Doğaya doğrudan müdahale ederek, besin olarak kullanılabilecek bitki
türlerini yetiştirme ve bazı hayvan türlerini evcilleştirerek sürüler
oluşturmak, yeni taş çağının belirgin özelliği olmuştur. Süreç şöyle
devam etmiştir; Çiftçi uzak bir diyara ziyaretinde kendi ürününden daha
çok ürün veren tohumları keşfetmiştir. Tarlasına getirip bir köşesine
diker. Doğal seçilim konusunda şansı varsa, gerçekten de daha çok ürün
aldığını görerek mutlu olur. Bilmediği bir şey daha yapmıştır. Polenler!
Havada uçuşarak birbirine karışır. Melez ırk yaratılmıştır. Doğanın
yaratmadığı, bir yönlendirmeyle oluşturulmuş yeni bitki. İşte gen
mühendisliğinin ilk adımları! Bununla kalınsa iyi. İlerde aşılama
tekniği geliştirildi. Tadı güzel ama kökleri yerel iklimde yetersiz
kalan meyve ağaçlarını, yöreye iyi uymuş köklü ağaçlara eklemlediler.
İşe yaradı. Günümüzde bazı organik meyve üreticilerine bile aşılama
doğal geliyor. Genler gün yüzünde olsaydı, kolay erişilir olsaydı, çağın
girişimcileri, hoşlandıkları meyve tohumlarının genlerine güçlü
bitkilerin genlerini aşılamayı denemekte çekingenlik gösterirler miydi.
Bugün tartışmak akıl edilmeyecek kadar olağan ve organik yöntem kabul
ediliyor olurdu.
Genaktarımlı üründe zararlıya karşı
dirençli gen var. “Zararlılar, sonradan buna bağışıklık kazandığında
dirençli genin önemi kalmayacak.” iddiası ilk bakışta mühimmiş gibi
geliyor. Bağışıklık kazanabilir; gelişmiş canlılar karşılıklı
“silahlanma yarışı” yüzünden kompleksleşti zaten. Mühendisler genetik
yöntemlerini geliştirerek tepkilerini sürdürür. Hem tarımsal ilaçları
uygunsuz kullanmak da bağışıklık kazanmalarına neden olmuyor mu? Organik
tarımda da uygulanan önlemlere, zararlının uzun süre aldanacağı
söylenemez. Afrika Mısırdeleni’nden korunmak için tarla kenarına
Hintdarısı dikiyorlar. Salgıladığı yapışkan maddesiyle Afrika
Mısırdeleni’ni çekiyor ve larvalarını öldürüyor! Kimyasal ilaç kullanma
nedenlerini hatırlatmıyor mu biraz. Hem Mısırdeleni saf dışı etmek,
besin zincirini bozmaz mı! Organik tarım yandaşlarının kimyasal ilaçları
eleştirirken sık başvurduğu argümandır “Besin zinciri bozulur!”.
Ayrıca
insan genetik mühendislik yaparken canlıyı, gen havuzunun biriktirdiği
bilgiden çok daha üst düzeyde yeni Mem (kültür, bilgi belleği)’le
kodluyor. Yapılan değişikliklere karşı haşerenin küçük mutasyonlarla
başarı elde etmesi eskisine göre daha zor. Haşerenin tümden yok olma
olasılığı daha yüksek. İlaçlar kimyasaldır, yapaydır. Yan etkileri de
yok değildir. Hatta bazılarının, çok düşük olasılıkla da olsa bazı
insanlarda ciddi alerjiye neden olabileceği de gerçek. İlaçlardan
alerjen olabilirler diye kesinlikle kaçınılmalı mıdır! Bazen virüslerin
direnç kazanmasına da sebep oluyor. Direnç kazanan virüs, savunmasız
hayvanlara kolayca sıçrayabilir. Yakın ortak ataya sahip olduğumuz
canlılarla genlerimiz benzerdir. İnsanlara zarar verebilecek olan
virüsler goriller, şempanzeler için de tehlikelidir. Bu hayvanlar zarar
görürse doğal denge kararsızlaşır. Virüs evrim geçirerek güncellenir
endişesiyle aşı olunmaması mantıklı görünüyor mu! Oysa çiçek hastalığı
böyle yenildi. Yeni, kansere karşı hap tedavisi denemeleri başarılı
oldu, tümörün hapa direnç kazanıyor olabilmesine rağmen. Bazı
tarikatların “Tanrı’nın işine karışılmamalı” gerekçesiyle hâlâ ilaç
kullanmamaları, tüp bebeğe karşı olmaları pek çok insanı gülümsetiyor.
