bu süreç hücrede pek çok değişikliğe neden olur ancak en belirginlerinden biri hücrelerin genç bir hücrenin boyutunun altı katına kadar büyümesidir.

Yaşlanan hücreler büyüdükçe, hücre boyunca uzanan ve hücreye ek destek sağlayan kalın, iskele benzeri 'stres lifleri' oluştururlar.

(Bilim kurgu filmi The Substance'dan bir sahneye benzese de araştırmacılar, bu ana anahtarın hücreleri genç bir duruma getirerek yaşlanmayı 'iyileştiren' tedaviler üretmek için kullanılabileceğini söylüyor.)

Osaka Üniversitesi'nden baş yazar Dr. Pirawan Chantachotikul şunları söylüyor: 'Bu yaşlanan hücrelerin nasıl bu kadar büyük boyutlarını koruyabildiklerini hâlâ anlayamıyoruz.

'İlginç bir ipucu da, stres liflerinin yaşlı hücrelerde genç hücrelere göre çok daha kalın olması ve bu liflerdeki proteinlerin bu hücrelerin boyutunu desteklemeye yardımcı olduğunu göstermesidir.'

AP2A1'in stres liflerini koruyan süreçlerde yer alması nedeniyle Dr. Chantachotikul ve meslektaşları bunun hücre yaşlanmasıyla da bir bağlantısı olup olmadığını araştırmaya karar verdiler.

Araştırmacılar, RNA interferansı adı verilen bir işlem kullanarak, fibroblast adı verilen insan deri hücrelerindeki DNA'nın bazı kısımlarını engellemek için özel olarak tasarlanmış genetik materyal parçaları oluşturdular.

Esasında bu süreç, hücrede doğal olarak AP2A1 üretecek sistemlerin çalışmasını durdurdu ve bu da hücrede daha düşük seviyelerin oluşmasına yol açtı.

AP2A1 miktarı azaltıldığında hücreler normal boyutlarına döndü, tekrar bölünmeye başladı ve gençlik belirtileri gösterdi.

Öte yandan araştırmacılar AP2A1 miktarını artırdıklarında hücrelerin daha da büyümeye başladığını ve daha kalın stres lifleri ürettiğini gördüler.

Osaka Üniversitesi'nden çalışmanın kıdemli yazarı Dr. Shinji Deguchi, sonuçları 'çok ilgi çekici' olarak nitelendirdi.

(Araştırmacılar fibroblast adı verilen insan derisindeki hücreleri incelediler. AP2A1 proteininin seviyeleri azaldığında, hücreler eski veya 'yaşlı' durumlarını terk edip tekrar bölünmeye başladılar)
(Araştırmacılar, yaşlı hücrelerin anormal boyutlara ulaşmalarına yardımcı olan daha büyük stres liflerine sahip olduğunu buldular. AP2A1 bu stres liflerinin büyümesine yardımcı olduğundan, hücre yaşlanmasında da önemli bir rol oynar)

'Yaşlı hücrelerde AP2A1'in baskılanması yaşlanmayı tersine çevirdi ve hücre gençleşmesini teşvik etti, genç hücrelerde ise AP2A1'in aşırı ekspresyonu yaşlanmayı ilerletti' dedi. 

Benzer şekilde, araştırmacılar UV ışığı veya ilaç tedavileri kullanılarak yapay olarak yaşlandırılmış hücrelerde, o yaştaki hücreler için beklediklerinden daha yüksek AP2A1 seviyeleri buldular.

Bu sonuçlar vücudun çeşitli bölgelerindeki organların yüzeyini veya organların yüzeyini kaplayan epitel hücrelerinde de tekrarlandı.

Bu, AP2A1'in yaşlanma sürecinin evrensel bir parçası olabileceğini, yaşlanmanın nasıl ve vücudun neresinde meydana geldiğinden bağımsız olarak gösteriyor.

Bu bulgular, AP2A1'i kontrol eden tedavilerin yaşlanmaya karşı bir 'tedavi' olarak kullanılması olasılığını gündeme getiriyor.

Yaşlanan hücreler yaşa bağlı hastalıkların tek nedeni olmasa da, yaşlılığın en kötü etkilerinden bazılarının oluşmasında önemli rol oynarlar.

