biyoteknoloji etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
biyoteknoloji etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Ağustos 2024 Cuma

Tasarım Bebek Efsane mi? – Teknoloji

 Bu makale Tasarım Bebek Efsanesi – Steven Pinker makalesine yorum niteliğinde yazılmıştır.

Tasarım bebeklerin olması bir efsanedir tıpkı Yapay Zekanın zeka patlaması gerçekleştireceğinin efsane olması gibi. Yakın gelecekte bu olmayacaktır. Henüz gen bilgimiz yetersiz. Ama biraz uzak gelecekte genleri kısmen değiştirilmiş insanlarla tanışmamız mümkündür. Nitekim artık bitkilerin genlerini değiştirebilecek bilgiye sahibiz. Bitkiler daha verimli ve dayanıklı hale gelebiliyor. Oysa bitkilerde de bir gen bitkinin farklı özelliklerini etkileyebilir. Ama gen mühendisleri bitkilerde bu sorunu aşabilecek bilgiye sahipler görünüyor. Artık güçlü ve hassas bir genetik düzenleme aracı olan CRISPR-Cas9 yöntemi geliştirildi. Ve bitkilerde yapılan değişiklikten sonra birçok test yapılıyor. Büyümeleri gözleniyor. Hiç olağan dışı bir şey gözlenmezse o gen değişimleri güvenli olma yolunda ilerliyor.

Genler hassas şekilde birbirleriyle bağlantılıdır. Genler bir dengede duruyorlar. Genlerdeki en ufak bir değişiklik canlının sağlığının bozulmasına neden olur. Canlının bazı özellikleri bozulur. Ama canlılar mutasyon da geçirir. Bazı genler değişir. Eğer genlerin arasında bağlantılar o kadar hassassa canlının yavrularının sağlıksız doğmasına neden olurdu, her zaman. Mutasyon, canlının bir özelliğini iyileştirse bile başka özelliklerini bozardı. Bu durumda iyiye doğru giden bir evrim de olmazdı. Oysa canlının bazı mutasyonları daha iyi özellik kazanmasını sağlar, bir zarar vermeden. Genler birbirlerine bağlantılıdır. Ama sabit kalmasına neden olacak kadar da sıkı değildir. İşte hassas ayarlanmış gen değiştirme işlemleri de canlının bazı özelliklerini iyileştirebilir, bir zarar vermeden.

Bir ilaç nasıl piyasaya sürülür. Keşfedilen içerik hastalığa iyi gelebilir. Ama beden de farklı yerleri de etkileyebilir. Bu durumda içerik üzerinde çalışılarak bu yan etkiler en aza indirilmeye çalışılır. Sonra tekrar tekrar test edilir. Kobay hayvanlarda denenir. Sonra kobay insanlar da denenir. Hiç olağan dışı bir durum gözlenmezse o ilaç güvenli olma yolunda ilerler. O ilaç artık olağan bir şeye dönüşür. İlaç insanları daha az korkutmaya başlar. Sonra hastalar gönül rahatlığıyla o ilacı kullanır. İşte gelecekte yapılacak gen değişiklikleri de bu aşamalardan geçecektir. Tekrar tekrar test edilir. Yakın akraba hayvanlarda denenir. Sonra gönüllü kobay insanlarda denenir. Bedende beklenmedik değişikliklere neden olup olmadığı incelenir. Hiç olağan dışı bir şey gözlenmezse o gen değişiklikleri güvenli olma yolunda ilerler. “İnsanlar GDO'lardan bile iğrenirken bebeklerinde gen değişiklikleri yapılmasını asla istemeyecektir.” fikri öne sürülüyor. Evet, bir süre öyle olabilir, eskiden tüp bebek yöntemi de iğrenç geliyordu. Ama bir de şöyle düşünelim: Örneğin uzak gelecekte yaşlanmayı yavaşlatacak hatta durduracak gen değişikliklerinin keşfedildiğini varsayalım. Birkaç nesil boyunca test edildiğini düşünelim. Bu genlerle artık birkaç yüzyıl veya daha fazla yaşanabildiğini varsayalım. Buna hayır diyebilecek insan olur mu dersiniz!

Bu konunun devamı niteliğinde olan Tasarım Bebekler - Teknoloji makalesini de okumanız önerilir.

4 Ağustos 2024 Pazar

İnsanlar Uzay Koşullarına Nasıl Dayanacak – Konferans

Eğer bir gün Dünya'yı bırakıp evreni keşfetmeyi umuyorsak, vücutlarımızın uzayın zor koşullarında hayatta kalma konusunda daha iyi olmaları gerekecek. Lisa Nip sentetik biyolojiyi kullanarak Dünya'daki mikropların özel güçlerini — radyasyona dayanıklı olma gibi — hasat etmeyi ve böylelikle insanları uzayı keşfetmeye daha uygun bir hâle getirmeyi umuyor. "Kendi genetik kaderimize karar verebilecek kapasitede olacağımız bir zamana yaklaşıyoruz," diyor Nip. "İnsan vücudunun yeteneklerini arttırmanın nasıl olacağı değil, ne zaman olacağı düşünce konusu."


İlkel atalarımız, evleri ve canları tehlikede olunca bilinmeyen yerlere yol almaya daha iyi fırsatlar bulabilmek için cesaret ettiler. Bu kaşiflerin torunları olarak bizim damarlarımızda onların göçebe kanı dolaşıyor. Ama aynı zamanda, öyle görünüyor ki biz rahatlık ve eğlenceyle ve içine karıştığımız savaşlarla bu keşif arzusunu unuttuk. Biz, tür olarak benzersizce Dünya için, Dünya'da, Dünya ile geliştik. Yaşama koşullarımızdan o kadar memnunuz ki Güneş'in hayatının ve kaynaklarının sonlu olduğunu fark edemeyecek kadar meşgul ve umarsız kaldık. Mars ve onunla ilgili tüm filmler uzaya gitmek dürtüsünü yeniden canlandırdıysa da ne yazık ki sadece birkaçımız, ırkımızın kırılgan yapısının uzun uzay yolculukları için hazırlıksız olduğu gerçeğini göz önüne alıyor.
...

Türümüzün yeni bir güneş altında ev bulma yolculuğunda, birçok jenerasyon boyunca, zamanımızın çoğunu yolculuğun kendisinde, uzayda, bir gemide, hava geçirmez bir araçta geçirme olasılığımız geçirmeme olasılığımızdan daha yüksek.

Bir insanın uzayda kesintisiz olarak geçirdiği en uzun süre 12-14 ay dolaylarında. Astronotların deneyimlerinden biliyoruz ki yer çekimsiz ortamda zaman geçirmek kemik erimesi, kas atrofisi, kalp ve damar problemlerinin yanı sıra fizyolojik ve psikolojik olarak sıralanabilecek şikayetler anlamına geliyor. Peki ya yerçekimi çok büyükse ya da içinde bulunacağımız gezegenin yerçekimi bir şekilde farklıysa?
...

Bugüne kadar, bu mekanik teknoloji parçasını veya bu harika yeni nesil robotu, türümüzün uzaydan güvenli bir şekilde geçmesinin garantileyicisi olarak gördük. Mükemmel olsalar da bence bu kocaman elektronik devleri doğanın icat etmiş olduğu bir şeyle bütünleştirmemiz gerek. Mikropla, kendini yenileyebilen, kendisi üretebilen, yaşayan bir makine olan bu tek hücreli organizmayla. Çok az bakım gerektiriyor, tasarımda çok daha fazla esneklik sunuyor, ve tek isteği plastik bir tüpte taşınmak.
(Uzay araçlarıyla birlikte esnek ve dayanıklı yapısı olan mikrop taşınarak hazırlık yapılabilir.)

Mikropların bu yeteneklerinden faydalanmamızı sağlayan branşa sentetik biyoloji deniyor. Bu branş, bize antibiyotikler, aşılar veren ve vücudumuzun fizyolojik ayrıntılarını daha iyi gözlemlememizi sağlayan moleküler biyolojiden geliyor. Sentetik biyolojinin araçlarını kullanarak mikroskobik olsun ya da olmasın herhangi bir organizmanın genlerini inanılmaz bir hızla ve uygun şekilde değiştirebiliriz. İnsan yapımı makinelerimizin sınırları göz önüne alındığında, sentetik biyoloji sadece yiyeceğimizi, yakıtlarımızı ve çevremizi düzenlememiz için bir araç olmakla kalmayacak bunların yanında kendimizin fiziksel yetersizliklerini giderecek ve uzayda hayatta kalmamızı garantileyecek.

Sentetik biyolojiyi uzayı keşfetmede nasıl kullanacağımıza örnek vermek üzere Mars ortamına geri dönelim Mars'ın toprak alaşımı eser miktarda organik madde içeren Hawai'nin volkanik küllerine benziyor. Diyelim ki Mars toprağı Dünya'dan gelen besleyiciler olmadan bitki yetiştirmek için uygun. Böyle bir durumda sormamız gereken ilk soru. "Bitkilerimizi nasıl soğuğa daha dayanıklı yaparız?" olmalıdır. Çünkü Mars'ın ortalama sıcaklığı eksi 60 santigrat derecedir. Sormamız gereken diğer bir soru ise "Bitkilerimizi nasıl kuraklığa dayanıklı yaparız?"dır. Çünkü kırağı hâlindeki suyun çoğu, benim "buharlaşmak" dememden daha önce buharlaşıyor. Aslında biz, balıklardan antifiriz protein genini ve pirinç gibi bitkilerden kuraklığa karşı dayanıklı genlerip alıp onları ihtiyacı olan bitkilere eklemek gibi şeyleri zaten yaptık. Artık kuraklığa ve dona karşı dayanıklı bitkilerimiz var. Dünya'da GDO olarak yani genetiği değiştirilmiş organizmalar olarak biliniyorlar. Bugün ise insan uygarlığının beslenmesi GDO'lar sayesinde gerçekleşiyor. Doğa, bu tarz şeyleri yardımımız olmadan yapıyor zaten. Biz ise bunu yapmak için daha hassas bir yol bulduk.
(Genetiği değiştirilmiş bitkiler Mars koşullarında yetiştirilebilir olacaktır.)
...

İhtiyacımız olan besine ve havaya sahip olacağımızı garantilemenin en iyi yollarından biri, yanımızda yeni ve haşin çevrelere uyum sağlamak için düzenlenmiş organizmalar getirmektir. Diğer bir deyişle bir gezegeni hem kısa hem uzun dönemde yaşanabilir kılmamıza yardım etmeleri için değiştirilmiş organizmalar kullanmak. Bu organizmalar, daha sonra yakıt veya ilaç üretmek üzere düzenlenebilir de.
(Genetiği değiştirilmiş organizmalar ile yeni gezegen insanlar için daha yaşanır hale getirilebilir.)
...

İlham almak için doğaya başvuralım. Dünyadaki canlı bolluğunun arasında ekstremofiller ya da ekstrem koşullarda yaşamayı seven canlılar olarak bilinen bir organizma grubu var. Belki lisedeki biyoloji derslerinden hatırlarsınız. Bu organizmalardan biri de Deinococcus radiodurans adındaki bir bakteridir. Bu bakteri dehidrasyona, soğuğa, vakuma, asitlere ve özellikle radyasyona karşı dayanıklı olmasıyla tanınır. Bu bakterinin radyasyona direnç mekanizması bilindiği hâlde henüz söz konusu genleri memelilere aktaramadık. Bunu yapmak pek de kolay değil. Bu bakterinin radyasyon mekanizmasına ait bir sürü özellik var ve bunları aktarmak bir geni aktarmak kadar kolay değil. Ama bence insan becerisi göze alındığında biraz zaman verildiğinde bunu başarmak o kadar da zor değil. Bu bakterinin radyasyona direnç yeteneğinden bir parça bile alsak şu ankinden çok daha iyi olurdu. Ki şu an sahip olduğumuz tek şey cildimizdeki melanin. Sentetik biyolojinin araçlarını kullanarak radyasyonun ölümcül dozlarında yaşayabilmek için Deinococcus radiodurans'ın becerilerinden yararlanabiliriz.
(Gelecekte, uzaydaki kötü şartlara dayanıklı olabilmek için insan genlerine bile yeni genler eklenebilir. Örneğin radyasyona dayanıklı bir canlının ilgili genleri insan genlerine eklenebilir.)
...