Acaba “doğanın işine karışılmamalı” gerekçesiyle GDO’lara karşı çıkma
zihniyeti arasındaki benzerlik çok mu örtülü!
Sağlık ve Çevre
Geleneksel
ıslah yöntemiyle bitki, yabani atasıyla melezleştirilerek daha verimli
hale getirilir. Melez, atalarının genlerin karışımından oluşur. Yani
istenen özelliklerin yanında tanımlanmamış başka genleri de taşırlar.
1960’da Lenape adlı patetes çeşidi yabani –doğal- çeşidiyle ıslah
edildi. Üretilen yeni çeşit, yabani atasının doğal ürettiği bir alkaloid
toksin olan solanin’den neredeyse öldürücü dozlarda içerdiğinden tadına
bakan ilk kişi neredeyse ölüyordu. Biyoteknolojik bitki ise sadece
istenen özelliklerin genleri taşınarak yaratılır. Yapılan değişiklik,
sahip olunan bilgiyle sınırlıdır. Bitki daha kontrol altındadır. ABD
Gıda ve İlaç Dairesi üretilen her yeni çeşidin toksinlerin varlığının
sınanmasını şart koşmaktadır. Vücuttaki yağların metabolik olarak
yakılmasını hızlanmasını lipotropik bir molekül olan metiyonin sağlar.
Bir soya çeşidine daha fazla metiyonin sağlaması için Brezilya
fıstığından gen aktarıldı. Şirket, yaptığı testlerde, Brezilya fıstığına
alerjisi olan tüketicilerde reaksiyona neden olabileceğini görünce
projeyi derhal durdurdu. Bazı yabancı otlar toksinli veya alerjendir.
Bunların partikülleri tarım ürününe bulaşmaktadır. Yabani ot ilaçlarına
dirençli genaktarımlı ürünlerin olduğu tarlalarda, geleneksel tarımdan
çok daha az yabancı ot türeyebilir. Alerjen konusu çok büyütülmektedir.
Kivi, mango hep potansiyel alerjen gıdalardı. Süt bile öyle. Buna rağmen
yaygın tüketimi sürmektedir. Yeni tanışılan her yabani bitki alerjen
olabilir. Gerçekte biyoteknolojiyle bitkinin alerji etkisi azaltılıyor.
Alerjiye neden olabilecek proteinlerin saptanması ancak biyoteknolojiyle
olur. Bu proteinlerin kodlandığı DNA parçaları kullanılmaz. Hatta
yabani bitkilerin analizi yapılarak hangilerinin alerjen olduğu
listelenir.
Biyoteknolojik ürünlerin DNA’larının insan
hücrelerine bulaşacağına inanılmaktadır. GDO yemlerle beslenen
hayvanların sütünde, etinde biyoteknolojik DNA bulunmadığı yapılan
tetkiklerle sabitlenmiştir. Olağan DNA’dan farklı davranarak
biyoteknolojik DNA’nın nasıl bulaşacağının bir açıklaması da yok.
Çevreye
zararlıdır efsanesinin de alıcısı çok: Daha verimli olduğundan dar ekin
alanları yetmektedir. Geniş yabani çevreler olduğu gibi kalmaktadır.
Kimyasal ilaç kullanımı çok azaldığından çevredeki diğer canlılar
sağlıklı kalabilmektedir, besin zinciri bozulmamaktadır. Geleneksel
üretimde yapılan toprak işlemenin ¼’ü yeterli olduğundan erozyon
gözlenmemektedir.