Profesör Faragher şöyle açıklıyor: 'Yaşlanan hücreler kötü davranıyorlar çünkü bağışıklık sistemine gelip onları yok etmesi için sinyal gönderiyorlar, ancak bağışıklık sisteminiz de hücrelerden oluşuyor ve zamanla onlardan kurtulma yeteneği azalıyor.

'Bu hücrelerin yaptığı kötü şeyler, kırışıklıklardan damar kireçlenmesine kadar yaşlanma olarak algıladığımız sorunlara yol açıyor' - kan damarı duvarlarında kalsiyum birikmesi, kalp hastalığına ve diğer rahatsızlıklara yol açabiliyor.

Ulusal İstatistik Ofisi, 2070 yılında İngiltere'de doğan erkeklerin yaşam beklentisinin ortalama 85 yaşına ulaşacağını, kadınların ise öldüklerinde neredeyse 88 yaşında olacağını tahmin ediyor. Ancak araştırmacılar, bunun bir dizi yeni yaşlanma karşıtı ilaçla daha da uzatılabileceğini umuyor 

Profesör Faragher, yaşlanan hücrelerin vücudumuzdan nasıl atılacağını öğrenmenin, yaşa bağlı pek çok rahatsızlığın nedenini ortadan kaldırarak 'ilerleyen yaşamda sağlığımızı değiştirebileceğini' söylüyor. 

Araştırmacılar, Cellular Signalling dergisinde yayımlanan makalelerinde şöyle yazıyor: 'Yaşlanmanın ilerlemesini ve gençleşmeyi düzenlemedeki önemli rolü göz önüne alındığında, bulgularımız AP2A1'in yeni bir yaşlanma belirteci ve yaşa bağlı hastalıklar için potansiyel bir tedavi hedefi olabileceğini düşündürmektedir.'

Ancak bilim insanları, yaşlanmanın 'tedavisinin' henüz çok uzakta olduğu konusunda uyarıyor.

Profesör Faragher, 'Yaşlanmayı tersine çevirmek risksiz değil çünkü birçok hücre kanser hücrelerine dönüşmekten kaçınmak için yaşlanıyor' diyor.

Benzer şekilde, çalışmada yer almayan University College London'da yaşlanma üzerine araştırmalar yapan bilim insanı Dr. Lazaros Foukas, MailOnline'a şunları söyledi: 'AP2A1'i hedef alan müdahalelerin potansiyel bir terapötik etkisini destekleyen yeterli veri yok.

'Bu, canlı bir yaratık üzerinde yapılan ex vivo bir çalışmadır ve AP2A1'i hedeflemenin organizmanın yaşlanması üzerinde yararlı bir etkisi olduğunu destekleyen hiçbir hayvan modeli verisi yoktur.'

Dr. Foukas ayrıca bu çalışmanın yalnızca hücre yaşlanmasının hücre yapısını veya 'morfolojisini' nasıl etkilediğine baktığını belirtiyor.

Yaşlanmada daha önemli olan faktörün, bu çalışmada incelenmeyen senesansla ilişkili salgı fenotipi (SASP) adı verilen bir süreç olduğunu savunuyor.

Dr. Foukas, 'SASP, hücre senesansını yaşlanma patolojileriyle ilişkilendiren temel özelliktir ve senesan hücreler tarafından salgılanan ve yaşlanmaya bağlı hastalıklarla ilişkili kronik inflamasyona neden olan geniş bir proinflamatuar faktör grubunun salgılanmasını ifade eder' diyor.