Türümüzün evrendeki yerini bulma mücadelesinde, Dünya harici gezegenlerde hayatta kalması için gereken ilave fonksiyonlarının doğal evrimi için yeterli zamanıımız hep olmayabilir. E.O. Wilson'ın genlerden kaçma çağı dediği kistik fibroz, kas distrofisi gibi genetik bozukluklarımızın çaresine geçici dış ilavelerle baktığımız bir dönemde yaşıyoruz. Ancak geçen her günle birlikte yapay evrim çağına, bir tür olarak bizlerin kendi genetik kaderimize karar verme kapasitesine sahip olacağımız bir çağa yaklaşıyoruz. İnsan vücudunun yeni yeteneklerinin artacağından bahsederken artık nasıl değil, ne zaman diye soruyoruz.
...

Sentetik biyolojinin, bir organizmanın özellikle kendimizin genetik yapısını değiştirmede kullanılması hakkında değerler ve ahlaksal olarak bazı kuşkular yok değil. Kendi genetiğimizi değiştirmek bizi daha az mı insan yapacak? Kaldı ki, insanlık bir şekilde bilinç sahibi olmuş üstün şeyden başka nedir ki? İnsan dehası kendini nereye yönlendirmeli? Elbette öylece oturup kendi dehamıza şaşıp durmak zaman kaybıdır. Bilgimizi, kendimizi dış tehlikelerden ve de kendimizden korumak için nasıl kullanırız. Bu soruları bilime karşı korku yaratmak için değil bilimin bizim için yaptıklarını ve yapmaya devam ettiklerini meydana çıkarmak için soruyorum. İnsanlar olarak, çözümleri ihtiyatın yanı sıra cesaretle tartışmak ve kabul etmek için bir araya gelmeliyiz.

Mars bir hedef, ama son hedefimiz olmayacak. Gerçek son sınırımız, türümüzün inanılmaz zekâsıyla neler yapabileceğimize ve yapmamıza karar vermemiz gereken çizgidir. Uzay soğuk, acımasız ve affetmezdir. Yıldızlara olan yolculuğumuz, bizi kim olduğumuz ve nereye gittiğimiz sorusuna getiren imtihanlarla dolu olacak. Cevaplar ise hayatın kendisinden topladığımız teknolojiyi kullanma veya terk etme arasındaki seçimimizde saklı olacak ve cevaplar bizi bu evrendeki dönemimizden geri kalanlar olarak tanımlayacak.

Bunlar da İlginizi Çekebilir

Yiyeceklerimizin Genleriyle Oynama Meselesi - Konferans
Modern Bitki Aşılama
Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar
Alıntı: Utandırılmak
Biyoteknolojik Balık ve Yapay Et
Tasarım Bebekler


21 Ekim 2021 Perşembe

Yiyeceklerimizin Genleriyle Oynama Meselesi - Konferans

Pamela Ronald, bitkileri hastalıklara ve strese karşı daha dirençli kılan genleri inceliyor. Göz açıcı bir konuşmada, pirincin uzun süreli su baskınlarına dayanmasını sağlayan bir geni izole etmek için on yıl süren arayışını anlatıyor. Tohumların genetik olarak iyileştirilmesinin 1990'larda Hawaii papayası mahsulünü nasıl kurtardığını gösteriyor ve modern genetiğin bazen sürdürülebilir tarımı ilerletmek ve gezegenimizin büyüyen nüfusu için gıda güvenliğini artırmak için en etkili yöntem olduğunu savunuyor.


Pamela Ronald:
İlk olarak, kocam Raoul ile tanışın. Kendisi organik tarım yapan bir çiftçidir. Çiftliğinde, çeşitli mahsüller ekiyor. Bu çiftliğini sağlıklı tutmak için yapılan ekolojik çiftçilik uygulamalarından biri. Aldığımız tepkileri hayal edin: "Gerçekten mi? Organik tarımcı ve bitki genetikçisi mi? Hiç anlaştığınız oluyor mu?"
Aslında, evet. Ve zor da değil çünkü amacımız aynı. Çevreyi daha fazla tahrip etmeden büyüyen nüfusun beslenmesine yardım etmek istiyoruz. Zamanımızın en büyük sıkıntısı bence bu.

Aslında genetik modifikasyon yeni değil. Hemen hemen yediğimiz her şeyin bir şekilde genetiği değiştirilmiş. Size birkaç örnek vereyim. Soldaki resim modern mısırın antik atası. Sert bir kabukla korunan tek sıra taneler görüyorsunuz. Bir çekiciniz yoksa teosinte ile ekmek yapmak kolay olmayacaktır. Şimdi, muzun antik atasına bakın. Büyük tohumları görebiliyorsunuz. Ve iştah kaçırıcı brüksel lahanası ve patlıcan, ne kadar da güzel (ç.n. alaycı).

Şimdi, bu çeşitliliği yaratmak için, yetiştiriciler yıllar boyunca farklı genetik teknikler kullandılar. Bazıları oldukça yaratıcı. Aşılama denilen işlemi kullanarak iki farklı türü karıştırmış ve yarı domates, yarı patates çeşitliliğini yaratmışlardır. Yetiştiriciler başka genetik teknikler de kullandılar. Örneğin; bitkilerde karakterize edilmemiş mutasyonlara (ç.n. değişim) neden olan raslantısal mutagenes (ç.n. gen değişimi). Çoğumuzun bebeğini beslediği pirinç bu yaklaşımla geliştirildi.

Kendi işlerimden birkaç örnek vermek istiyorum. Dünyanın yarısı için temel gıda olan pirinç üzerine çalışıyorum. Her yıl, potansiyel hasatın yüzde 40'ı haşere ve hastalık nedeniyle zayi oluyor. Bu nedenle, çiftçiler dayanıklı gen taşıyan pirinç çeşitleri ekiyor. Bu yaklaşım neredeyse 100 yıldır kullanılıyor. Lakin, yüksekokula başladığımda, bu genlerin ne olduğunu kimse bilmiyordu. Ta ki, 1990'larda bilim adamları direncin genetik kökenini ortaya çıkarana kadar. Laboratuvarımda, Asya ve Afrika'daki ciddi bir bakteriyel hastalığa bağışıklık için bir geni izole ettik. Bu geni değiştirerek normalde dayanıksız olan pirinci, aşağıdaki iki yapraktan gördüğünüz üzere, enfeksiyona karşı dayanıklı kıldık.

Kenong bu geni bulmak için 10 yıl harcadı. Ve bir gün dedi ki, "Gelin şu deneye bakın. Bunu görmelisiniz." Seraya gittim ve gördüm ki su altında 18 gün kalan geleneksel tür ölmüştü fakat keşfettiğimiz yeni gen ile genetik değişiklik ile ürettiğimiz pirinç türü olan Sub1 yaşıyordu. Kenong ve ben tek bir genin böyle köklü bir etki etmesine şaşırmış ve heyecanlanmıştık. Fakat bu sadece bir sera deneyi idi. Bu tarlada işe yarar mıydı?

Şimdi size, Uluslararası Pirinç Araştırma Enstitüsünde çekilmiş dört aylık hızlandırılmış bir video göstereceğim. Yetiştiriciler başka bir genetik teknik olan hassas üretme ile Sub1 geni taşıyan bir pirinç türü geliştirdiler. Solda, Sub1 türünü görebilirsiniz ve sağda ise geleneksel tür var. İlk başta iki tür de gayet iyi, fakat sonra tarla 17 gün boyunca su altında kaldı. Sub1 türünün harika olduğunu görebilirsiniz. Aslında, geleneksel türe nazaran üç buçuk kat daha fazla tahıl üretiyor. Bu videoya bayılıyorum çünkü çiftçilere yardım etme konusunda bitki genetiğinin gücünü gösteriyor. Geçen sene, Bill ve Melinda Gates Vakfının yardımıyla üç buçuk milyon çiftçi Sub1 pirinci yetiştirdi.
(Alkışlar)

Şimdi, birçok insan, mesele pirinç genlerini, pirinç genleri ile değiştirmek olunca genetik modifikasyonu umursamıyor veya mesele rastgele mutagenes veya aşılama ile türleri karıştırmak olduğunda. Ama mesele virüslerden ve bakterilerden gen almak ve onları bitkilere koymak olunca birçok insan, "Iyy." diyor. Bunu neden yapıyorlar? Bunun nedeni gıda güvenliğini iyileştirmek ve sürdürülebilir tarımı geliştirmek için en ucuz, en güvenli ve en etkili teknoloji olmasıdır. Size üç örnek vereceğim.

İlki, papayaya bakın. Lezzetli, değil mi? Şimdi, şu papayaya bakın. Bu papayaya halka leke virüsü bulaşmış. 1950'lerde, bu virüs Hawaii, Oahu adasındaki neredeyse tüm üretimi yok etti. Birçok insan Hawai papayasının yok olacağını düşündü fakat sonra, yerel bir Hawaili, Dennis Gonsalves isimli bir bitki patoloji uzmanı, genetik mühendisliği ile bu hastalığa karşı mücadele etmeye karar verdi. Virüslü DNA'dan bir parça aldı ve onu papaya genomuna koydu. Bu bir insanın aşı olması gibi bir şey. Şimdi onun saha deneyine bakalım. Ortada genetiği değiştirilmiş papayayı görebilirsiniz. Enfeksiyona karşı bağışıklığı var. Dıştaki geleneksel papaya virüse aşırı derecede maruz kalmış. Dennis'in öncü çalışması papaya endüstrisini kurtarmasıyla bilinir. Bugün, 20 yıl sonra, bu hastalığı kontrol etmek için başka bir yöntem yok. Organik bir yöntem yok. Geleneksel bir yöntem yok. Hawai papayasının yüzde sekseninin genetiği değiştirilmiştir.

Şimdi, patlıcan üzerinde ziyafet çeken şu haşereye bakın. Gördüğünüz kahverengi dışkı, böceğin arka ucundan çıkan şey. Bu ciddi haşereyi kontrol etmek için - ki Bangladeş'teki patlıcan mahsülünün tamamını harap edebilir - Bangladeşli çiftçiler haftada iki-üç kez böcek ilacı sıkıyor, bazen haşere baskısı yoğun olduğunda ise günde iki kere. Fakat biliyoruz ki bazı böcek ilaçları insan sağlığına zararlı, özellikle de çiftçiler ve aileleri buradaki gibi çocuklara düzgün koruma sağlayamadıklarında. Az gelişmiş ülkelerde, tahminlere göre 300.000 insan her yıl yanlış böcek kullanımı ve ona maruz kalınması yüzünden hayatını kaybediyor. Cornell ve Bangladeşli bilim adamları organik tarım yaklaşımı sağlayan genetik bir teknik kullanarak bu hastalıkla savaşmaya karar verdi. Kocam Raoul gibi organik çiftçiler bakteri tabanlı B.T. denilen bir böcek ilacı kullanır. Bu ilaç kurt haşeresine özgüdür ve aslında, insanlara, balık ve kuşlara zararsızdır. Sofra tuzundan daha az zehirlidir. Fakat bu yaklaşım Bangladeş'te pek işe yaramıyor. Bunun nedeni bu böcek ilaçları bulunması zor, pahalı ve böceklerin bitkilerin içine girmesine engel olmuyor. Genetik yaklaşımda, bilim adamları bakteriden geni çıkarıyor ve onu direkt olarak patlıcan genomuna ekliyor. Peki bu Bangladeş'teki ilaçlamasını azaltacak mı? Kesinlikle. Geçen sezon, çiftçiler büyük oranda ilaç kullanımlarını azalttıklarını, neredeyse hiç kullanmadıklarını belirtti. Gelecek sezon için hasat ve tekrar ekim yapabiliyorlar.

Az gelişmiş ülkelerde, her yıl A Vitamini eksikliği nedeniyle 500.000 çocuk kör oluyor. Yarısından fazlası ölüyor. Bu nedenle, Rockefeller Vakfı'nın desteklediği bilim adamları A Vitamini öncü maddesi olan beta-karoten üretmek için genetik mühendislik ile altın pirinç üretti. Bu havuçlarda bulunan aynı pigment. Araştırmacılar günde bir bardak altın pirinç ile binlerce çocuğun hayatının kurtulacağını tahmin ediyor. Fakat genetik modifikasyona karşı olan aktivistler altın pirince düşmanca karşı çıktı. Geçen sene, aktivistler Filipinlerde bir saha deneyini işgal edip tahrip etti. Bu tahribatı duyunca bilimsel bir deneyi tahrip etmekten daha fazlasını yaptıklarını bilmelerini arzu ettim. Keşke çocukların görmek için ve hayatlarını kurtarmak için çaresizce muhtaç oldukları ilaçları tahrip ettiklerini bilselerdi.