Yeşil Devrim
İlk
gelişmiş tarım teknolojilerinin kullanılmaya başlandığı yıllardır.
Norman Ernest Borlaug sadece “Doğru yöne yöneltme” olarak tanımladığı
“önerilerini” medyanın “Yeşil Devrim” olarak duyurmasına katılmadığını
belirtmiştir. İlk sınamalarda beklentilere ulaşılamadı. Yapay gübre
kullanıldı, bu yüzden alabildiğine yabani ot türedi. Zararlı otların yok
edilmesi için ilaç kullanıldı. Tropik yağmurların humusu sürüklemesini
otların engellediği sonradan öğrenildi. Şimdi epey bir şey örenilmiş
olmalı, uygulamalar biraz daha oturmuş olmalı ki; Gelişmiş tarım
teknolojileriyle sağlanan verim artmıştır. Meksika’da buğday üretimi 3
katına çıktı, Hindistan’da %60 arttı. Gelişmiş ülkeler ise üretim
fazlası verdi. Kimyasal ilaçların kirlenmeye yol açmasının etkili bir
nedeni de bilinçsiz kullanılmasıdır. Şimdi, gen teknolojileri, en çok
yine gelişmiş ülkelerde etkin olarak kullanılmaktadır. GDO karşıtlığının
argümanları Borlang’ın uygulamalarına da uyarlanabiliyor. Borlang’ın
uygulamaları beklenmedik masraflarına rağmen verim artışı sağlanmış
olduğu açık.
DNA yazımı ve bilgisayar programı yazma
temelde ortak yanları olan alanlardır. DNA belleği bizzat bir
yazılımdır. Bir bitkiye başka bir bitkinin DNA parçasını eklemek, bir
yazılıma başka bir yazılımın içerdiği bir modülünü kopyalamaya benzer.
Craig Venter sentetik DNA’lı canlı yarattığını açıklamıştı. İşte bu
baştan DNA programı yazımıdır. Ve sentetik canlı yarışmaları da
yapılmaya başlandı. Konulara berraklık kazandırmak amacıyla bilgisayar
ve yazılım alanlarına eğreti olarak sık sık başvurulacak.
GDO’nun
doğayı nasıl etkileyeceği kestirilemez deniyor. Üretilen yazılıma yeni
özellikler katılmasının tüm durumlara nasıl tepki vereceği tam olarak
kestirilemez. Bir makinede doğru çalışır, ama başka makinede sorun
çıkarabilir. Programcılar birçok duruma önceden hazırlıklı olurlar. Ama
hiçbir zaman tam hakim olamazlar. Bu yüzden de yeni yamaların yapılması
olağandır. GDO’lar beklenmedik bir şeye neden olduğunda yeni “yama
genler”le sorun giderilir. Ne olacağı tam olarak kestirilemez diye
yenilik yapılmasından korkulması daha mı iyi. Programcı şöyle mi
düşünsün: Bu programın pazar payı bu. Müşterinin bu yeni özelliği nasıl
bulacağından asla emin olamayız. Çok geniş uygulama alanı olan bu
yazılıma bu yeni özelliğin eklenmesi fark edemediğimiz sorunlara neden
olabilir. Müşterinin işler aksaya da bilir –ki, bu bazen olur-. Biz en
iyisi bu yeni özelliği hiç eklemeyelim…
Eskiden
bilgisayarlar lükstü. Büyük şirketlerin oyuncağıydı. Hikayeyi
biliyorsunuz. Yaygınlaştı. Ucuzladı. Kendisine emanet edilen işler çok
arttı. Her endüstrinin en önemli işçilerinden oldu. Verimi arttırdığı
açık. Her işe göre özelleşmiş yazılımlar tüketicisini buluyor. Birçok
insanın eline geçmesi hesapta olmayan aksiliklerin de olmasına neden
oldu. Virüs programlayanlar da çoğaldı. Şirketler anti-virüs, güvenlik
yazılımlarına da ciddi paralar aktarmak durumunda kaldı. Eğer işlerini
bilgisayarla görmüyor olsalardı virüs dertleri de hiç olmayacaktı.