Makale: Bilim insanları, insan vücudunda hücre yaşlanmasını tersine çeviren 'ana anahtar' keşfetti


Jopanya’da Osaka Üniversitesi olağanüstü bir şey başarmış görünüyor. Gelecekte yaşanabilecek olası durumları tahmin etmeye çalışalım:

Hücre kültüründeki genler değiştirilerek AP2A1 baskılanıyor. Hücreler gençleşiyor, yeniden bölünmeye başlıyor. Gelecekte hayvan deneyleri başlayacaktır. Örneğin bir fare zigotunun genleri değiştirilebilir. Hücrede AP2A1’in artmasına neden olacak genler kırpılabilir. AP2A1 azalmasını sağlayacak genler eklenebilir. Embriyonun gelişmesi, farenin doğması beklenir. Fare gözlemlenmeye başlanır. Farelerin ömrü 2-3 yılı geçemez. 3-5 yıl geçtiğinde bile, gözlemlenen fare sağlığını korumuşsa, bu iyi haberdir. Ama 8-9 sene sonra da fare sağlığını koruyorsa, bu müthiş bir gelişme olacaktır. Olağan ömür süresi fazlasıyla geçmiştir, ama o hâlâ hayattadır. Bu, teoriyi doğrulayacaktır. Başka hayvanlarla da deneylere geçilecektir. Sonunda insana yakın türlerde de deneyler yapılacaktır. Onlar da olağan ömür süreleri geçtiği halde sağlıklarını korumaya devam edebiliyorlarsa, AP2A1 baskılandığında yaşlanma gerçekten duruyor demektir. Teori doğrulanmış olacaktır. İnsanlar için umutlar belirecektir. Yaşlılıktan kaynaklanan ölüm nedenleri geçmişte kalacak gibi görünmektedir.

Bunlar yakın gelecekte olmayacaktır. Ama biraz daha uzak gelecekte ilginç gelişmeler olmaya başlayacaktır. İnsanların çoğu önce böyle bir tekniğin geliştirilebildiğine inanmak istemeyecekler. İnkar edecekler. Sonra kabullenecekler. Ama acı hissedecekler. Çünkü bu tekniğe ulaşabilenler sadece çok zenginler olacak.

Yetişkin insanlar fırsatı kaçırmış gibi görünüyor. Bireylerin genlerini değiştirmek için her hücreye ulaşmak çok zordur. Ama ulaşılabilen hücreler gençliğini koruyacaktır. Yeni doğacak bebekler ise şanslı olacaktır. Onlar zigotken genleri değiştirilebilir. Böylece en baştan AP2A1 baskılanmış olarak hücreleri çoğalmaya başlar. Etik tartışmaları başlayacaktır: “İnsanların DNA’larını değiştirmeye hakkımız var mı?”, “AP2A1’le ilgili genleri kırparsak beklenilmeyen sonuçları olur mu?” gibi tartışmalar olacaktır. Ama sonuçta yaşlanma durdurulabiliyor hatta ters çevrilebiliyorsa bu görmezden gelinemez. DNA’nın kırpılarak değiştirilmesi çok pahalıdır. Zengin insanlar tereddüt etse de, doğacak bebeklerinin DNA’larının değiştirilmesini kabul edecektir. Diğer insanların, bebeklerinin DNA’larını değiştirmeye paraları zaten yetmeyecektir. Bebekleri “hep genç kalmak” hakkından mahrum kalacaktır. Bu da ilginç kıskançlıkların başlamasına neden olabilir. Olaylar çıkabilir. Daha uzak gelecekte ise AP2A1’in baskılanması ilaçla da sağlanabilir. İlaç çok sayıda hücreye ulaşabiliyorsa, yetişkinler de fırsatı yakalamış olur. Üstelik insanların çoğunun istediği gibi, artık genlerinin değiştirilmesine de gerek kalmaz. O dönemde maliyetler biraz daha azalmış olur. Daha çok insan “hep genç kalmak” hakkına kovuşmuş olur.

Karanlık Çağlar (Orta Çağ), Rönesans (Yeniden Doğuş) Çağı gibi dönemler vardır. Şimdiki dönem Modern Çağ olarak tanımlanmaktadır. 3-4 yüzyıl sonraki insanlar bu döneme bakıp Modern Çağın sonu olarak tanımlayabilirler. Artık yeni bir çağın başlangıcı olduğuna karar verebilirler. Çünkü bugüne kadar imkansız gibi görülen bir durumun üstesinden gelinmiş olacaktır. Hep genç kalmak ve böylece doğal nedenlerle ölmemek başarılmış olacaktır. Bu yepyeni bir Çağın başlangıcı olur. Hukuk, emeklilik, din gibi konular bu durumdan etkilenecektir. Şaşırıcı gelişmelere neden olacaktır.