Bazı arkadaşlarım ve tanıdıklarım hâlâ endişe ediyor: Besinlerdeki genlerin yenmesinin güvenli olduğunu nereden biliyorsun? Genetik mühendisliğini, türler arasında genlerin aktarımı işleminin 40 yıldan fazla bir süredir şarap, ilaç, bitkiler ve peynirde kullanıldığını açıkladım. Tüm bu sürede, insan sağlığına ve çevreye en ufak bir zarar verilmedi. Fakat diyorum ki, bakın, bana inanmanızı istemiyorum. Bilim bir inanç sistemi değil. Benim görüşümün önemi yok. Kanıtlara bakalım. 20 yıllık dikkatli çalışmalardan sonra ve binlerce bağımsız bilim adamı tarafından yapılan titiz meslektaş incelemesi ile dünyadaki her büyük bilim organizasyonu piyasadaki mevcut mahsülleri yemenin güvenli olduğu ve genetik mühendislik işleminin eski genetik modifikasyon yöntemlerinden daha fazla riskli olmadığı sonucuna vardı. Bunlar çoğumuzun iklim değişikliği veya aşıların güvenliği gibi önemli bilimsel meselelerde güvendiği aynı organizasyonlar.

Chris Anderson: ...Korkulan şey bu teşviklerin kararın yalnızca bilimsel sebeplerle yapılmadığını göstermesi ve hatta öyle olsa bile, istenmeyen sonuçların olabileceğidir. Ortada bazı istenmeyen sonuçlar doğuracak büyük bir riskin olmadığını nasıl bilebiliriz? Doğa ile oynadığımızda sık sık büyük, istenmeyen sonuçlar ve zincir reaksiyonlar ortaya çıkıyor.

Pamela Ronald: Peki, ticari açıdan anlaşılması gereken en önemli şeyden biri de gelişmiş dünyada, Birleşik Devletlerdeki çiftçiler, organik veya geleneksel neredeyse tüm çiftçiler, tohum şirketleri tarafından üretilen tohumları satın alıyor. Yani kesinlikle çok tohum satma gibi ticari bir ilgi var fakat neyse ki çiftçilerin almak istediği tohumları satıyorlar. Az gelişmiş dünyada bu farklı. Oradaki çiftçilerin tohum alacak paraları yok. Bu tohumlar satılmıyor. Bu tohumlar geleneksel tür onaylı gruplar aracılığıyla ücretsiz olarak dağıtılıyor, yani az gelişmiş ülkelerde tohuma ücretsiz erişilebilmesi çok önemli.

CA: Bazı aktivistler bunun komplonun bir parçası olduğunu söyleyemez mi? Eroin stratejisi böyle. Siz ürünü ekersiniz ve insanların bu tohumlara bağımlı olmaktan başka şansı yoktur.

PR: Ortalıkta çokça komplo teorileri var elbette fakat bu o şekilde işlemiyor. Mesela, dağıtılan tohum, suya dayanıklı pirinç, Hindistan ve Bangaldeşli tohum belgelendirme kuruluşları tarafından ücretsiz olarak dağıtılıyor, yani ortada ticari bir beklenti yok. Altın pirinç Rockefeller Vakfı'nın desteğiyle geliştirildi. Yine söylüyorum, ücretsiz dağıtılıyor. Bu durumda ticari bir kâr beklentisi yok. Diğer sorunuza cevap verecek olursak, yani genlerin karıştırılması, bazı istenmeyen sonuçlar yok mu? Kesinlikle -- her zaman bir şeyleri farklı yapıyoruz, istenmeyen bir sonuç var, fakat anlatmak istediğim şeylerden biri de, bitkilerimizle türlü türlü çılgın şeyler yapıyoruz, radyasyon kullanarak mutagenez veya kimyasal mutagenez. Bu binlerce karakterize olmamış mutasyona neden oluyor ve bu modern yöntemlerin çoğuna nazaran istenmeyen sonuçlar açısından daha büyük bir risk. Yani GDO terimini kullanmamak önemli çünkü bu bilimsel olarak anlamsız. Bence, belli bir mahsül ve belirli bir ürün hakkında konuşmak ve tüketicinin ihtiyaçlarını düşünmek çok önemli.

CA: Yani birçok insanın zihinsel düşüncesinde doğa doğadır ve saf ve bozulmamıştır ve onunla oynamak Frankenstein'lıktır. Bu, saf olan bir şeyi tehlikeli hale getirmek gibi bir şey ve siz de diyorsunuz ki bu düşünce doğanın nasıl olduğunun yanlış anlıyor. Doğada başından beri çok daha kaotik genetik değişiklik etkileşimi oluyor.

PR: Bu kesinlikle doğru ve saf yiyecek diye bir şey yok. Yani, patlıcana böcek ilacı sıkmayabilirsiniz veya onun genetiğiyle oynamayabilirsiniz ama sonunda dışkı yemek zorundasınız. Bunda saf olan bir şey yok.

Bunlar da İlginizi Çekebilir

Modern Bitki Aşılama
Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar
Alıntı: Utandırılmak
Biyoteknolojik Balık ve Yapay Et
Tasarım Bebekler

20 Temmuz 2021 Salı

Yeniden Tasarlamak - Biyoteknoloji

Bir bitki, zararlı böcekleri uzaklaştıracak ya da yok edecek şekilde, genetik olarak kodlanabilir. Bu demektir ki, bitkiye böcek ilacı -maddesel nesne- sıkmak zorunda değiliz. Yani, bitki daha dayanıklı hale getirilmiş olunur aslında. Dünya'da iklim değişikliği olmaktadır. Birçok bitki uyum sağlayamayacaktır. İklim değişikliğine dayanıklı bitkiler GDO sayesinde mümkün olacaktır.

Mühendislerin gen bilgisi gittikçe artıyor. Sadece bitki tasarımıyla kalınmayacak. Hayvan genleri değiştirilecek. Örneğin kök hücreleri bölünürken, ortaya canlı hayvan çıkacağına sadece et oluşacak. Böylece et için hayvan kesmeye gerek kalınmaz. Yine de insanların bir bölümü uzun süre hayvan kesmeyi savunacaktır, organik olduğunu düşündüklerinden.

Bunlar da İlginizi Çekebilir

Yiyeceklerimizin Genleriyle Oynama Meselesi - Konferans
Alıntı: Utandırılmak
Biyoteknolojik Balık ve Yapay Et
  
Tasarım Bebekler
Modern Bitki Aşılama
Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar
 

Muhtemelen biraz uzak gelecekte insan genlerinin değiştirilebileceği bilgiye de ulaşılmış olacak. Hastalıklara karşı daha dayanıklı insanlar geliştirilebilecek. Ya da doğacak bebeğin bedeninin sağlığı kontrol altına alınmış olacak, henüz zigot halindeyken. Daha zeki olmasını sağlayacak genler seçilebilecek. Bir çok insan doğal genlerin mükemmel olduğunu düşünür. Tanrı'nın özel olarak tasarladığına inanır. Ama aslında sanıldığı kadar mükemmel değildir. Mesela akraba evliliklerinde hataları daha çok belirginleşir. Genetik hastalıkların ortaya çıkma riskini önemli ölçüde artıran bir durumdur. Bebeklerde fiziksel ve zihinsel engelliliğe neden olabilir. Gen mühendisleri, Tanrı'nın işi kabul edilen canlı tasarlama görevini yavaş yavaş üstlenmeye başlıyorlar sanki. Ve ortaya gittikçe daha kaliteli canlılar çıkacak. Amaca daha odaklı canlı ürünlerinin sağlanması biyoteknolojiyle mümkündür. İnsan genlerinin değiştirilmemesi gerektiğine inanan kişiler olacaktır. Ama kendi bebeklerinin rekabette geri kalmasını da gözleri almayacaktır. Dolayısıyla mümkün olduğunca kaliteli genlerin bebeklerine işlenmesini isteyeceklerdir!

6 Ağustos 2020 Perşembe

Domatesin Covid-19 Aşısı Olabilmesi

Aşıların seri üretiminin, bitki yetiştirme kolaylığında sağlanabildiğini düşünün. Üretimi ucuzlayacaktır. Aşılar daha çok insana yetebilecektir. Aslında Covid-19 gibi pandemilere önlem alabilmenin en verimli yolu, aşıyı bitkiye dahil edebilmektir. Böylece o bitki yetiştirildikçe, aşı da üretilmiş olacaktır.



Aşı üretiminde az bilinir yöntemlerden birisi, bitkileri antijen üretmek üzere bir “biyofabrika” olarak kullanmaya dayanır. Bitkilerin genetiği, örneğin virüs benzeri parçacıkları (VBP) üretebilmesi için değiştirilebilir. Virüs benzeri parçacık dediğimiz şeyler, virüslerin yapısal proteinleri ya da antijenlere birden fazla bölgeden bağlanarak insanlarda bağışıklık tepkisi oluşturan “multi-epitop” proteinleridir.”

“Nicotiana benthamiana, hızla üreyen, laboratuvarda kolaylık sağlayan ve yüksek biyokütle oluşturan tütün benzeri bir bitkidir ve bu yüzden aşı çalışmalarında yaygın olarak kullanılmaktadır. Fakat bilim insanları aynı zamanda marul, havuç, patates, pirinç, domates ve mısır gibi birçok farklı bitki ile de çalışmalar yapmakta.

2020’nin başından beri HIV, çocuk felci, hepatit-B, kuduz, HPV, kolera ve diğer birçok patojene ait 97 deneysel aşı, bu bitkilerde çoğaltılan antijenler ile üretildi. Çalışmalar MS gibi otoimmün hastalıklar ve kansere karşı bileşen üretiminde bile kullanıldı.

Söz konusu “bitki temelli aşılar”ın bir kısmı, klinik çalışmalara kadar ilerletildi. Medicago tarafından geliştirilen grip aşısı, Fraunhofer malarya aşısı ve Kentucky Biyoprocess tarafından bir antikor serumu olarak üretilen ZMapp adlı ilaç, genetik ile değiştirilmiş (GD) tütünler aracılığıyla üretilmişti. Zmapp, Afrika’da gerçekleşen 2014-2015 ve 2018-2019 tarihli Ebola salgınlarında hastalar üzerinde de uygulandı.

Günümüzde bitki temelli aşılar sadece bir hayal değil. Öyle kibir tanesi piyasaya dahi sürüldü: Gaucher hastalığının replasman tedavisinde kullanılan “taliglucerase alfa” enzimi, GD havuçlarda çoğaltılıyor ve biyoreaktörler yoluyla elde ediliyor.”

Bitkilerde üretilen aşıların kolay taşınması, depolama için soğuk zincir sistemine gerek duymaması ve dolayısıyla düşük maliyetli olması gibi birçok avantajı var. Ek olarak, klasik aşı üretimi yöntemlerinin aksine bitki temelli aşı üretiminde patojen ve toksinlerin çalışanlara bulaşma riski de bulunmuyor ki bu risk memeliler veya mikroorganizmalar üzerinde aşı üretimi sırasında endişe duyulan bir risk.”

“Süregelen COVID-19 aşı yarışında, “biyo-tarım” veya “moleküler tarım” olarak da bilinen bitkilerden yararlanma stratejisi de ihmal edilmiş değil. Yukarda bahsi geçen iki şirket, tütün bitkisini genetik ile değiştirerek virüs benzeri parçacıkları bitkiden elde etmek ve dolayısıyla antijen üretmek için çalışıyor. Bunlardan biri olan Kanada şirketi Medicago, eğer bu yenilikçi metot ve klinik testler Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi’nin onayını alırsa, şirketin ayda 10 milyon doz aşı üretebileceğini belirtiyor. Öte yandan Amerikan şirketi Kentucky Biyoprocessing, kendi ürettikleri hızlı büyüyen GD tütünleri kullandığını, aşı için klinik öncesi testlere başladığını ve haftada 3 milyon doza kadar aşı üretebileceğini duyurdu.”

Yukarıda bahsettiğimiz bitki bazlı aşıların geleneksel aşılara göre bazı avantajları olmasına karşın uygulama yöntemleri hala enjeksiyonu -çocukların korkulu rüyası iğneleri- içeriyor. Peki ya aşı vurulmak yerine direkt olarak bağışıklık kazandıran genetik ile değiştirilmiş besinler -yani bir nevi yenilebilir aşı- tüketebilseydik?”