Bilgisayardan kaynaklı yüke masraf etmemiş olacaklardı. Buna rağmen öyle
görünüyor ki; son toplamda bilgisayar kullanmak masrafları düşürüyor ve
işler daha kolay yürüyor. Dikkatsiz kullanılan yazılım iş kayıplarına
neden olabilir. “Virüs bulaşırsa özenle oluşturulan veriler kaybolur.”
kaygısıyla daktilo-kağıt kullanmayı sürdürerek gittikçe artan girdi
bilgileriyle başa çıkmak mümkün görünmüyor.
Bilgisayarlarda
önceden düşünülmemiş bir sorun ortaya çıktı. 2000 yılı problemi. Eski
bilgisayar yazılımları bu tarihten sonrası için hatalı çalışabilirdi.
Bir sürü yaygara koparıldı. Bilgisayara bağımlı işlerde felaket
olabilirdi. Bankalar, uçaklar, trafik lambaları çalışamaz hale
gelebilirdi. Ne oldu, ufak tefek yamalarla sorun unutuldu gitti. Bir
felaket olmadı. Biyoteknoloji üzerine olumsuz varsayımlara benziyor. Çok
büyütülmüştü.
Bitki Patentleri
“Yaşam
patentlenemez!” sloganıyla doğada milyonlarca yıldır varolan
mikroorganizmaların patentleştirildiği vurgulanıyor. Sadece genetik
değişikliğin gerçekleştirildiği tekniğin patentinin alınabilmesi
isteniyor. Öncelikle, doğada varolan mikroorganizmaların yeni
keşfedilmiş bile olsa patentleşemediğini belirtmek gerekir. Patentler,
yeni ürünleri içerebildiği gibi, eski veya yeni ürünleri üretmek için
kullanılan yeni yöntemleri de içerebilir. Makineler, kimyasal bileşikler
kapsam içindedir. Genleri değiştirilerek oluşturulan ürün doğada hep
varolan canlı değildir. Ticari yeni bir makinedir, gerçi her canlı
yaşamkalım makinesidir. Elektronik şirketi geliştirdiği yeni aygıtın
patentini alır. Aygıta değil de salt yönteme patent alsaydı, başka
üreticilerin, taklitlerini piyasaya sürmesi gayet yasal olurdu.
Genetik Çeşitlilik ve Lezzet Zenginliği
“GDO
türündeki genler yöredeki doğal türüne atlayarak genetik çeşitliliği
azaltacak.” savı yaygın kullanılmakta. Türün bir bireyinde mutasyon
olduğunu varsayalım. Bu bireyin soyu, diğerlerinden daha başarılı
yavrulayabiliyor ve hayatta kalabiliyorsa mutasyon tür içinde
yayılacaktır. Eğer bir GDO mutasyonu yayılmayı başarabilmişse doğal
çevreye daha uyumlu olduğundan olacaktır. Yoksa doğal seçilim bu GDO’yu
elemiş olacaktı. Aslında bu sav GDO’lar için güzel bir iltifattır. Ve
gen mühendisliğinin, genlerin doğal mutasyon birikiminden daha iyi işler
yapabildiğini gösterir. Türün genetik çeşitliliğinin üzerindeki etkisi,
kendiliğinden oluşacak yararlı bir mutasyondan daha farklı
olmayacaktır. Bu yeni de değil, insanlar geleneksel çaprazlamayla,
yalıtmayla soyu yönlendirmektedir. Eskiden buğday doğada günümüzdeki
gibi değildi. Yönlendirmeyle değişti, verimi arttı. Çiftçiler doğadaki
bitkinin bir iki cinsini seçip tarlalarında özel ilgi göstermeye
başladığından beri tek tipliliğe yöneliş oluyor. İlginçtir; GDO’nun
çevreye yayılması yasal değildir. Patent sahibi şirket biyoteknolojik
ürününün, lisanslayamadığı topraklara kontrolü dışında yayılması
yüzünden zarar eder. Çevreye dağılmasına hevesli olmayacaktır.
Güya
tek tip besine neden oluyor ve tek tip damak tadının kalmasını
sağlıyor. Ford, “montaj hattı”nı geliştirerek seri üretimde çığır açtı.
Otomobiller yaygınlaştı. Sonraki yıllarda başka firmalar farklı otomobil
seçenekleri sunmaya başladı. Çeşitli renk ve tarzlarda arabalar
piyasadaydı artık. Henry Ford ünlü “İnsanlar istedikleri renkte bir
Model T’ye sahip olabilirler, siyah olduğu sürece.” sözleriyle
müşterilerin seçenekleri fazla önemsemeyeceğine inandı. Tek tip Model
T’yi üretmeyi sürdürdü. Ford pazar payını kaptırdı. Biyoteknoloji
şirketleri, diğer endüstrilerde olduğu gibi, her tür insana hitap
edebilecek lezzetler yaratmayı deneyecek. Genlere müdahale edebiliyor
olmak, geleneksel tarımla elde edebilen tat kısıtlamasını kaldırır.
Hayal gücü genişler.
Biyoteknoloji Şirketlerine Bağımlılık
Çiftçilerin
tohum için sürekli şirketlere bağımlı olacağı iddia ediliyor. Oysa bu
diğer ticari ürünlerden çok farklı değil. Bir yazılım kullanıldığında
verim sağlar ve yeni alışkanlıklar edinilir. Genelde gelişmiş bir
yazılımın sadece sınırlı lisansı alınabilir. Değiştirilemez,
kopyalanamaz. Yazılımı kullanarak edinilen bağımlılığa benzerliği gözden
kaçmamalı. Cep telefonları GSM operatörlerine bağımlı yapar, araba
kullanıldığı sürece petrol şirketlerine bağımlı kalınır. Bu iddia her
endüstri için pekâlâ ileri sürülebilir. Karnımız maalesef her gün
yeniden acıkıyor. Dolayısıyla en çok bağımlı olduğumuz kişiler
çiftçilerdir, en azından şimdilik. Belki de sırf bu yüzden bile gıda işi
sadece çiftçilerin inisiyatifine bırakılamayacak kadar önemlidir.
Köhne, geleneklerin ezberlettiği yöntemlerle sağlanan ürünler uzun
zamandır yetmemekte, ve bazılarının varsaydığı gibi çok sağlıklı da
değildir. Biyoteknoloji şirketlerinin sağladığı besin değeri yüksek ve
esnek ürünler şimdi daha anlamlı olmaktadır. Modern bilimin olgularıyla
hareket eden mühendislerin bilgisi, çiftçilerin sezgilerinden
önceliklidir. Çiftçilere bağımlı kalmayı tercih etmek pek iyi bir fikir
gibi görünmüyor.
Çiftçilerin bir kısmı sonraki yıla
tohumları saklamak istiyorlar. ABD’de saklamak yeni tohum almaktan daha
pahalıya geliyor. Ayrıca yeni tohum almak daha iyi. Çünkü yeni sürüm
olacaktır İyileştirmeler yapılmış olacaktır, belki daha verimli
olacaktır. Bitkinin kopyaladığı yeni tohumları kullanmak bir CD’yi
DVD’yi çoğaltmaya benzer. Bir kitap satıcısının, dükkanındaki raflarda
duran kitapları, yayınevinden bağımsız olarak fotokopilerini çekip
defalarca satmak istemesi bu konuya iyi bir eğretidir. Yeri gelmişken
GDO’ların veriminin yalan olduğunu düşünenler oluyor. Bu durumda
çiftçinin zaten tohum saklama niyeti olmaz. Eğer talep ederse veriminden
memnun demektir. Biyoteknolojik mısır ekimiyle sağlanan kâr artışının
%75’i bizzat çiftçilere kalmaktadır.
Tohum vermeyen
bitki teknolojisi de uygulanmamaktadır. Böyle bir teknoloji uygulanıyor
bile olsaydı, bu GDO karşıtlarını sevindirmelidir. Çünkü yöredeki doğal
türüne asla atlayamayacak demek olurdu.