“Meksika’da UANL (Institute of the Autonomous University of Nuevo León) üniversitesinden genç bir biyoteknolog ve girişimci olan Garza, Cornell Alliance for Science ile yaptığı röportaj’da şunları söylüyor:

Avantajları apaçık ortada olmasına rağmen SARS-CoV-2’ye karşı ‘yenilebilir aşı’ üretim yöntemi, çok az araştırılmış bir alternatif. COVİD-19 sorunu, aşı niteliğinde olacak virüs proteinlerinin domateslerde üretilmesine odaklanarak çözülebilir.”

“Garza, şöyle anlatıyor:

Aşıların geleneksel olarak üretilmesi uzun zaman alan ve oldukça masraflı bir sürü biyokimyasal, immünolojik ve mikrobiyolojik metod gerektiriyor. Kullandığımız “tersine aşı” stratejisi, her bir patojen veya organizma için çok sayıda protein bulmamıza ve içlerinden en iyi antijen aşı adaylarını seçmemize yarıyor. Bu yöntem, klasik yöntemlerle üretilmesi çok karmaşık ve neredeyse imkânsız olan aşıları üretebilmemizi sağlıyor.”

Kısacası, Üretimden önce yapılan biyoenformatik modellemeler, işten tasarruf etmeyi ve patojenlere karşı en etkili antijenlerle çalışmayı; dolayısıyla en etkili aşıyı bulmayı sağlıyor.”

Buna benzer nitelikte literatürde bulunabilen tek çalışma, SARS-CoV antijenleri bulunduran bir domatesin geliştirilmesiydi. SARS-CoV,2002-2003 yılları arasında Güneydoğu Asya’da SARS epidemisine sebep oldu ve günümüzde COVID-19’a sebep olan virüs ile %70 genomik benzerliğe sahipti. Ancak geliştirilen transgenik domatesin farelerde SARS-CoV-1’e karşı yüksek değerlerde antijen üretmesine sebep olduğu kaydedilmesine rağmen klinik çalışmalara devam edilmedi.”

“Garza’nın da açıkladığı üzere, çalışma şu anda aşı üretebilmek amacıyla potansiyel epitopları belirleme ve analizini yapma aşamasında. Proje ilerledikçe şirketler ve araştırma merkezleri yardımıyla aday aşının klinik çalışmaları yapılmaya başlanacak.”

İğnelerin can yakıcılığından kurtulmanın dışında meyve ve yenilebilir bitkilerin insanların hastalıklara karşı bağışıklık kazanmasında aşı olarak kullanılmasının, aşının saflaştırılmadan ve işlemden geçirilmeden direkt olarak yenebilmesi gibi birçok yararı var.

Ham maddenin ek işlemden geçirilmeden doğrudan tüketilmesi (meyvenin direkt olarak yenmesi ya da biyokütle liyofilizasyonu ile sıvılaştırılmış jelatin hap veya tabletler yoluyla alınması), antijeni işlemden geçirme ve saflaştırma maliyetlerinden kurtardığı gibi bitki hücrelerinin midedeki koruyucu rollerinden dolayı antijenlerin mide-bağırsak yolunda bozulmasını da engelliyor.”

Yenilebilir aşıların antijen saflaştırma işleminden geçmemesi, muhtemelen düşük bütçe ile üretilebilmesini sağlayan ana faktör. Masrafın az olması ise düşük gelirli ülkelerde de aşının ulaşılabilir olması demek.

İstatistiklere göre, örneğin Çin’deki tüm insanlara yetecek hepatit-B aşısı için sadece 0.16km2 araziye ihtiyaç var; dünyadaki tüm çocuklar için ise bu rakam 0,8 km2 oluyor.”

“Her kıtadan birçok ülke GDO’ları deneysel olarak geliştiriyor ya da geliştirmiş olsa da, günümüzde sadece 26 ulus GDO’ların ticari kullanımıyla ilgili yasal düzenlemeleri hayata geçirdi. Avrupa Birliği’nde olduğu gibi, diğer birçok ülkede gerekli yasaların bulunmaması veya geri kalmış, işlevsiz çerçeve yasalar, yenebilir aşıların laboratuvardan piyasaya sürülmesinin nihai maliyetini arttırabilir ve böylelikle küçük-orta çaplı şirketlerin veya kamu kuruluşlarının bu teknolojiyi geliştirmesini zorlaştırabilir.”

“Hâlihazırda domates bitkileriyle COVID-19’a karşı aşı geliştirme çalışmalarının yapıldığı Meksika’da ise, GDO lara karşı olduğunu sık sık belirten bir başkanın rejimi altında yerel bilim insanları zor zamanlar yaşıyorlar. Dahası aynı başkan, genetik ile değiştirilmiş ürün karşıtlığıyla bilinen bir bilim insanını, ulusal bilim harcamalarından sorumlu devlet kuruluşu CONACYT’nin yöneticisi olarak atamıştı.”

“Yine de eğer bu umut vadeden yenebilir aşı çalışması – Meksikalı kamu sektöründe başlatılanlar- başarılı bir şekilde ilerlerse, klinik aşamalara ve üretimin hızlanmasına yönelik gelişmelerin kuzeye, ABD ya da Kanada’ya doğru, şirketlerin zaten COVID-19 moleküler ilaç tarımı yaptığı ve dünyanın en uyarlanabilir GDO hukuki çerçevelerinin olduğu yerlere kayması oldukça muhtemel. Bu durum, Meksika’daki biyolojik ilaç tarımı imkânlarına sahip yerel üniversitelerin yanında, yine Meksika’da bulunan CIMMYT, CINVESTAV ve INIFAP gibi tüm yüksek düzeyli araştırma merkezlerine ve tarımsal biyoteknoloji alanında çalışan dünyanın üst düzey bilim insanlarına rağmen gerçekleşebilir.”

Yenilebilir aşılar için temel problem, insanların GDO’lara karşı yanlış kanılarda bulunmasından ve GDO’nun çevreye ve sağlığa zararlı olduğuna dair keskin yargılarından kaynaklanıyor. Binlerce bilimsel araştırma ve 250’den fazla bilimsel kuruluşun açıklaması, GDO’nun güvenli olduğunu kanıtlarla destekliyor; ayrıca GDO’nun 20 yıllık geçmişi boyunca aksini kanıtlayan hiçbir etki görülmemesine rağmen önyargılar devam ediyor.Bizlere düşen nokta ise, GDO’ya dair doğru bilgileri, özellikle gelişmekte olan ülkelerde kamuya ve kanun yapıcılara bu gibi önemli anlarda yaymak oluyor.”

Belki COVID-19’a karşı başlattığımız aşı yarışında GD yiyecekler, milyonlarca insanı kurtarmakla beraber, yıllardır korkular ve yanlış bilgiler sonucu oluşan önyargıları da kırabilirler.”



Alıntılanan Makale: Genetiği Değiştirilmiş Domatesler, Yenilebilir COVID-19 Aşısı Olarak Kullanılabilir!

6 Haziran 2020 Cumartesi

Biyoteknolojik Balık ve Yapay Et

Somon balığı nasıl ucuzlayabilir. Üretimi nasıl kolaylaşır ve artar. Bitmedi. Yapay hayvan ürünleri nelerdir. Yapay süt fabrikada üretildiğinde hayvanları zorlamak gerekmez! Peki yapay etlerin ne tür yararları vardır, hayvanları korumak dışında. İşte bu makale, bunları gayet güzel anlatıyor.


İlk çiftçinin, en şişman tavuğunu en yavaş horozuyla eşleyip daha lezzetli ve miskin tavuklar üretebileceğini fark ettiğinden beri insanlar, besinlerinin genetiğini değiştiriyorlar. Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi'nin (FDA) insan tüketimi için genetiği değiştirilen ilk hayvanı onaylaması, hayvan proteini tüketimimizde çok daha bilimsel ve belki de daha etik bir çağın habercisi durumunda.

"Frankeştayn balık" ismi takılan, AquaBounty Technologies şirketi tarafından geliştirilen ve geçtiğimiz günlerde FDA tarafından onaylanan genetiği değiştirilmiş somon balığı, muhtemelen en iyi şekilde, gelecekte karşımıza çıkacak olan şeylerin bir işareti olarak anlaşılabilir. Laboratuvarda üretilen tavuk göğüs eti ve genetiği değiştirilmiş maya hücreleri ile üretilen inek sütünün de dahil olduğu diğer melez proteinler ufukta görünüyor. AquaBounty'nin Panama dağlarının yükseklerinde bulunan özelleştirilmiş somon üretim tankları ile başlayarak, genetiği değiştirilmiş gıda maddelerinin esrarengiz ve heyecan verici yeni dünyasında bir gezintiye çıkalım.

Yemek için epey sağlıklı olmasına karşın, somonları çiftlikte yetiştirmek kolay değildir. Normal bir somon balığının piyasa ebadına ulaşması ortalama üç yıl alır. Bu, fabrika çiftçiliği hayvanlarının dünyasında neredeyse bin yıla eşdeğer. Karşılaştırmak için, eti yenen kuşlar arasında en hızlı büyüyen melez bir Kelt X tavuğu, sekiz hafta kadar kısa sürede kesilmek için hazır hale gelir. Bu durum, somon balığı için fiyatların yüksek tutulmasına yol açarak arz ve talepte dengesizlik oluşturur.

Son 20 yıldır şirket, piyasaya genetiği değiştirilmiş bir somon balığı getirmek için çalışıyordu ve bunu yapmak için Gıda ve İlaç Dairesi'nden uzun süredir beklediği onayı en nihayetinde aldı. Somona yapılan genetik değişimler aslında iki aşamalı. İlk olarak AquaBounty, melez türlerine göre Pasifik somon türlerinin en büyüğü olan Chinook (veya kral) somon balığından bir büyüme hormonu ekledi. Ardından, donma sıcaklığına yakın sularda büyüyebilen ve yılan balığı benzeri bir balıktan (İng. ocean pout) alınmış bir geni ekleyerek canlının büyümesini daha fazla hızlandırdı. Bunun sonucunda, rekor miktarda kısa bir zamanda özellikle iri olacak şekilde büyüyen bir somon balığı elde edildi.

Bunlar da İlginizi Çekebilir


Genetiği değiştirilmiş somon balığına ilişkin bir hayli endişe var; bunlar arasında, bu süper somonların kansere sebep olabileceklerine dair gerçek olmadığı ortaya çıkmış bir efsane ve ayrıca, vahşi doğaya kaçtıklarında neler olacağına dair devam eden bir endişe de var. Bu kuşkular, sonunda, FDA'nın tatmin olmasıyla yanıtlandıysa da, soruların kendisi, insanların kendi ihtiyaçlarına uyum sağlaması için doğayı yeniden tasarlama yeteneğinin artışına dair yükselen gerilimin altını çiziyor.

Genetiği değiştirilmiş somonun tüketim için aslında güvenli olduğunu temin ettikten sonra, FDA'nın en büyük endişesi canlının evrimsel anlamda uyumluluğuyla ilgiliydi. GD somon vahşi doğaya kaçarsa, sıradan somonun soyunun tükenmesine neden olabileceğinden korkuluyordu. Ancak FDA'daki bilim insanları, genetiği değiştirilmiş somonun doğal kuzenlerinden aslında daha hızlı ve boyut olarak daha büyük olacak şekilde büyürken, GD somonun doğal benzerlerinden daha yüksek stres seviyeleri geçirdiğine, bu yüzden de vahşi doğada hayatta kalma yeteneğinin daha az olduğuna karar verdiler. Aslında, balığın doğal olmayan şekilde hızlı bir oranda büyümesiyle sahip olabileceği herhangi bir hayatta kalma üstünlüğü, aynı büyümenin neden olduğu stres tarafından dengeleniyordu.

Fakat FDA'nın AquaBounty'e yeşil ışık vermesi için sadece bu yeterli değildi. GD balığın doğal akrabalarıyla eşleşerek şimdiye kadar test edilmemiş melez bir canlıya yol açabileceği endişesi de bulunuyordu. AquaBounty bunun üzerine Frankeştayn balığa başka bir genetik düzenleme ekledi ve ilave bir X kromozomu ile bütün GD somonlar kısır hale geldi. Bir diğer koruma katmanı olarak, bütün somonlara dişi olacakları şekilde mühendislik uygulandı ve doğal üreme olasılıkları daha fazla azaltıldı.