Tekel Şirketler
Birkaç
firma tüm tarımı, hayvancılığı kendilerine bağlayarak tekel hakimiyeti
kurmaya çalışıyor, şeklinde düşünülüyor. Şöyle de bakılabilir; Zararlıya
dirençli bitki programlayarak, kimyasal ilaç şirket ürünlerine
alternatifler sunulmuştur. Geleneksel tohum tedarikçilerine de bir
seçenektir. ABD’de 100 kadar bağımsız şirket geleneksel tohum
tedarikçiliğini sürdürüyor. Biyoteknoloji şirketlerinin eli 12 tohum
üreticisi ile sınırlı. Gen mühendisliği karmaşık ve pahalı olduğundan
yatırım yapacak şirket sınırlı. Ama teknoloji gelişip ucuzladığında
oyuna giren şirketler hızla artacaktır. İnsan Genom Projesi 3 milyar
dolar maliyetle ağır ilerliyordu. Craig Venter, Celera Genomics
şirketini kurdu. Sadece 300 milyon dolar yatırımla da yapılabileceğini
planlayarak pazara girdi. Bilgisayar üretmek de pahalıydı. Uzun süre
sayılı şirket vardı. Şimdi ise markaları teker teker saymak eziyet olur.
Onlarca bilgisayar firması var ama pazarın %53’ünü Dell ve HP
paylaşıyor. Tekel gibi görünüyor, değil mi! Pazar paylarının bu kadar
yüksek olmasının nedeni satış sonrası hizmetleriyle ünlü olmaları. Besin
değeri yükseltilmiş gıdalar tüketici bedenin gelişimine katkı
yapacaktır. Bu da bir çeşit satış sonrası hizmettir. Bitkinin verimi
çiftçiyi de mutlu edebiliyorsa zaten pazara hakim olacak demektir.
Gerçekten tekel olan bir şirket neden dirençli, verimli genler
geliştirmeye gayret göstersin ki.
Peki, biyoteknoloji
şirketleri yüksek besin değerli tohumları neden geliştirsin: Toplumun
ilgisini çektiğinden yenilenebilir enerji kaynaklarına yöneleceğini vaat
eden politikacılar sempati topluyor. Güneş enerjisine yatırım yapan
şirketler de kazanç sağlayabiliyor. Tüketicilerin organik gıda
sevdasından bu alana yatırım yapan şirketler umduğunu buluyor.
Biyoteknoloji şirketleri de yaşayakalmak için rekabetteler. Önyargıları
yıkmak ve ilgiyi arttırmak yararlarına olacak. Güneş enerjisine yatırım
yaparak tüketiciyi mutlu etmeyi başaran firma gibi tohumun besin
değerini yükselten firma da tüketiciyi ikna edebilir.
Açlığa Çare
GDO
karşıtları, “Biyoteknolojiyi savunanların GDO’ların açlığa çare olacağı
reklamını yaptıklarını” altını çizerek duyuruyorlar. Gerçek şu ki böyle
büyük bir iddiaları yok. GDO karşıtları kendilerine
yargılayabilecekleri malzeme çıkarmak için bu yakıştırmayı yapıyorlar.
GDO’ların kendi başına açlığa çare olması beklenemez. Besin değerinin
yükseltilmesi ve verimin arttırılması, bu konuyla ilgilenen gönüllülerin
işine yarayacaktır. Açlığın asıl nedeni politik, savaşlar ve sudur. Bu
fikre çok kızanların dayanağı organik besinlerle ise hiç mümkün olmadığı
vurgulanmalı.
Organik gıdaların herkese yeteceğini
savunanlar var. Hatta adil paylaşılırsa, her bireyin obez olmasına bile
yetecek kadar çok üretilebileceğine kendisini inandırmış kişiler
bulunmakta. Öyleyse, organik gıdaların, diğerlerinden neden kat kat
pahalı olduğunu açıklamaları gerekir. Tamamen saf organik yiyecekleri
herkese yetiştirmek mümkün değildir. Narin olduklarından sadece belli
topraklarda, koşullarda yetişir ve dolayısıyla kısıtlı üretilebilir.
Erken bozulacağından raf ömrü kısadır. Ve çabucak başka bölgelere
dağıtmak mümkün değildir. Dondurmak, koruyucu maddeler gerçekten
gerektiği içindir. Uygulanabilir kolay ve ucuz daha mantıklı bir seçenek
yoktu. Tabii, şimdi gen mühendisliğiyle koruyucu maddelerin ağırlığı
azalacaktır. Sertifikalı organik ürünler, geleneksel teknikle üretilmiş
ürünlerden daha pahalı, çünkü talebi karşılayamıyor. Daha fazla emek
gerektiriyor.
Dünya nüfusunun yarıdan fazlası pirinç
ile besleniyor. Ekonomik sorunları olan bölgelerde nüfusun hızlı
artışının sürmesi israftır. Önümüzdeki 20 yıl içinde nüfusa pirinç
yetişmesi için üretimin %30 artması gerekiyor. Pirinç genomu tümüyle
çözüldü. Daha fazla tohum veren ve bol A vitamini sağlayan genetik
yenilenmeye sahip pirincin pazarı göz alıcı.
Genlerin
doğal evrimi basit referanslara göre programlanır. Bu yüzden kolayca
yanılırlar. Örneğin böcekler güneşe göre yollarını bulur. Ama etrafta
ateş varsa ona doğru uçarak kendisini yakar. Ateşin ışığı ona Güneş
referansını verir çünkü. Bitkiler de mevsimlere, çevreye göre
programlanmıştır. Yalnız değişen çevre, iklim yanıltır onları.
Mühendislerin değişime göre yeniden programlayacağı bitkinin daha
verimli olacağı açıktır. Daha az suya ihtiyaç duyan domatesler
kuraklaşan yörelerde hâlâ ekilebiliyor olacaktır.
Kamuoyunun
ikna olmasındaki en büyük güçlük, genaktarımlı ürünlerin
yaygınlaşmasından ekonomik olarak zarar görecek tarafların bulunmasından
kaynaklanıyor; tüketicilere “GDO’suz” ürünler satarak daha fazla kâr
eden perakendeciler ve pazar payları daha şimdiden %20 oranında düşen
kimya endüstrisi gibi. Böyle diyor Bruce Chassy. GDO karşıtlarını
yeniden düşünmeye itmesi gereken güzel bir saptama.
Genetik
biyoteknolojide irdelenen kapsam gıdalarla sınırlı kaldı. Aşı bitki
geliştiriliyor. E. coli bakterisinden koruyan patates sonuç verdi.
Hepatit B’ye karşı aşı maddesi içeren patates de etkili oldu. Aşı olmak
kolaylaşıyor. İnsulin GDO bakterilerinden elde edilmekte. Vitamin,
sabun, gıda katkısı 20 yıldır bu yöntemle sağlanıyor. Sütünde insan
proteini bulunan çiftlik hayvanı üzerine çalışılmakta. Karbondioksiti
enerjiye dönüştüren organizmalar, oksijen üreten organizmalar çok
yakında. Gelecekte uzay gemisinde, yaşanabilir sera ortamı oluşturmak
zorunda kalacak insanlar. Oksijen üretmesi için gemiye ağaç
dikilmeyecek. Ağaçların varolmasını sağlayacak karmaşıklıkta ekosisteme
sahip olamayacaktır. Yapay kromozomlu bakteriler basit ve esnek olacak.
Oksijen üretecek, çöp toplayacak. Yapay kromozomlu makineler, kültürün
kanıksanmış öğeleri haline gelecek. Ve en nihayetinde insan DNA’sı
müdahale edilerek geliştirilecek. Gerçekçi gelmiyor mu! 50 yıl önce,
bilgisayarların bugün yaptığı işler, insanlara uçuk gelmiş, akıl
edememişlerdir. DNA programlama gelişiyor, öngörülemeyen yerlerde
uygulama alanı bulacaktır. 2001: A Space Odyssey, The Terminator,
RoboCop gişede başarı sağlayan sinemalardır. Ortak yanları yeni
teknolojilere, bilgisayarlara, robotlara duyulan güvensizliği yansıtıyor
olmalarıdır. Biyoteknolojiye tepki gösteriliyor olmasının sırrı bu
paranoyada saklı olamaz mı.