GD konusunda yaklaşık 20 yıllık mekik dokumadan sonra, elde edilen sonuç nihayet FDA'nın memnuniyetini kazandı ve bundan sonra bu yeni somon filetolarının artan bir sıklıkla tabaklara gelmesini umabiliriz. Fakat pek çok bakımdan Frankeştayn balık, gıda maddelerinin genetiği değiştirilmiş dünyasında işlenmekte olan değişimlerin olağan tarafında bulunuyor. Süt proteini üreten, genetik mühendisliği yapılmış maya hücrelerinden elde edilen peynirin gelişi, GD gıda ürünlerinin geleceğine doğru daha çarpıcı bir zirveye işaret ediyor.

Veganların ve diğer çevresel grupların et ve peynir gibi hayvan ürünlerine karşı sunduğu temel görüşlerden birisi de, çiftlik hayvanı yetiştirme işleminde meydana gelen büyük miktarda çevresel yıkım. Sera gazlarının büyük bir kısmının, et ve süt üretmek için sığır yetiştirmekten kaynaklandığı bir gerçek. Şimdi genetik mühendisliği sayesinde, peynirli keklerimizi elde etmenin ve de onları yemenin daha çevre dostu bir yolu olabilir.

Çözüm, maya hücrelerine mühendislik uygulayarak süt proteini üretmelerini sağlayan bir grup bilim insanından geliyor. Süt proteini elde edilerek, daha sonra suyla ve vegan yağ ile karıştırılarak sıvı bir süt ‘vekili’ elde edilebilir. Yapay süt daha sonra peynire veya diğer süt ürünlerine işlenmek için hazır olur. Buluşun ardındaki RealVeganCheese adlı grup, ürünü pazara getirmek için bir Indigogo (insanların sermaye topladığı internet sitesinin adı) kampanyası başlatıyor.

Yapay olarak mühendislik uygulanmış süt proteinin ardındaki bilim, GD somonun oluşturulması ile karşılaştırıldığı zaman önemli bir üstünlüğe sahip: Canlı bir hayvana fabrika çiftçiliği uygulamanın çok sayıdaki çevresel ve ahlâki sonuçlarından kaçınıyor. Eğer pek çok tarihçi, felsefeci ve çevreci ile konuşursanız, erken 21’inci yüzyılın en büyük ahlâki felâketinin terörizm değil, bunun yerine alışkanlık haline gelmiş ölçekteki fabrika çiftçiliğinin artışı olduğu görüşüyle karşılaşmanız muhtemeldir. Şimdi bildiğimiz üzere fabrika çiftçiliğine konu olan hayvanların pek çoğu karmaşık duygusal yaşamlara sahip ve kendi türümüze çok fazla benzeyen bir şekilde acı ile duygusal travma hissediyorlar.

Bu gerçek hakkındaki farkındalığın artması, çevre topluluklarının harekete geçmesine sebep oldu ve hayvan proteini elde etme aracı olarak fabrika çiftçiliğinin yerine başka bir seçenek bulunmasına dair baskıları artırdı. Zorluğu kabullenip bunun üstesinden gelen ilk bilim insanlarından biri, Hollandalı bir doku mühendisi olan Mark Post idi ve tamamen laboratuvarda üretilen inek kas dokusundan bir sığır eti sentezlediğini ilan ettiği zaman büyük bir ilgi çekmişti. Bu olaydan sonra gözler, laboratuvarda üretilmiş tavuk eti oluşturmak için bir proje başlatan İsrail'in Çağdaş Tarım Kuruluşu'na (MAF) çevrildi. Domuz etinin ardından gezegendeki ikinci en çok tüketilen et tavuktur ve pek çok yerde tavuklar çiftlik hayvanı olarak düşünülmediği için, diğer fabrika çiftçiliği hayvanlarına uygulanan temel sağlık önlemi ve refah seviyelerini sağlayan düzenleyici denetimin pek çoğundan faydalanmazlar. MAF eş kurucusu Shir Friedman şöyle açıklıyor:

"Bizler bir grup duyarlı bireyler olarak, hem çevreye hem de hayvanlara yardımcı olma konusunda dünyanın acilen ihtiyacı olan şeyin herkesin vegan olması olduğu sonucuna vardık fakat bu gerçekçi değil. Bu yüzden laboratuvar ortamında yetiştirilmiş et fikrini duyduğumuzda, bunun hayvanlara ve çevreye verilen zararı azaltmanın yanında insanlara yemek istedikleri eti vermenin bir yolu olduğunu fark ettik."

Şu anda MAF, ticari olarak laboratuvarda yetiştirilmiş tavuk göğsü üretmek için gereken fiyat, tarife ve kaynakları belirleyecek olan bir uygulanabilirlik çalışmasının ortasında bulunuyor. 2016 yılı itibariyle tasarının bu aşamasını tamamlamayı umuyorlar ve bundan kısa bir süre sonra da laboratuvarda yetiştirilmiş bu tavuk göğüslerinin süpermarketlerde ve fast food zincirlerinde ortaya çıkışını görmeye başlayabiliriz.

Laboratuvarda yetiştirilen ete böylesi bir geçişin faydaları çok büyük olacaktır. Uzmanlar, et üretiminin %7 ile %45 arasında daha az enerji, %90 daha az tatlı su ve %99 daha az arazi gerektireceğine ve atmosfere %80'den %90'a kadar daha az sera gazı yayılmasıyla sonuçlanacağına inanıyorlar. Özellikle Hindistan ve Çin gibi ülkelerin, çoğu batılı ülkede beğenilen etçil beslenme düzenlerine kaymaya başlamasıyla, insanların yakın zamanda et istememe olasılığı çok düşük. Bu yüzden, eğer insanlık hayvan proteini arzusu yüzünden kaynaklanan alabildiğine geniş çevresel yıkımdan kurtulacaksa, laboratuvarda üretilen et gibi yenilikler kaçınılmaz olacaktır.



Bunlar da İlginizi Çekebilir


26 Nisan 2019 Cuma

Klonlama - Alıntı

Daha da heyecan verici olan ise, insanın organ ve dokularının ameliyata gerek olmadan, “gençleriyle” değiştirilebilmesi olasılığıdır. Klonlanmış, telomer açısından geliştirilmiş, DNA'ları düzeltilmiş hücrelerin bir organa yerleştirilmesiyle, bu hücreler eski hücrelerle birleşebilecektir. Böyle bir sağaltımın belli bir dönemde üst üste yinelenmesiyle, söz konusu organ genç hücrelerin etkisine girecektir. Normal olarak hücrelerimiz zaten düzenli olarak yenilenmektedir. Bu yenilenme, kısaltılmış telomerli hatalı hücreler yerine neden dinç, gençleştirilmiş hücrelerle olamaz mı?

Dünyada Açlığın Çözümü: Klonlama teknolojileri dünyadaki açlığa bile olası bir çözüm getirmektedir. Hayvan kullanmadan, hayvanın kas dokusu klonlanarak et ve diğer protein kaynaklarının fabrikada üretilmesi. Bu, çok düşük maliyet, doğal ette bulunan böcek zehri ve hormonlardan arınma, çevreye etkilerin (fabrika çiftçiliğine kıyasla) büyük ölçüde azaltılması, geliştirilmiş besin profili ve hayvanlara acı çektirilmemesi gibi yararlar sağlayacaktır. Sağaltıcı klonlamada olduğu gibi bu yöntemde de hayvanın tamamı yaratılmayacak, hayvanın yalnızca istenen bölümleri ya da eti üretilecektir. Sonuçta, bir hayvandan milyarlarca kilo et elde edilebilecektir.

Bu işlemin açlığa çözüm getirmek dışında başka yararları da vardır. İvmelenen getiriler yasası -bilgi tabanlı teknolojilerin fiyat performansının zaman içinde üstel olarak gelişmesi- bu yöntemle et üretiminde de geçerli olur, et giderek ucuzlar. Bugün dünyada yaşanan açlığın böylesine ağır duruma gelmesinin asıl nedeni siyasi konular ve anlaşmazlıklar olmakla birlikte, yine de et satın alma gücüne büyük etkisi olacak kadar ucuzlayabilir.

Hayvansız etin ortaya çıkmasıyla birlikte, hayvanların acı çekmesini de ortadan kaldıracaktır. Fabrika çiftçiliği ekonomisi, bir makinenin dişlileri olarak gördüğü hayvanların rahatlığına pek fazla öncelik vermez. Bu yöntemle üretilen et, tüm diğer yönleriyle normal olmakla birlikte (en azından biyolojik bir hayvanda acıyı gerektirdiği kabul edilen) sinir sistemli bir hayvanın bir parçası olmayacaktır. Aynı yöntemi, deri ve kürk gibi, hayvanlardan elde edilen yan ürünler için de kullanabiliriz. Diğer başlıca avantajlar, fabrika çiftçiliğinin neden olduğu büyük ekolojik ve çevresel zararları yok etmenin yanı sıra, deli dana hastalığı ile insandaki karşılığı vCJD gibi prion kaynaklı hastalıkların riskinin de ortadan kaldırılması olacaktır.

İnsanın Klonlanmasının Yeniden Ele Alınması: Bu bizi yine insanın klonlanması konusuna getirir. Bu teknoloji mükemmelleştirildiğinde, ne etikçilerin şiddetli ikilemlerinin ne de heveslilerinin müjdeledikleri derin vaatlerin ağır basacağını sanıyorum. Peki, ya genetik ikizleri birbirlerinden bir ya da iki kuşak süresince ayırsak ne olur? Büyük olasılıkla klonlama da bir süre tartışmalı olacak, kısa zamanda kabullenilen diğer üreme teknolojileri gibi hızla benimsenecektir. Fiziksel klonlama, sonuçta, bir insanın tüm kişiliğinin, belleğinin, becerilerinin, geçmişinin farklı, büyük olasılıkla da daha güçlü bir düşünme ortamına yükleneceği zihinsel klonlamadan çok daha farklıdır. Genetik klonlamayla ilgili felsefi bir kimlik sorunu söz konusu değildir; çünkü bunlar farklı kişilerdir, hatta bugünün geleneksel ikizlerinden de farklıdırlar. Hücrelerden organizmalara klonlama kavramına bütün olarak baktığımızda, klonlamanın biyolojide, aynı zamanda bilgisayar teknolojisinde yaşanan diğer devrimlerle büyük bir sinerji oluşturduğunu görürüz. İnsanların ve hayvanların genom ile proteomunu (genomun protein olarak ifadesi) anlamayı öğrendikçe ve genetik bilgiyi kullanmak için yeni güçlü araçlar geliştirdikçe, klonlama bize hayvanları, organları ve hücreleri kopyalayabilmemiz için gerekli aracı sağlayacaktır. Bunun, kendi sağlık ve esenliğimize olduğu kadar hayvanlar dünyasındaki evrimsel kuzenlerimizin sağlık ve esenliği üzerinde de önemli yansımaları olacaktır.


İnsanlık 2.0 - Ray Kurzweil


Yapay etlerin bir beyni olmayacak. Ortada acı çeken bir canlı olmayacak. Hayvanlar kurtulacak. Vejetaryen takılanlar da et yiyebilecek. :-) Elbette bu konuda da organik takılmak isteyenler olacak. Peptisit ve hormon kullanılmayan meyve, sebzeleri isteyenler gibi, illa hayvandan üretilen etleri yemek isteyenler olacaktır. Hatta klonlanmış eti etik bulmayacaklardır. Ama bu etik anlayış da zamanla değişecektir. Alternatifi varken hayvan eti yemek etik olmayacaktır bir süre sonra. :-)

Tüp bebek yöntemi de ilk çıktığında etik bulunmuyordu. Şimdi normal karşılanıyor. İnsan da klonlanacaktır gelecekte. Birey, tıpatıp kendi DNA'sını taşıyan bebek sahibi olabilecektir. Toplum alışacaktır. Etik, teknolojiye ayak uyduracaktır. Ama bundan daha nitelikli bir yöntem de gelişecektir. Biyoteknolojik bebek tasarımı. İnsanlar istedikleri genleri seçip ona göre bebek sahibi olacaklar. Böylece mesela hastalıklara karşı daha savunmalı, güçlü ve zeki çocukları olabilir. Zaten insanlar eş seçerken aslında genleri de seçmiş oluyorlar. Böylece eşindeki sevdiği özelliklerin çocuğunda da olma olasılığını arttırmış oluyorlar. Yani zaten hep var olan gen seçme işi, biyoteknoloji sayesinde daha bilinçli yapılacaktır sadece.

Gerçi önümüzdeki yüzyılda biyoteknolojik bebek tasarlamak daha başlamadan anlamını yitirebilir. :-) Çünkü muhtemelen önümüzdeki yüzyılda zihinler bilgisayarlara yüklenecek. Biyolojik bedenlerin değeri azalacak. Çünkü sağlam çelik vücutlar yapılacak. Buluttaki zihinler bunları kendi bedeni gibi yönetecektir. Biyolojik bedenlerin aksine bu bedenler istenildiği zaman yenisiyle değiştirilebilecektir. İnsanlar, geleceğe kendisinden bir şey bırakma içgüdüsü nedeniyle artık biyolojik bebek yapmakla ilgilenmeyecektir. Çünkü zihinler zaten bilgisayarda gerçekten çok uzun süre var olacaklar. :-) Ama zihninin klonunu yapıp Bulutta çoğalmayı hâlâ isteyebilir. Gerçi zihnin Buluta yüklenmesinin 2040'larda gerçekleşeceği konusunda Ray Kurzweil kadar emin değilim. Örneğin yıllar önce İnsan Beyni Projesi'nde, 2019'a kadar bilgisayarda beyin oluşturulabileceği hedeflenmişti. Ama henüz duyurulacak bir gelişme olmuş görünmüyor. Ayrıca bundan tüm insanların yararlanabilmesini sağlayacak kadar hemen ucuzlayacağı konusunda da Ray Kurzweil kadar emin değilim. Epey bir süre zenginler faydalanacaktır. Diğer insanlar, biyolojik yaşamaya, daha epey bir süre katlanmak zorunda kalacaktır. :-)

3 Haziran 2010 Perşembe

Küresel Isınmaya Biyoteknolojik Çözümler

Küresel ısınma son 50 yıldır fark edilir seviyeye çıkmıştır. Buna en çok karbondioksidin yükselmesi neden oluyor. Çevreciler bu yüzden mümkün olduğunca az araç kullanmayı, elektrik tüketimini sınırlamayı özendiriyorlar.

Craig Venter'in yeni tasarlamayı başardığı yapay DNA'lı bakterileri sağlıklı. Üreyebiliyorlar. Talebe göre yapay yaşam biçimleri üretmeye hazırlanıyor. Bunlardan en popülerlerinden biri havadaki karbondioksidi emerek endüstriyel işlemlerin ham maddesi olarak kullanabilecek hidrokarbon üreten yosun tasarlamak.

Al Gore dahil çoğunluk, konforundan ve alışkanlıklarından vazgeçmekte çok isteksiz olacaktır, bir tehlike yaşamadıkça. Alternatifi olmayan önlemlermiş gibi hissettirilen yollara yeni çözümler eklenmek üzere. Otomobil kullanma keyfi hâlâ sürdürülebilir. Exxon Mobile'in, Craig Venter'in şirketine 600 milyon dolar yatırım yapması hayalci oluşundan olmasa gerek! Yosun makineler havayı temizleyecek. Daha iyi bir yakıt türü genelleşinceye kadar, geçiş döneminde, gönül rahatlığıyla fosil yakıt satabilecek.

Bu, daha iyi yakıt adaylarından biri biyoyakıttır. Küresel ısınmaya etkisi yok. Hatta geri dönüşümlü. Venter gibi genetikçilerin tasarlamayı umdukları yaşam biçimlerinden biri de bu. Saklama koşullarının fosil yakıtlara benzerliğinden olsa gerek petrol şirketlerinin ilgisini daha da çekiyor. Güneş enerjisini destekleyen petrol şirketleri var. Belki Exxon Mobile'in stratejisi başarılı halkla ilişkiler denemesi olabilirdi. Ama “gıda yetiştirmek için kullanılan tarım alanları biyoyakıt için kullanılacak” tipindeki itirazların sonu gelmez. Biyoteknolojiyle üretilen yakıtlar tarım alanlarına ihtiyaç duymayacaklar. Yosun makineler çalıştırılacak. Artık “balık çiftlikleri yosun yetiştirmek için kullanılacak” itirazı beklenmiyor değil.

Elbette tasarruf etmek gibi önlemler hiç alınmasın denemez. Sadece, paniğe gerek yok. Kıyamet küresel ısınmadan dolayı da kopmayacak görünüyor. Eskiden güçlü arabalar yapılırdı. Çok yakıt tüketmesinin sorun olabileceği geri bildirimlerden anlaşıldı. Hafif, ekonomik arabalar daha çok tercih ediliyor. Çamaşır makinesi yapma bilgisi iyice oturunca, mühendisler az elektrik, su harcamanın yollarını buldular. Şimdi biyoteknoloji çözüme katılıyor.

8 Aralık 2008 Pazartesi

Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar

Doğaya doğrudan müdahale ederek, besin olarak kullanılabilecek bitki türlerini yetiştirme ve bazı hayvan türlerini evcilleştirerek sürüler oluşturmak, yeni taş çağının belirgin özelliği olmuştur. Süreç şöyle devam etmiştir; Çiftçi uzak bir diyara ziyaretinde kendi ürününden daha çok ürün veren tohumları keşfetmiştir. Tarlasına getirip bir köşesine diker. Doğal seçilim konusunda şansı varsa, gerçekten de daha çok ürün aldığını görerek mutlu olur. Bilmediği bir şey daha yapmıştır. Polenler! Havada uçuşarak birbirine karışır. Melez ırk yaratılmıştır. Doğanın yaratmadığı, bir yönlendirmeyle oluşturulmuş yeni bitki. İşte gen mühendisliğinin ilk adımları! Bununla kalınsa iyi. İlerde aşılama tekniği geliştirildi. Tadı güzel ama kökleri yerel iklimde yetersiz kalan meyve ağaçlarını, yöreye iyi uymuş köklü ağaçlara eklemlediler. İşe yaradı. Günümüzde bazı organik meyve üreticilerine bile aşılama doğal geliyor. Genler gün yüzünde olsaydı, kolay erişilir olsaydı, çağın girişimcileri, hoşlandıkları meyve tohumlarının genlerine güçlü bitkilerin genlerini aşılamayı denemekte çekingenlik gösterirler miydi. Bugün tartışmak akıl edilmeyecek kadar olağan ve organik yöntem kabul ediliyor olurdu.

Genaktarımlı üründe zararlıya karşı dirençli gen var. “Zararlılar, sonradan buna bağışıklık kazandığında dirençli genin önemi kalmayacak.” iddiası ilk bakışta mühimmiş gibi geliyor. Bağışıklık kazanabilir; gelişmiş canlılar karşılıklı “silahlanma yarışı” yüzünden kompleksleşti zaten. Mühendisler genetik yöntemlerini geliştirerek tepkilerini sürdürür. Hem tarımsal ilaçları uygunsuz kullanmak da bağışıklık kazanmalarına neden olmuyor mu? Organik tarımda da uygulanan önlemlere, zararlının uzun süre aldanacağı söylenemez. Afrika Mısırdeleni’nden korunmak için tarla kenarına Hintdarısı dikiyorlar. Salgıladığı yapışkan maddesiyle Afrika Mısırdeleni’ni çekiyor ve larvalarını öldürüyor! Kimyasal ilaç kullanma nedenlerini hatırlatmıyor mu biraz. Hem Mısırdeleni saf dışı etmek, besin zincirini bozmaz mı! Organik tarım yandaşlarının kimyasal ilaçları eleştirirken sık başvurduğu argümandır “Besin zinciri bozulur!”.

Ayrıca insan genetik mühendislik yaparken canlıyı, gen havuzunun biriktirdiği bilgiden çok daha üst düzeyde yeni Mem (kültür, bilgi belleği)’le kodluyor. Yapılan değişikliklere karşı haşerenin küçük mutasyonlarla başarı elde etmesi eskisine göre daha zor. Haşerenin tümden yok olma olasılığı daha yüksek. İlaçlar kimyasaldır, yapaydır. Yan etkileri de yok değildir. Hatta bazılarının, çok düşük olasılıkla da olsa bazı insanlarda ciddi alerjiye neden olabileceği de gerçek. İlaçlardan alerjen olabilirler diye kesinlikle kaçınılmalı mıdır! Bazen virüslerin direnç kazanmasına da sebep oluyor. Direnç kazanan virüs, savunmasız hayvanlara kolayca sıçrayabilir. Yakın ortak ataya sahip olduğumuz canlılarla genlerimiz benzerdir. İnsanlara zarar verebilecek olan virüsler goriller, şempanzeler için de tehlikelidir. Bu hayvanlar zarar görürse doğal denge kararsızlaşır. Virüs evrim geçirerek güncellenir endişesiyle aşı olunmaması mantıklı görünüyor mu! Oysa çiçek hastalığı böyle yenildi. Yeni, kansere karşı hap tedavisi denemeleri başarılı oldu, tümörün hapa direnç kazanıyor olabilmesine rağmen. Bazı tarikatların “Tanrı’nın işine karışılmamalı” gerekçesiyle hâlâ ilaç kullanmamaları, tüp bebeğe karşı olmaları pek çok insanı gülümsetiyor. Acaba “doğanın işine karışılmamalı” gerekçesiyle GDO’lara karşı çıkma zihniyeti arasındaki benzerlik çok mu örtülü!

Sağlık ve Çevre

Geleneksel ıslah yöntemiyle bitki, yabani atasıyla melezleştirilerek daha verimli hale getirilir. Melez, atalarının genlerin karışımından oluşur. Yani istenen özelliklerin yanında tanımlanmamış başka genleri de taşırlar. 1960’da Lenape adlı patetes çeşidi yabani –doğal- çeşidiyle ıslah edildi. Üretilen yeni çeşit, yabani atasının doğal ürettiği bir alkaloid toksin olan solanin’den neredeyse öldürücü dozlarda içerdiğinden tadına bakan ilk kişi neredeyse ölüyordu. Biyoteknolojik bitki ise sadece istenen özelliklerin genleri taşınarak yaratılır. Yapılan değişiklik, sahip olunan bilgiyle sınırlıdır. Bitki daha kontrol altındadır. ABD Gıda ve İlaç Dairesi üretilen her yeni çeşidin toksinlerin varlığının sınanmasını şart koşmaktadır. Vücuttaki yağların metabolik olarak yakılmasını hızlanmasını lipotropik bir molekül olan metiyonin sağlar. Bir soya çeşidine daha fazla metiyonin sağlaması için Brezilya fıstığından gen aktarıldı. Şirket, yaptığı testlerde, Brezilya fıstığına alerjisi olan tüketicilerde reaksiyona neden olabileceğini görünce projeyi derhal durdurdu. Bazı yabancı otlar toksinli veya alerjendir. Bunların partikülleri tarım ürününe bulaşmaktadır. Yabani ot ilaçlarına dirençli genaktarımlı ürünlerin olduğu tarlalarda, geleneksel tarımdan çok daha az yabancı ot türeyebilir. Alerjen konusu çok büyütülmektedir. Kivi, mango hep potansiyel alerjen gıdalardı. Süt bile öyle. Buna rağmen yaygın tüketimi sürmektedir. Yeni tanışılan her yabani bitki alerjen olabilir. Gerçekte biyoteknolojiyle bitkinin alerji etkisi azaltılıyor. Alerjiye neden olabilecek proteinlerin saptanması ancak biyoteknolojiyle olur. Bu proteinlerin kodlandığı DNA parçaları kullanılmaz. Hatta yabani bitkilerin analizi yapılarak hangilerinin alerjen olduğu listelenir.

Biyoteknolojik ürünlerin DNA’larının insan hücrelerine bulaşacağına inanılmaktadır. GDO yemlerle beslenen hayvanların sütünde, etinde biyoteknolojik DNA bulunmadığı yapılan tetkiklerle sabitlenmiştir. Olağan DNA’dan farklı davranarak biyoteknolojik DNA’nın nasıl bulaşacağının bir açıklaması da yok.

Çevreye zararlıdır efsanesinin de alıcısı çok: Daha verimli olduğundan dar ekin alanları yetmektedir. Geniş yabani çevreler olduğu gibi kalmaktadır. Kimyasal ilaç kullanımı çok azaldığından çevredeki diğer canlılar sağlıklı kalabilmektedir, besin zinciri bozulmamaktadır. Geleneksel üretimde yapılan toprak işlemenin ¼’ü yeterli olduğundan erozyon gözlenmemektedir.

Yeşil Devrim

İlk gelişmiş tarım teknolojilerinin kullanılmaya başlandığı yıllardır. Norman Ernest Borlaug sadece “Doğru yöne yöneltme” olarak tanımladığı “önerilerini” medyanın “Yeşil Devrim” olarak duyurmasına katılmadığını belirtmiştir. İlk sınamalarda beklentilere ulaşılamadı. Yapay gübre kullanıldı, bu yüzden alabildiğine yabani ot türedi. Zararlı otların yok edilmesi için ilaç kullanıldı. Tropik yağmurların humusu sürüklemesini otların engellediği sonradan öğrenildi. Şimdi epey bir şey örenilmiş olmalı, uygulamalar biraz daha oturmuş olmalı ki; Gelişmiş tarım teknolojileriyle sağlanan verim artmıştır. Meksika’da buğday üretimi 3 katına çıktı, Hindistan’da %60 arttı. Gelişmiş ülkeler ise üretim fazlası verdi. Kimyasal ilaçların kirlenmeye yol açmasının etkili bir nedeni de bilinçsiz kullanılmasıdır. Şimdi, gen teknolojileri, en çok yine gelişmiş ülkelerde etkin olarak kullanılmaktadır. GDO karşıtlığının argümanları Borlang’ın uygulamalarına da uyarlanabiliyor. Borlang’ın uygulamaları beklenmedik masraflarına rağmen verim artışı sağlanmış olduğu açık.

DNA yazımı ve bilgisayar programı yazma temelde ortak yanları olan alanlardır. DNA belleği bizzat bir yazılımdır. Bir bitkiye başka bir bitkinin DNA parçasını eklemek, bir yazılıma başka bir yazılımın içerdiği bir modülünü kopyalamaya benzer. Craig Venter sentetik DNA’lı canlı yarattığını açıklamıştı. İşte bu baştan DNA programı yazımıdır. Ve sentetik canlı yarışmaları da yapılmaya başlandı. Konulara berraklık kazandırmak amacıyla bilgisayar ve yazılım alanlarına eğreti olarak sık sık başvurulacak.

GDO’nun doğayı nasıl etkileyeceği kestirilemez deniyor. Üretilen yazılıma yeni özellikler katılmasının tüm durumlara nasıl tepki vereceği tam olarak kestirilemez. Bir makinede doğru çalışır, ama başka makinede sorun çıkarabilir. Programcılar birçok duruma önceden hazırlıklı olurlar. Ama hiçbir zaman tam hakim olamazlar. Bu yüzden de yeni yamaların yapılması olağandır. GDO’lar beklenmedik bir şeye neden olduğunda yeni “yama genler”le sorun giderilir. Ne olacağı tam olarak kestirilemez diye yenilik yapılmasından korkulması daha mı iyi. Programcı şöyle mi düşünsün: Bu programın pazar payı bu. Müşterinin bu yeni özelliği nasıl bulacağından asla emin olamayız. Çok geniş uygulama alanı olan bu yazılıma bu yeni özelliğin eklenmesi fark edemediğimiz sorunlara neden olabilir. Müşterinin işler aksaya da bilir –ki, bu bazen olur-. Biz en iyisi bu yeni özelliği hiç eklemeyelim…

Eskiden bilgisayarlar lükstü. Büyük şirketlerin oyuncağıydı. Hikayeyi biliyorsunuz. Yaygınlaştı. Ucuzladı. Kendisine emanet edilen işler çok arttı. Her endüstrinin en önemli işçilerinden oldu. Verimi arttırdığı açık. Her işe göre özelleşmiş yazılımlar tüketicisini buluyor. Birçok insanın eline geçmesi hesapta olmayan aksiliklerin de olmasına neden oldu. Virüs programlayanlar da çoğaldı. Şirketler anti-virüs, güvenlik yazılımlarına da ciddi paralar aktarmak durumunda kaldı. Eğer işlerini bilgisayarla görmüyor olsalardı virüs dertleri de hiç olmayacaktı. Bilgisayardan kaynaklı yüke masraf etmemiş olacaklardı. Buna rağmen öyle görünüyor ki; son toplamda bilgisayar kullanmak masrafları düşürüyor ve işler daha kolay yürüyor. Dikkatsiz kullanılan yazılım iş kayıplarına neden olabilir. “Virüs bulaşırsa özenle oluşturulan veriler kaybolur.” kaygısıyla daktilo-kağıt kullanmayı sürdürerek gittikçe artan girdi bilgileriyle başa çıkmak mümkün görünmüyor.

Bilgisayarlarda önceden düşünülmemiş bir sorun ortaya çıktı. 2000 yılı problemi. Eski bilgisayar yazılımları bu tarihten sonrası için hatalı çalışabilirdi. Bir sürü yaygara koparıldı. Bilgisayara bağımlı işlerde felaket olabilirdi. Bankalar, uçaklar, trafik lambaları çalışamaz hale gelebilirdi. Ne oldu, ufak tefek yamalarla sorun unutuldu gitti. Bir felaket olmadı. Biyoteknoloji üzerine olumsuz varsayımlara benziyor. Çok büyütülmüştü.

Bitki Patentleri

“Yaşam patentlenemez!” sloganıyla doğada milyonlarca yıldır varolan mikroorganizmaların patentleştirildiği vurgulanıyor. Sadece genetik değişikliğin gerçekleştirildiği tekniğin patentinin alınabilmesi isteniyor. Öncelikle, doğada varolan mikroorganizmaların yeni keşfedilmiş bile olsa patentleşemediğini belirtmek gerekir. Patentler, yeni ürünleri içerebildiği gibi, eski veya yeni ürünleri üretmek için kullanılan yeni yöntemleri de içerebilir. Makineler, kimyasal bileşikler kapsam içindedir. Genleri değiştirilerek oluşturulan ürün doğada hep varolan canlı değildir. Ticari yeni bir makinedir, gerçi her canlı yaşamkalım makinesidir. Elektronik şirketi geliştirdiği yeni aygıtın patentini alır. Aygıta değil de salt yönteme patent alsaydı, başka üreticilerin, taklitlerini piyasaya sürmesi gayet yasal olurdu.

Genetik Çeşitlilik ve Lezzet Zenginliği

“GDO türündeki genler yöredeki doğal türüne atlayarak genetik çeşitliliği azaltacak.” savı yaygın kullanılmakta. Türün bir bireyinde mutasyon olduğunu varsayalım. Bu bireyin soyu, diğerlerinden daha başarılı yavrulayabiliyor ve hayatta kalabiliyorsa mutasyon tür içinde yayılacaktır. Eğer bir GDO mutasyonu yayılmayı başarabilmişse doğal çevreye daha uyumlu olduğundan olacaktır. Yoksa doğal seçilim bu GDO’yu elemiş olacaktı. Aslında bu sav GDO’lar için güzel bir iltifattır. Ve gen mühendisliğinin, genlerin doğal mutasyon birikiminden daha iyi işler yapabildiğini gösterir. Türün genetik çeşitliliğinin üzerindeki etkisi, kendiliğinden oluşacak yararlı bir mutasyondan daha farklı olmayacaktır. Bu yeni de değil, insanlar geleneksel çaprazlamayla, yalıtmayla soyu yönlendirmektedir. Eskiden buğday doğada günümüzdeki gibi değildi. Yönlendirmeyle değişti, verimi arttı. Çiftçiler doğadaki bitkinin bir iki cinsini seçip tarlalarında özel ilgi göstermeye başladığından beri tek tipliliğe yöneliş oluyor. İlginçtir; GDO’nun çevreye yayılması yasal değildir. Patent sahibi şirket biyoteknolojik ürününün, lisanslayamadığı topraklara kontrolü dışında yayılması yüzünden zarar eder. Çevreye dağılmasına hevesli olmayacaktır.

Güya tek tip besine neden oluyor ve tek tip damak tadının kalmasını sağlıyor. Ford, “montaj hattı”nı geliştirerek seri üretimde çığır açtı. Otomobiller yaygınlaştı. Sonraki yıllarda başka firmalar farklı otomobil seçenekleri sunmaya başladı. Çeşitli renk ve tarzlarda arabalar piyasadaydı artık. Henry Ford ünlü “İnsanlar istedikleri renkte bir Model T’ye sahip olabilirler, siyah olduğu sürece.” sözleriyle müşterilerin seçenekleri fazla önemsemeyeceğine inandı. Tek tip Model T’yi üretmeyi sürdürdü. Ford pazar payını kaptırdı. Biyoteknoloji şirketleri, diğer endüstrilerde olduğu gibi, her tür insana hitap edebilecek lezzetler yaratmayı deneyecek. Genlere müdahale edebiliyor olmak, geleneksel tarımla elde edebilen tat kısıtlamasını kaldırır. Hayal gücü genişler.

Biyoteknoloji Şirketlerine Bağımlılık

Çiftçilerin tohum için sürekli şirketlere bağımlı olacağı iddia ediliyor. Oysa bu diğer ticari ürünlerden çok farklı değil. Bir yazılım kullanıldığında verim sağlar ve yeni alışkanlıklar edinilir. Genelde gelişmiş bir yazılımın sadece sınırlı lisansı alınabilir. Değiştirilemez, kopyalanamaz. Yazılımı kullanarak edinilen bağımlılığa benzerliği gözden kaçmamalı. Cep telefonları GSM operatörlerine bağımlı yapar, araba kullanıldığı sürece petrol şirketlerine bağımlı kalınır. Bu iddia her endüstri için pekâlâ ileri sürülebilir. Karnımız maalesef her gün yeniden acıkıyor. Dolayısıyla en çok bağımlı olduğumuz kişiler çiftçilerdir, en azından şimdilik. Belki de sırf bu yüzden bile gıda işi sadece çiftçilerin inisiyatifine bırakılamayacak kadar önemlidir. Köhne, geleneklerin ezberlettiği yöntemlerle sağlanan ürünler uzun zamandır yetmemekte, ve bazılarının varsaydığı gibi çok sağlıklı da değildir. Biyoteknoloji şirketlerinin sağladığı besin değeri yüksek ve esnek ürünler şimdi daha anlamlı olmaktadır. Modern bilimin olgularıyla hareket eden mühendislerin bilgisi, çiftçilerin sezgilerinden önceliklidir. Çiftçilere bağımlı kalmayı tercih etmek pek iyi bir fikir gibi görünmüyor.

Çiftçilerin bir kısmı sonraki yıla tohumları saklamak istiyorlar. ABD’de saklamak yeni tohum almaktan daha pahalıya geliyor. Ayrıca yeni tohum almak daha iyi. Çünkü yeni sürüm olacaktır İyileştirmeler yapılmış olacaktır, belki daha verimli olacaktır. Bitkinin kopyaladığı yeni tohumları kullanmak bir CD’yi DVD’yi çoğaltmaya benzer. Bir kitap satıcısının, dükkanındaki raflarda duran kitapları, yayınevinden bağımsız olarak fotokopilerini çekip defalarca satmak istemesi bu konuya iyi bir eğretidir. Yeri gelmişken GDO’ların veriminin yalan olduğunu düşünenler oluyor. Bu durumda çiftçinin zaten tohum saklama niyeti olmaz. Eğer talep ederse veriminden memnun demektir. Biyoteknolojik mısır ekimiyle sağlanan kâr artışının %75’i bizzat çiftçilere kalmaktadır.

Tohum vermeyen bitki teknolojisi de uygulanmamaktadır. Böyle bir teknoloji uygulanıyor bile olsaydı, bu GDO karşıtlarını sevindirmelidir. Çünkü yöredeki doğal türüne asla atlayamayacak demek olurdu.

Tekel Şirketler

Birkaç firma tüm tarımı, hayvancılığı kendilerine bağlayarak tekel hakimiyeti kurmaya çalışıyor, şeklinde düşünülüyor. Şöyle de bakılabilir; Zararlıya dirençli bitki programlayarak, kimyasal ilaç şirket ürünlerine alternatifler sunulmuştur. Geleneksel tohum tedarikçilerine de bir seçenektir. ABD’de 100 kadar bağımsız şirket geleneksel tohum tedarikçiliğini sürdürüyor. Biyoteknoloji şirketlerinin eli 12 tohum üreticisi ile sınırlı. Gen mühendisliği karmaşık ve pahalı olduğundan yatırım yapacak şirket sınırlı. Ama teknoloji gelişip ucuzladığında oyuna giren şirketler hızla artacaktır. İnsan Genom Projesi 3 milyar dolar maliyetle ağır ilerliyordu. Craig Venter, Celera Genomics şirketini kurdu. Sadece 300 milyon dolar yatırımla da yapılabileceğini planlayarak pazara girdi. Bilgisayar üretmek de pahalıydı. Uzun süre sayılı şirket vardı. Şimdi ise markaları teker teker saymak eziyet olur. Onlarca bilgisayar firması var ama pazarın %53’ünü Dell ve HP paylaşıyor. Tekel gibi görünüyor, değil mi! Pazar paylarının bu kadar yüksek olmasının nedeni satış sonrası hizmetleriyle ünlü olmaları. Besin değeri yükseltilmiş gıdalar tüketici bedenin gelişimine katkı yapacaktır. Bu da bir çeşit satış sonrası hizmettir. Bitkinin verimi çiftçiyi de mutlu edebiliyorsa zaten pazara hakim olacak demektir. Gerçekten tekel olan bir şirket neden dirençli, verimli genler geliştirmeye gayret göstersin ki.

Peki, biyoteknoloji şirketleri yüksek besin değerli tohumları neden geliştirsin: Toplumun ilgisini çektiğinden yenilenebilir enerji kaynaklarına yöneleceğini vaat eden politikacılar sempati topluyor. Güneş enerjisine yatırım yapan şirketler de kazanç sağlayabiliyor. Tüketicilerin organik gıda sevdasından bu alana yatırım yapan şirketler umduğunu buluyor. Biyoteknoloji şirketleri de yaşayakalmak için rekabetteler. Önyargıları yıkmak ve ilgiyi arttırmak yararlarına olacak. Güneş enerjisine yatırım yaparak tüketiciyi mutlu etmeyi başaran firma gibi tohumun besin değerini yükselten firma da tüketiciyi ikna edebilir.

Açlığa Çare

GDO karşıtları, “Biyoteknolojiyi savunanların GDO’ların açlığa çare olacağı reklamını yaptıklarını” altını çizerek duyuruyorlar. Gerçek şu ki böyle büyük bir iddiaları yok. GDO karşıtları kendilerine yargılayabilecekleri malzeme çıkarmak için bu yakıştırmayı yapıyorlar. GDO’ların kendi başına açlığa çare olması beklenemez. Besin değerinin yükseltilmesi ve verimin arttırılması, bu konuyla ilgilenen gönüllülerin işine yarayacaktır. Açlığın asıl nedeni politik, savaşlar ve sudur. Bu fikre çok kızanların dayanağı organik besinlerle ise hiç mümkün olmadığı vurgulanmalı.

Organik gıdaların herkese yeteceğini savunanlar var. Hatta adil paylaşılırsa, her bireyin obez olmasına bile yetecek kadar çok üretilebileceğine kendisini inandırmış kişiler bulunmakta. Öyleyse, organik gıdaların, diğerlerinden neden kat kat pahalı olduğunu açıklamaları gerekir. Tamamen saf organik yiyecekleri herkese yetiştirmek mümkün değildir. Narin olduklarından sadece belli topraklarda, koşullarda yetişir ve dolayısıyla kısıtlı üretilebilir. Erken bozulacağından raf ömrü kısadır. Ve çabucak başka bölgelere dağıtmak mümkün değildir. Dondurmak, koruyucu maddeler gerçekten gerektiği içindir. Uygulanabilir kolay ve ucuz daha mantıklı bir seçenek yoktu. Tabii, şimdi gen mühendisliğiyle koruyucu maddelerin ağırlığı azalacaktır. Sertifikalı organik ürünler, geleneksel teknikle üretilmiş ürünlerden daha pahalı, çünkü talebi karşılayamıyor. Daha fazla emek gerektiriyor.

Dünya nüfusunun yarıdan fazlası pirinç ile besleniyor. Ekonomik sorunları olan bölgelerde nüfusun hızlı artışının sürmesi israftır. Önümüzdeki 20 yıl içinde nüfusa pirinç yetişmesi için üretimin %30 artması gerekiyor. Pirinç genomu tümüyle çözüldü. Daha fazla tohum veren ve bol A vitamini sağlayan genetik yenilenmeye sahip pirincin pazarı göz alıcı.

Genlerin doğal evrimi basit referanslara göre programlanır. Bu yüzden kolayca yanılırlar. Örneğin böcekler güneşe göre yollarını bulur. Ama etrafta ateş varsa ona doğru uçarak kendisini yakar. Ateşin ışığı ona Güneş referansını verir çünkü. Bitkiler de mevsimlere, çevreye göre programlanmıştır. Yalnız değişen çevre, iklim yanıltır onları. Mühendislerin değişime göre yeniden programlayacağı bitkinin daha verimli olacağı açıktır. Daha az suya ihtiyaç duyan domatesler kuraklaşan yörelerde hâlâ ekilebiliyor olacaktır.

Kamuoyunun ikna olmasındaki en büyük güçlük, genaktarımlı ürünlerin yaygınlaşmasından ekonomik olarak zarar görecek tarafların bulunmasından kaynaklanıyor; tüketicilere “GDO’suz” ürünler satarak daha fazla kâr eden perakendeciler ve pazar payları daha şimdiden %20 oranında düşen kimya endüstrisi gibi. Böyle diyor Bruce Chassy. GDO karşıtlarını yeniden düşünmeye itmesi gereken güzel bir saptama.

Genetik biyoteknolojide irdelenen kapsam gıdalarla sınırlı kaldı. Aşı bitki geliştiriliyor. E. coli bakterisinden koruyan patates sonuç verdi. Hepatit B’ye karşı aşı maddesi içeren patates de etkili oldu. Aşı olmak kolaylaşıyor. İnsulin GDO bakterilerinden elde edilmekte. Vitamin, sabun, gıda katkısı 20 yıldır bu yöntemle sağlanıyor. Sütünde insan proteini bulunan çiftlik hayvanı üzerine çalışılmakta. Karbondioksiti enerjiye dönüştüren organizmalar, oksijen üreten organizmalar çok yakında. Gelecekte uzay gemisinde, yaşanabilir sera ortamı oluşturmak zorunda kalacak insanlar. Oksijen üretmesi için gemiye ağaç dikilmeyecek. Ağaçların varolmasını sağlayacak karmaşıklıkta ekosisteme sahip olamayacaktır. Yapay kromozomlu bakteriler basit ve esnek olacak. Oksijen üretecek, çöp toplayacak. Yapay kromozomlu makineler, kültürün kanıksanmış öğeleri haline gelecek. Ve en nihayetinde insan DNA’sı müdahale edilerek geliştirilecek. Gerçekçi gelmiyor mu! 50 yıl önce, bilgisayarların bugün yaptığı işler, insanlara uçuk gelmiş, akıl edememişlerdir. DNA programlama gelişiyor, öngörülemeyen yerlerde uygulama alanı bulacaktır. 2001: A Space Odyssey, The Terminator, RoboCop gişede başarı sağlayan sinemalardır. Ortak yanları yeni teknolojilere, bilgisayarlara, robotlara duyulan güvensizliği yansıtıyor olmalarıdır. Biyoteknolojiye tepki gösteriliyor olmasının sırrı bu paranoyada saklı olamaz mı.

Evet, genaktarımlı tarım geleneksel tarımdan daha riskli değildir. Elbette maliyet bakımından da devede kulak kalır. Yine de biran için bilinmeyen yan etkilerinin ortaya çıkabileceğini varsayalım. Bunun üzerinde beyin fırtınası yapalım. Cep telefonu elektromanyetik radyasyon yayıyor. Günlük hayatta kullanılan çoğu cihaz şöyle böyle elektromanyetik radyasyon yayıyor. Hidroelektrik barajlar çevreyi bozdu. Bilgisayarla çalışmak bel rahatsızlıklarına neden olabiliyor. Şehirleşmeyle birlikte ortak su şebekeleri inşa edildi. Ama suya bulaşacak bir virüsün insanlara yayılması kolaylaşmış oldu. Ağaçların dallarında yaşayan atalarımızın teknolojiye bulaşmamış doğal hayatları da pek güvenli sayılmazdı. Ağaçtan düşebilir, yırtıcılara av olabilirdi. Görüldüğü üzere hemen her şeyin riski, yan etkisi oluyor. Canlıların DNA algoritması anlaşıldıkça yeni ilhamlar alınacak ve hedeflere daha hatasız ulaşılacak. Her yeni ilişki yanında yüklerle gelir. Yeni bir arkadaş edindiğinizde, sonraları yeni fark etmeye başladığınız -size göre tuhaf olan- huylarına katlanmak durumunda kalabilirsiniz. Hatta onun bazı hoşlanmadığınız dostlarına karşı diş sıkmanız gerekebilir. Bu arkadaşlıktan çok şey kazanabiliyorsanız, bunlar hayal kırıklığına neden olmaz. Ama bu yüklerin yanında arkadaşınız hafifse, bıkarsınız. Gelecekteki “valizler”in abartılı hesabını yaparak başkalarıyla ilişki kurmaya yanaşmayan pek az insan vardır. Her yenilik de yanında yüklerle gelir. Sesten hızlı yolcu uçağı Concorde geliştirildi. Ne yazık ki “yük”ü ağırdı. Çok fazla yakıt tüketiyordu. Ekonomik değildi. Hava yolu şirketleri dayanamadı ve sonunda müzelik oldu. Bir GDO tasarımı da ekonomik değilse, yükü ızdırap veriyorsa piyasası da olmayacaktır. Matbaanın icadı ağaçların kesilmelerine vesile oldu. Kitapların daha çok kişiye ulaştırılmış olması protesto edilmeli miydi! Arayanlar yel değirmenine de bahane bulur. Antika mı kalınmalı!

İlgili Belgeler

Tübitak Bilim ve Teknik
Bitkilere Gen Aktarımı eki: Ocak 2008
Gen Aktarımlı Ürünlerin Dünü, Bugünü: Kasım 2005
Yeşil Devrim: Ekim 1979
Organik Tarım: Temmuz 2003
Bitkilerden Hazırlanan Aşılar: Ekim 1998
Genetik Mühendisliğiyle Oluşturulmuş Güç: Kasım 2005

http://students.sabanciuniv.edu/~sedakaya: GDO Bilgi Platformu
Söylentileri Dağıtmak
http://students.sabanciuniv.edu/~sedakaya/index.php?option=com_content&task=view&id=62&Itemid=77
Patent Hakkı
http://students.sabanciuniv.edu/~sedakaya/index.php?option=com_content&task=view&id=59&Itemid=74

http://www.gdoyahayir.org: GDO’ya Hayır Platformu

http://www.genbilim.com/content/view/3777/: Yapay Yaşam Yolunda Önemli Adım

5 Mayıs 2008 Pazartesi

Patent - Alıntı

 (Craig Venter yıllar önce NIH'de (Ulasal Sağlık Enstitüleri) çalışıyordu. EST adlı hızlı bir DNA analiz yöntemi geliştirmişti. Kendisi patentlere pek itibar etmemektedir ama NIH yeni yöntemin patentini almaya niyetlenmiştir. Al Gore'nda katıldığı bir senato toplantısına ilk defa çağrılır. Amiri James Watson'da oradadır.  Craig Venter geçmişte yapılmış bu oturumdan bahsetmektedir.)

Oturumda sadece EST yöntemini ve insan genlerinin hızlı bir şekilde keşfedilmesini anlatmakla kalmadım, NIH'in patent çabalarına ilişkin açığa vurmaktan memnuniyet duyduğum endişelerimi de dile getirdim. Bu açıklama çoğu kişiyi ürküttüğü için salon sessizleşti ve Watson birdenbire bağırmaya başlayarak, böyle patentler için başvuruda bulunmanın “dümdüz delilik” olduğunu, EST yönteminin “isteyen her maymun” tarafından kullanılabileceğini ve “dehşete düştüğünü” söyledi.

Watson Haklı, Ben Bir Primat'ım.

Artık genomumu analiz etmiş bulunduğum için, bu patlayışı ve dolayısı ile Watson'u affediyorum. Jim farkında olmadan, dolambaçlı bir şekilde ve maymunlarla insansı maymunlar arasındaki farka saygı göstermeden, on beş yıl sonra benim kendi DNA dizi analizimden ortaya çıkacak bir keşfe işaret etmişti: Genomumun bazı parçaları genel genomda, fare genomunda ve hatta Celera'da benim çabalarımla üretilen referans insan genomunda dahi bulunmamakta, fakat şempanze genomunda bulunmaktadır. Belki de Jim şöyle bir şey demek istiyordu: “Craig'in insansı DNA'sı var. dolayısı ile belki de isteyen her insansı bunu yapabilir.”