Evet, genaktarımlı tarım
geleneksel tarımdan daha riskli değildir. Elbette maliyet bakımından da
devede kulak kalır. Yine de biran için bilinmeyen yan etkilerinin ortaya
çıkabileceğini varsayalım. Bunun üzerinde beyin fırtınası yapalım. Cep
telefonu elektromanyetik radyasyon yayıyor. Günlük hayatta kullanılan
çoğu cihaz şöyle böyle elektromanyetik radyasyon yayıyor. Hidroelektrik
barajlar çevreyi bozdu. Bilgisayarla çalışmak bel rahatsızlıklarına
neden olabiliyor. Şehirleşmeyle birlikte ortak su şebekeleri inşa
edildi. Ama suya bulaşacak bir virüsün insanlara yayılması kolaylaşmış
oldu. Ağaçların dallarında yaşayan atalarımızın teknolojiye bulaşmamış
doğal hayatları da pek güvenli sayılmazdı. Ağaçtan düşebilir,
yırtıcılara av olabilirdi. Görüldüğü üzere hemen her şeyin riski, yan
etkisi oluyor. Canlıların DNA algoritması anlaşıldıkça yeni ilhamlar
alınacak ve hedeflere daha hatasız ulaşılacak. Her yeni ilişki yanında
yüklerle gelir. Yeni bir arkadaş edindiğinizde, sonraları yeni fark
etmeye başladığınız -size göre tuhaf olan- huylarına katlanmak durumunda
kalabilirsiniz. Hatta onun bazı hoşlanmadığınız dostlarına karşı diş
sıkmanız gerekebilir. Bu arkadaşlıktan çok şey kazanabiliyorsanız,
bunlar hayal kırıklığına neden olmaz. Ama bu yüklerin yanında
arkadaşınız hafifse, bıkarsınız. Gelecekteki “valizler”in abartılı
hesabını yaparak başkalarıyla ilişki kurmaya yanaşmayan pek az insan
vardır. Her yenilik de yanında yüklerle gelir. Sesten hızlı yolcu uçağı
Concorde geliştirildi. Ne yazık ki “yük”ü ağırdı. Çok fazla yakıt
tüketiyordu. Ekonomik değildi. Hava yolu şirketleri dayanamadı ve
sonunda müzelik oldu. Bir GDO tasarımı da ekonomik değilse, yükü ızdırap
veriyorsa piyasası da olmayacaktır. Matbaanın icadı ağaçların
kesilmelerine vesile oldu. Kitapların daha çok kişiye ulaştırılmış
olması protesto edilmeli miydi! Arayanlar yel değirmenine de bahane
bulur. Antika mı kalınmalı!
İlgili Belgeler
Tübitak Bilim ve Teknik
Bitkilere Gen Aktarımı eki: Ocak 2008
Gen Aktarımlı Ürünlerin Dünü, Bugünü: Kasım 2005
Yeşil Devrim: Ekim 1979
Organik Tarım: Temmuz 2003
Bitkilerden Hazırlanan Aşılar: Ekim 1998
Genetik Mühendisliğiyle Oluşturulmuş Güç: Kasım 2005
http://students.sabanciuniv.edu/~sedakaya: GDO Bilgi Platformu
Söylentileri Dağıtmak
http://students.sabanciuniv.edu/~sedakaya/index.php?option=com_content&task=view&id=62&Itemid=77
Patent Hakkı
http://students.sabanciuniv.edu/~sedakaya/index.php?option=com_content&task=view&id=59&Itemid=74
http://www.gdoyahayir.org: GDO’ya Hayır Platformu
http://www.genbilim.com/content/view/3777/: Yapay Yaşam Yolunda Önemli Adım
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder