11 Aralık 2024 Çarşamba

Davranışlarını Cilalamak Zorunda Olmak - Sahne

Alicia Lardé:
Pek konuşkan değilsin, öyle değil mi?
John Nash:
Seninle işim hakkında konuşamam Alicia.
Alicia Lardé:
Ben işi kastetmiyorum.
John Nash:
Arkadaş canlısı gibi görünmek için...
davranışlarımı cilalamak zorunda olmak
bana fazlasıyla zor geliyor. 
Doğrudan konuya girerek
bilgi akışını hızlandırmak gibi...
bir eğilimim vardır.
Ama sonuç her zaman pek hoş olmuyor.
Alicia Lardé:
Bir de beni dene.
John Nash:
Tamam.
...
Seni çekici buluyorum.
Bana karşı olan saldırganca davranışların
senin de beni çekici bulduğunu gösteriyor. 
Ama adet yerini bulsun diye
seks yapmadan bazı platonik davranışlarda...
bulunmamız gerekiyor. 
Ben de kurallara uymaya çalışıyorum...
ama aslında...
tek istediğim seninle bir an önce
cinsel ilişkiye girmek. 
Şimdi beni tokatlayacak mısın? 
...
Alicia Lardé:
Bu sonuç hoşuna gitti mi? 


Bazı insanlara, sosyal biri olabilmek (arkadaş canlısı gibi görünmek) için davranışlarını cilalamak zorunda olmak fazlasıyla zor geliyor!... 

 

6 Aralık 2024 Cuma

Özgürlük mü Yoksa Rahatlık mı Seçilir

Winston yine de kısa bir süre suskun kaldı. Kendini bitkin hissediyordu. O’Brien’ın yüzünde yine o kendinden geçişin çılgınca pırıltısı belirmişti. O’Brien’ın ne diyeceğini biliyordu: Parti, iktidarı, kendi çıkarları için değil, çoğunluğun iyiliği için istiyordu. Parti iktidarda olmak istiyordu, çünkü halk kitleleri özgürlüğü kaldıramayan ya da gerçekle yüzleşemeyen, dolayısıyla kendilerinden güçlü birileri tarafından yönetilmesi ve sistemli bir biçimde aldatılması gereken zayıf, korkak yaratıklardı. İnsanlar özgürlük ile mutluluk arasında seçim yapmak zorundaydı ve büyük çoğunluk mutluluğu seçiyordu. Parti, zayıfların ebedi koruyucusu, iyilik olsun diye kötülük eden, başkalarının mutluluğu uğruna kendi mutluluğundan vazgeçen, bu yola baş koymuş bir mezhepti. Ama korkunç olan, diye düşündü Winston, O’Brien’ın bütün bunları inanarak söyleyecek olması. Yüzünden okunuyordu bu. O’Brien her şeyi biliyordu. Dünyanın aslında nasıl bir yer olduğunu, kitlelerin ne kadar küçük düşürücü koşullarda yaşadıklarını, Parti’nin onları hangi yalanlar ve zorbalıklarla o koşullarda tuttuğunu Winston’dan çok daha iyi biliyordu.

Alıntı: 1984

5 Aralık 2024 Perşembe

Uçağı da Parti İcat Etmişti

...Sonra, Julia, İki Dakika Nefret sırasında makaraları koyvermemek için kendini zor tuttuğunu söylediğinde, Winston ona imrenmeden edememişti. Ne var ki, Julia, Parti öğretilerini yalnızca kendi yaşamına iliştiği ölçüde sorguluyordu. Doğru ile yalan arasındaki farkı önemsemediği için, resmî ağızlardan yayılan hikâyeleri çoğu zaman kolayca kabulleniyordu. Örnekse, okulda öğretildiği gibi, uçağı Parti’nin icat etmiş olduğuna inanıyordu. (Winston, kendisinin okula gittiği ellili yılların sonlarında, Parti’nin yalnızca helikopteri icat ettiğini ileri sürdüğünü anımsıyordu; on yıldan fazla bir zaman sonra, Julia’nın okula gittiği günlerde ise uçağın da Parti’nin buluşu olduğu öne sürülmeye başlamıştı; anlaşılan, Parti bir kuşak sonra buharlı makinenin icadına da sahip çıkacaktı.) Winston, uçakların kendisi daha doğmadan, Devrim’den çok önceleri de var olduğunu söylediğinde, Julia umursamamıştı bile. Uçağın kimin icadı olduğunun ne önemi vardı ki?

Alıntı: 1984

Güney Kore, son yıllarda teknolojik inovasyon alanında önemli bir oyuncu haline geldi ve birçok önemli icat ve teknolojiye imza attı. Ama bu yenilikçilik orada da darbe girişimi yapılmasını engellemedi. Gerçi darbe girişimi başarısız olmuş görünüyor. :-) Ama bir şeyler hatırlatmadı da değil. Çocukken verilen eğitimle insanların beynini yıkamak çok zor olmaz, Kuzey Kore’de yapıldığı gibi.

19 Kasım 2024 Salı

Metaverse ile desteklenen dijital mülkiyet hayali - Konferans


İnsanların evleri vardır. Arabaları vardır. Kimse onları ellerinden alamaz. Bunların mülkiyetinin o kişilere ait olduğu yasal belgelerde belirtilir. Peki internette durum nedir. İnsanlar internette çeşitli içerikler paylaşır. Facebook’tan Instagram’dan resim paylaşır. X\Twitter’dan metin paylaşır. Youtube’dan video paylaşanlar vardır. İnsanlar paylaştıkları bu içeriklerin kendilerine ait olduklarını düşünürler. Gerçekten öyle midir. Facebook, kişinin paylaştığı bir resmi silebilir. Youtube, kişinin paylaştığı bir videoyu silebilir. İnsan paylaştığı bir içeriğin silindiğini görünce üzülebilir. Buna itiraz edebilir. Ama elinden çok fazla bir şey gelmeyecektir. Demek ki kişinin paylaştığı o içeriklerin mülkiyeti kendisine ait değilmiş. O içeriklerin mülkiyeti paylaşılan platforma aitmiş!

Facebook’ta paylaşılan bir resim ya da X\Twitter’dan paylaşılan bir metin çok mu önemli. Silinse ne olur. O içeriklerin mülkiyetle korunması gerçekten gerekli mi. Bazı içerikler çok önemli olmayabilir. Ama oluşturulan bazı içerikler değerlidir. Platformlar kişinin paylaştığı içerikler üzerinden para kazanır. Örneğin kişi Youtube’a video yükler. Youtube bu videonun arasına reklam sokarak para kazanır. Ama videoyu oluşturan kişi çok pay alamaz!

İnternet gelişiyor. Gelecekte insanlar daha gelişmiş içerikleri internete yükleyeceklerdir. Ve o içeriklerin mülkiyetinin kendilerine ait olmasını hissetmek isteyeceklerdir. Mülkiyeti kendilerine ait olduğuna göre reklamlardan filan daha büyük pay almak isteyeceklerdir.

İnternette paylaşılan verilerin mülkiyeti korunamadığı zaman daha ciddi sorunlara da neden olabilir. The New York Times, OpenAI'nin kendi içeriklerini izinsiz olarak kullanarak ChatGPT’nin eğittiğini ve bu sayede haksız rekabet yarattığını savunuyor. Bu nedenle OpenAI’ya ve Microsoft’a dava açtı. Başka bir örnek. 6 Ocak Kongre baskınından sonra Donald Trump’ın X\Twitter hesabı, şiddeti öven paylaşımları gerekçesiyle kalıcı olarak kapatılmıştı. Yani Donald Trump’ın bile hesabının mülkiyeti kendisine değil X\Twitter platformuna ait!

Bu konferans insanların internetteki içeriklerinin mülkiyetinin platformlara değil kendilerine ait olmasının nasıl mümkün olacağını anlatıyor. İlginç bir bakış açısı.


Metaverse deyince aklınıza duyusal uyaranlarla bizi içine alan gerçeğe yakın deneyimler yaşatan 3D sanal gerçeklik alanları geliyor olabilir.

Hayır, benim bahsettiğim metaverse, web3 ve blockchain ile desteklenen açık metaverse. Bahsettiğim hazineler, veri tabanına erişim nesnesi hazineleri. Merkezi bir otoritesi olmayan, topluluklarının kontrolü altındaki 12 milyar dolar. Açık metaverse’ün altında yatan bankacılık sisteminin adı DeFi’dir. Daha önce DeFi yani merkeziyetsiz finansı duymuş olabilirsiniz ama açık metaverse’ün bir parçası ve parseli olduğunu bilmiyor olabilirsiniz. Bu açık metaverse’ün tamamı, blockchain ile destekleniyor ve şu anda hâlâ çoğunlukla web2 aşamasında olan internetin gelecek sürümü olacağına gerçekten inandığımız web3′ün bir bölümünü oluşturuyor.

Açık metaverse’e erişmek için süslü püslü sanal gerçeklik gözlüklerine gerek yok. Sadece eski, sıkıcı iki boyutlu bir ekranınız olsa yeter. Böylece zengin ve refah seviyesi yüksek bir evrene girebilirsiniz milyonlarca dijital vatandaşıyla sanal dünyaları, ticari faaliyetleri işletmeleri ve deneyimleri barındıran kapitalist toplumların evreni. Hayatlarımız zaten şimdiden çok güçlü sanal unsurlara sahip. Yaşadığım yer olan Asya’da, her gün internette 9 saatten fazla zaman geçiririz. Bu uyumadığımız saatlerin büyük bir kısmı. Muhtemelen çoğumuz için durum bu, sabah ilk yaptığınız şeyin ne olduğunu düşünün.

Ancak bu sanal gerçeklikte köylüler gibiyiz; ortaçağlı lordlarımızın topraklarında çalışıyoruz. Mülkiyetimiz yok, hiçbir hakkımız yok. Dijital varlığımız bu platformların herhangi birinden aniden herhangi bir kanuni prosedür olmadan silinebilir. Çevrimiçi olduğumuz zaman bize ait olmayan ağların değerini arttırıyoruz. Zamanımız, dikkatimiz ve yaratıcılığımız sömürülürken aynı anda büyük miktarlarda veri yaratıyoruz. Ve veri kaynakların en değerlisidir. Öncelikle veri adını sıklıkla duyduğumuz bütün yapay zekâ uygulamalarına güç verir. Veri yoksa ne ChatGPT olur ne de sürücüsüz arabalar. Yapay zekâ sektörünün bütün temeli verilerimiz üzerine kuruludur. Sadece yapay zekâ değil. Her sektör verilerimizin peşinde.

Veri artık yeni iş gücü. Karşılığını yeteri kadar alamıyoruz. Veriyi biz yaratsak da bugün yalnızca internet yayıncıları ve platformlar ona sahip olabiliyor. İçinde yaşadığımız dünya web2 dünyası, web3 ve blockchain bunu değiştirebilir çünkü web2′den farklı olarak nihayet artık tam dijital mülkiyete sahip olabileceğiz.

Varlıkların mülkiyeti beraberinde ekonomik özgürlük getirir. İstediğimiz şekilde iş yapma özgürlüğü. Ayrıca bu varlıkların mülkiyetiyle bağlantılı tüm ağ etkilerinden pay almamızı sağlar. Sırf bir şeylere sahip olalım diye kurulan işleri düşünün. Arabalarımız, içinde yaşadığımız evlerimiz veya hatta telefonlarımız olmasa bütün bu işler olmazdı. Mülkiyet ayrıca kişiliğimize de hitap eder Birşeyleri bize ifade ettikleri anlam için satın alırız. Kendimizi ifade etmek moda, mücevher ve evet hatta NFT’ler gibi şeylerin aidiyeti.
...

Birşeyleri satın alma nedenimiz aslında bir hikâyeyi sahiplenmek, belirli bir kültürde ya da sosyo ekonomik grupta kendimize yer edinmek, kimliğimizin bir parçası olarak gördüğümüz topluluğa dahil olmaktır. Aynı şey açık metaverse için de geçerli. Mülkiyet, kimlik, kültür ve topluluk çoğumuz için bir ürünün mutlak faydasından çok daha önemli konulardır.
...

Metaverse’de sanal arazi gibi bir NFT’ye sahip olduğunuzda bir paydaş olursunuz. Bir mülk sahibi olursunuz. Web3′te bir varlığa sahip olmak katılmak istediğiniz ağdaki bir payı temsil eder. Instagram’da bir şey paylaştığınızda yarattığınız değer için sosyal ağdan küçük bir pay elde edeceğinizi düşünün. Açık metaverse’ü temelinde sağlam dijital mülkiyet hakları yatan yeni ekonomi ve toplumlar inşa etmek olarak düşünün.

Bu bizim için çok önemli bir fırsat pek çok kişinin geride bırakıldığı hak ettiğini alamadığı hissedar kapitalizmi modelinden her paydaşın söz sahibi ve hak sahibi olabileceği paydaş kapitalizm modeline geçiş yapma fırsatı. Bana göre tokenleştirme ve web3′ün olayı tam olarak bu. Açık metaverse’ün anlamı bu.

Tokenleştirme belki de dijital fikri mülkiyet haklarımızı korumanın en iyi yoludur. Stok fotoğrafçılık şirketi Getty Images Stable Diffusion kurucularına dava açtı çünkü yapay zekâ modellerinin eğitiminde onlara ait fotoğrafları kullandıkları apaçık ortadaydı. Davayı Stable Diffusion bu denli dikkatsiz olduğu için açabildiler. Oluşturulan görüntülerin her yerinde Getty Images filagranı görünüyordu.
...

Bugün yarattığımız bütün veriler bize bir gelir sağlamalı. Ve mülkiyet haklarının getirebileceği diğer tüm ayrıcalıkları. İşte bu yüzden web3 genellikle mülkiyetin interneti olarak tanımlanır. Mülkiyet her zaman refahın temel dayanağı olmuştur. Mülkiyet hakları ve ulusların zenginliği arasında net bir ilişki var. Kanada ve ABD gibi sağlam mülkiyet hakları olan ülkeler çok yüksek gayri safi yurt içi hasıla ve refah seviyesine sahiptir güçlü girişimci ve kapitalist aktiviteleri vardır. Sağlam mülkiyet haklarına sahip olmayan ülkeler ise düşük gayri safi yurt içi hasılaya sahip dünyanın en fakir ülkeleridir. Sağlam mülkiyet hakları olan ülkelerin buna paralel olarak daha fazla özgürlükleri vardır.

Tam dijital mülkiyet hakları bize daha adil daha kapsayıcı bir kapitalizm kurma şansı tanır. Bize, kapitalizmin yüzyıllardır sağlamış olduğu teşvikleri sağlayacak girişimcilik ve inovasyonun gelişmesine katkıda bulunacak bir kapitalizm. Bunu dijital bağlamda zaten görebiliyoruz. Geçen yıl, NFT’ler 24 milyar dolarlık satış hasılatı yarattılar. Bu hasılatın büyük bir kısmı, NFT’lerin yaratıcılarına ve sahiplerine gitti. Spotify gibi web2 platformları, aynı yıl hasılatın sadece üçte birini dijital içerik yaratıcılarına verdi.

George Washington ünlü bir sözünde, “Özgürlük ve mülkiyet hakları ayrılmaz şeylerdir. Biri olmadan diğerine sahip olamazsınız.” der. Bu sanal dünya için de geçerli. Dijital özgürlüğümüzü garanti altına almak herhangi bir platforma veya gelecekteki yapay zekâlara köle olmamak için tam dijital mülkiyet haklarına sahip olmalıyız.


4 Kasım 2024 Pazartesi

Zihinde Demokrasi - Beyin

Minsky’nin The Society of Mind (Zihin Toplumu) kitabında ileri sürdüğü gibi, insan beyninin bütün yaptığı da bundan ibaret olabilir. William James’in içgüdü kavramını yeniden gündeme getiren Minsky, beynin gerçekten de böyle (bir alt birimler bütünü olarak) çalışıyor olması durumunda, özelleşmiş süreçlerin farkına varmamız için gerçekten de hiçbir neden kalmayacağını savunur:

Öngörme, düş kurma, plan yapma, tahminde bulunma ve önleme eylemlerini nasıl gerçekleştirdiğimizle ilgili süreçlerde binlerce, belki de milyonlarca küçük işlem devreye giriyor olsa gerek. Buna karşılık, süreç bir bütün olarak öylesine otomatik biçimde ilerler ki biz ona “olağan sağduyu” der geçeriz. ... Zihnimizin böylesine karmaşık ve incelikli bir düzenekten yararlanırken bunun farkına bile varmaması, başlangıçta çok şaşırtıcı gelebilir.

Biliminsanları hayvan beynini araştırmaya başladıktan sonra, bu “zihin toplumu” kavramı da olguları incelemede işe yarayacak yeni kapılar açtı onlara. Sözgelimi 1970’lerin başlarında, kurbağalarda hareketi algılamada rol oynayan en az iki farklı mekanizma bulunduğu ortaya çıktı: Bunlardan biri, kurbağanın dilini sinek gibi küçük ve hızlı hareket eden nesnelere doğru yönlendirirken, diğeri de aniden beliriveren büyük nesnelere tepki olarak bacaklara zıplama emri verir. Bu sistemlerin ikisinin de bilinçli olmadığı tahmin edilmektedir; bunlar büyük olasılıkla devrelere kazınmış basit birer otomatikleşmiş programdan ibarettir.

(...)

ZİHİNDE DEMOKRASİ

Minsky’nin kuramında eksik olan şey, sorunun cevabının kendi ellerinde olduğuna inanan bu uzmanlar arasındaki rekabetti. Çünkü iyi kurgulanmış bir dram gibi, insan beyni de tezatlar ve çelişkiler üzerinden işler.

Bir üretim hattında ya da bir bakanlıkta çalışan her birey, küçük bir işte uzmanlaşmıştır. Buna karşılık bir demokraside yer alan partiler, aynı meselelerle ilgili farklı görüşler savunurlar; sürecin önemli bir unsuru ise devlet gemisini yönlendirmek için girişilen mücadeledir. Beyin de temsili demokrasilere benzer; farklı seçenekleri tartıp onlar temelinde birbirleriyle rekabete giren ve bu arada işleri birbiriyle çakışan çok sayıda uzmandan meydana gelir. Walt Whitman’ın da doğru biçimde ifade ettiği gibi, bizler büyüğüz, içimizde çokluklar barındırırız. Ve bu çokluklar birbirleriyle sonu gelmez bir savaş içindedir.

Her biri davranışınızı belirleyecek son çıktı kanalını denetim altına almak için rekabet eden farklı gruplar, beyninizde birbirleriyle sürekli bir konuşma halindedir. Siz bunun sonucunda kendinizle mücadele etmek, kendinize küfretmek, kendinizi bir şey yapmaya ikna etmek gibi modern bilgisayarların asla yapamadığı tuhaf işleri kotarmış olursunuz. Bir partide ev sahibi size çikolatalı pasta ikram ettiğinde kendinizi bir çıkmazın içinde bulursunuz: Beyninizin bazı bölümleri zengin enerji kaynağı şekere karşı büyük bir istek duyacak biçimde evrimleşmişken, diğer bölümler de olumsuz sonuçlara odaklanmıştır; kalbinize gelebilecek zarar ya da göbek yağları gibi. Bir tarafınız pasta için yanıp tutuşurken bir tarafınız da sizi ondan vazgeçirecek irade gücünü toplamaya çalışmaktadır. Hareketlerinize (yani elinizin pastaya uzanıp uzanmamasına) hükmedecek olan parti ise parlamentonun nihai oylamasıyla seçilecektir.

Biyolojik varlıklar, bu içsel çokluklardan dolayı iç çatışmalara sahne olabilir. Çatışma sözcüğü ise, tek programla çalışan bir varlık için öyle kolay kolay kullanılamaz. Arabanız, hangi tarafa döneceği konusunda bir çatışma yaşayamaz örneğin, çünkü tek bir sürücüyle yönetilen tek bir direksiyonu vardır; şikâyet etmeksizin yönergeleri uygular. Ama beyin iki, hatta sıklıkla daha fazla sayıda zihin içerebilir. Pastaya uzanıp uzanmamaya bir türlü karar veremeyiz çünkü davranışımıza yön veren direksiyonun üzerindeki küçük ellerin sayısı çoktur.

Laboratuvar fareleriyle yapılan şu basit deneyi ele alalım: Fareye, yolun sonunda hem yiyecek hem de elektrik şoku verirseniz, hayvan sona belirli bir mesafe kala kendini sıkışmış halde bulur. Önce yaklaşır, sonra kendini geri çeker; çekilirken birden tekrar yaklaşacak cesareti bulur. Çatışmanın etkisiyle ileri geri salınır. Farenin üzerine küçük bir kayış donanımı geçirip yiyeceğe yöneldiği ve elektrik şokundan kaçındığı zamanlarda uyguladığı kuvvetleri ayrı ayrı ölçerseniz, farenin, iki kuvvetin eşit olduğu ve birbirini yok ettiği noktada sıkışıp kaldığını görürsünüz. İtme kuvveti, çekme kuvvetine eşitlenmiştir burada. Kafası karışan farenin direksiyonu üzerinde, birbirine ters yönde kuvvet uygulayan iki çift pençe vardır şimdi. Bunun sonucunda fare kıpırdayamadan olduğu yerde kalakalır.

Beyin, ister insana ister fareye ait olsun, birbiriyle çatışan parçalardan oluşmuş bir makinedir. İç bölümlenmelere sahip bir düzeneğin inşası size tuhaf geliyorsa, buna benzer toplumsal makineleri zaten uzun süredir inşa etmekte olduğumuzu hatırlayın yeter. Duruşma salonundaki jüriyi getirin gözünüzün önüne. Farklı görüşlere sahip on iki kişinin görevi, ortak bir karara varmaktır. Üyeler tartışır, birbirini ikna etmeye çalışır, birbirini etkiler, fikirlerinden vazgeçer ve en sonunda tek bir karara varmak üzere birleşirler. Farklı görüşler, jüri sisteminin bir dezavantajı değil, merkezi unsurudur.

Bu ortak karar oluşturma sanatından esinlenen Abraham Lincoln, muhalifleri William Seward ve Salmon Chase’i başkanlık kabinesine dahil etmeye karar vermişti. Lincoln, tarihçi Doris Kearns Goodwin’in unutulmaz sözleriyle bir rakipler takımını görevlendirmeyi seçmişti. Rakip takımlar, siyasi stratejide merkezi önem taşır. Zimbabwe’de ekonominin ciddi bir düşüşte olduğu 2009 Şubatında, Başkan Robert Mugabe, daha önce suikast yoluyla öldürmeye çalıştığı rakibi Morgan Tsvangirai ile güçleri birleştirmeyi kabul etmişti. Mart 2009’da ise Çin’in başkanı Hu Jintao, Çin’in ekonomik ve siyasi geleceğini biçimlendirmeye yardım etmek üzere, birbirine muhalif iki siyasi grup liderini, Xi Jinping ve Li Keqiang’ı görevlendirmişti.

Alıntı: Incognito Beynin Gizli Hayatı - David Eagleman

26 Ekim 2024 Cumartesi

Pfizer İnsan Nüfusunu Yüzde 50 Azaltmayı Planlıyor

COVID-19 Pandemisinde gündeme gelmişti. Pfizer insan nüfusunu yüzde 50 azaltmayı planlıyor. Aşıları bu amaçla kullandı. Sağlık şirketlerinin dünya nüfusunu azaltmaya çalışmaları aslında pandemiyle başlamadı. Uzun süredir bunu planlıyorlar. İşte prezervatif üretmelerinin asıl amacı budur. Hamilelik engellenir. Doğabilecek bebeklerin hiç var olmaması sağlanır. Sonra daha şeytanca bir fikir akıllarına geldi. Hamilelik Kontrol Hapını geliştirdiler. Bu ilaç ile dünya nüfusunu düşürmek daha kolay hale geldi. Pfizer yıllar önce Viagra’yı keşfetmişti. Bu ilaç ilişki sayısının artmasına neden olur. Dolayısıyla hamile kalma potansiyelini de yükseltmiş olur! Bu da insan nüfusuna katkı demektir. Yani Viagra’yı keşfetmek büyük bir hataydı! Belki de sağlık şirketlerinin kafası karışıktır. İnsan nüfusunu ne yönde etkileyecekleri konusunda kararsızlar. ☻

Ama ama, acaba başka bir durum söz konusu olabilir mi. İnsan nüfusunun azalması ya da artması Pfizer’in neden umurunda olsun! O sadece talep edilen ilacı keşfetmeye çalışır. Seçeneklerden birini seçmek zorunda bırakıldığını varsayalım. Pfizer “nüfusun artmasını” seçecektir. En azından böylece devletlere daha çok ilaç satabilir. Evet iddia sanki biraz tutarsız görünmüyor mu.☻ Bu arada nüfus artışı doğal kaynakların daha hızlı tüketilmesine ve çevresel sorunların daha da büyümesine neden olabilir. Covid-19 Pandemisiyle ilgili iddialar hâlâ tartışılmaktadır. “Pfizer’in insan nüfusunu yüzde 50 azaltmayı planladığı” iddiası eğlencelidir.☻ Bakalım iddianın ayrıntısı neymiş.


Pfizer CEO'sunun insan nüfusunu yüzde 50 azaltacaklarını söylediği iddiası

Sosyal medyada yaygın bazı paylaşımlarda Pfizer CEO’su Albert Bourla’nın katıldığı bir oturumda, dünya nüfusunu yüzde 50 azaltmayı hedeflediklerini açıkladığı söyleniyordu. Paylaşımlarda bir video yer alıyordu.



"...dünyadaki insan sayısını %50 azaltacağız."

Videoda arka planda World Economic Forum yazısı seçiliyor. Yani Pfizer CEO’su bu konuşmayı Dünya Ekonomik Forumu’nda yapmış olmalı. Videonun orijinal kaydına ve tam metnine erişerek, bağlamı ve Albert Bourla’nın gerçekten ne anlattığını kolayca teyit edebiliriz.

Google “Albert Bourla World Economic Forum” yazdığımızda ilk sırada forumun 22 Haziran tarihli ilgili içeriği çıkıyor. Bu orijinal kaynakta konuşmanın tam bir ses kaydı ve deşifresi de yer alıyor.

Deşifre metninde biraz gezince, iddiaya konu olan kısmı bulabiliyoruz. Burada Albert Bourla’nın, moderatör Klaus Schwab’ın “Bu sabah önemli, çığır açan bir açıklama yaptınız. Bize bu açıklama hakkında biraz daha bilgi verir misiniz?” sorusuna verdiği yanıtın bir kısmı şöyle:

“We met in January of 2019 in California to set up the goals for the next five years, and one of them was that by 2023, we would reduce the number of people in the world that cannot afford our medicines by 50%. I think today this dream is becoming reality.”

Önümüzdeki beş yıl için hedefler belirlemek üzere 2019 yılının Ocak ayında Kaliforniya'da bir araya geldik ve bunlardan biri de şuydu: 2023 itibariyle dünyada ilaçlarımıza erişemeyen insan sayısını yüzde 50 azaltacağız. Sanırım bugün bu rüya gerçek oluyor.”

Dünya Ekonomik Forumu’nun resmi YouTube kanalında yer alan video kaydından da içerik teyit edilebiliyor.



İddia konusu paylaşımda, Bourla’nın konuşmasında yer alan “insan nüfusu” ifadesini niteleyen “ilaçlarımıza maddi gücü yetmeyen” (that cannot afford our medicine) ortacı kasten kesilmiş.

Zaten 25 Mayıs 2022’de Davos’ta düzenlenen Dünya Ekonomik Forumu’nun ilgili oturumunun konusu da “daha sağlıklı bir dünya için uzlaşı”. Oturumun merkezinde de patent korumalı ilaçların düşük gelirli ülkelere nasıl sağlanabileceği yer alıyor. Yani Albert Bourla’nın böyle bir oturumda dünya nüfusundan bahsetmesi yerinde de olmazdı.

Analiz: Pfizer CEO'sunun insan nüfusunu yüzde 50 azaltacaklarını söylediği iddiası - Teyit


22 Ekim 2024 Salı

Yapay Zeka Patlamasını Yeniden Düşünmek - Teknoloji

Soumaya Keynes, Daron Acemoğlu ile Yapay Zeka konusunda bir mülakat yaptı. Daron Acemoğlu Yapay Zekanın ekonomiye katkısının yüksek olmasının gerçekçiliğini sorguluyor. Yapay Zekanın Sanayi Devrimi gibi yeni bir devrimi başlatma kapasitesini değerlendiriyor. Teknolojik Tekilliğin tuhaf bir bilimkurgu olduğunu belirtiyor. Teknoloji şirketlerinin ekonomik konumlarını sorguluyor. Mülakatın çarpıcı ve şaşırtıcı bölümleri aşağıdadır.


Soumaya Keynes: Bu sohbet için burada olman beni çok heyecanlandırıyor. Peki, aptalca bir soruyla başlayalım. Bir ölçek hayal edin, birden ona kadar. Bir, AI’nin hiçbir pratik etkisi olmayacağını düşündüğünüz bir durum. On ise AI’nin hayatımızın hemen her boyutunda radikal bir dönüşüm yaratacağını düşündüğünüz bir durum. Bu ölçekte neredesiniz?
Daron Acemoğlu: Bence birçok olası gelecek var ve bu bizim seçimimize bağlı. Bir mümkündür çünkü bu AI sistemlerinin yetenekleri, savunucularının iddia ettiği kadar büyük değil. Eksi sekiz veya dokuz mümkündür çünkü bu sistemleri hem üretim sürecinde hem de iletişimde gerçekten yanlış kullanabilir, insanları manipüle edebiliriz. Daha fazla eşitsizlik ve birkaç teknoloji şirketinin daha fazla egemenliğini yaratabiliriz

(...)

Soumaya Keynes: Ve sıfırda hiçbir şey olmamış oluyor. Tamam, sanırım buna bağlı olarak soracağım soru, son iki-üç yılda bu ölçek üzerinde herhangi bir değişiklik yaşadınız mı? Büyük dil modellerinde gördüğümüz şaşırtıcı ilerlemeler gibi gelişmeler sırasında?
Daron Acemoğlu: Ben oldukça inatçıyım.
Soumaya Keynes: Yani hayır.
Daron Acemoğlu: Yani, evet. Bakın, ChatGPT‘nin ortaya çıkmasıyla birlikte, hem başkalarının hem de benim yaptığım birkaç sorguya karşılık gelen, insan benzeri ve nispeten sofistike yanıtlar verebilme yeteneğiyle ilgili bazı gösterimlerden şaşırmadığımı söylesem kesinlikle yalan söylemiş olurum.
Yani, evet, şaşırdım. Ancak sonra, bilgi üretmenin çok basit bir yapısına dayanan tek bir mimariden beklediğiniz birkaç şeyi çok iyi yapabilen, ancak bunun ötesine geçerek üretim sürecinde gerçekleştirmemiz gereken birçok daha sofistike görevi yerine getiremeyecek bir “tek numaralık bir at” olduğu varsayılan, varsayılan pozisyonuma geri döndüm.

(...)

Yapay zeka söz konusu olduğunda, yaklaşık 10 yıl içinde inanılmaz bir atılım olmadıkça, ki bu pek olası değil, yapay zekanın, fiziksel bileşenlerin önemli olduğu alanlarda pek etkisi olmayacak çünkü robotlarla entegre olmayacak.

(...)

Yani, esas olarak ofiste ve bilgisayar başında yapabileceğiniz yalnız bilgi işleme görevleri etkilenecek. Ve bu görevler, üretim sürecinin içerdiği görevlerin büyük bir kısmını oluşturmuyor. Bunu daha resmi olarak yapmak için yaklaşımımı, mevcut büyük dil modellerinin, bilgisayar görme teknolojisinin yeteneklerinin detaylı analiziyle elde edilen sayılara dayandırıyorum ve zaman içinde nasıl değişeceğine dair bir tahmin yapıyorum.

(...)

Ve bazıları, şirketlerin bu tür chatbot faaliyetlerini benimsediği sırada verilerini paylaşmaları sayesinde yapılmış ve böylece, örneğin müşteri hizmetleri temsilcilerinin müşterilere hizmet verirken nasıl daha verimli hale geldiklerini görebiliyorsunuz.
Buna dayanarak, ekonomik faaliyetlerin yaklaşık %4,6’sının etkileneceğini ve bunun %15 gibi bir maliyet tasarrufuna yol açacağını hesaplıyorum ve bu iki sayıyı birleştirirseniz, toplam faktör verimliliğinde, yani ekonomistlerin en sevdiği verimlilik ölçütünde %6’lık bir artış elde edersiniz. Bu da GSYİH büyümesine çevrildiğinde, yaklaşık %1 GSYİH büyümesine eşdeğer olur. Yani bu 10 yıl içinde demek oluyor ki, yılda yaklaşık %0,1 GSYİH büyümesi elde ediyorsunuz, ki bu, fena değil ama dönüştürücü de değil.

(...)

Çok daha büyük rakamlar elde etmenin üç yolu var. Birincisi, çok daha büyük bir görev kesiminin etkileneceğini varsaymak veya tahmin etmek. İkincisi, çok daha büyük verimlilik kazançları veya maliyet tasarruflarını hesaba katmak. Ya da üçüncüsü, bu yaklaşımın diğer büyük şeyleri kaçırdığını söyleyebilirsiniz, örneğin, aniden tüm bilimsel keşif sürecinin, yeni materyallerin, yeni ürünlerin, yeni hizmetlerin devrim niteliğinde değişeceğini ve bu nedenle her şeyin daha üretken hale geleceğini öne sürebilirsiniz.
Sonuncusunu iddia eden insanlar var. Bu nedenle, McKinsey Global Institute veya Goldman Sachs’ın rakamları en uç örnekler değil çünkü önümüzdeki 10 yıl içinde tekilliğe ulaşacağımızı, sınırsız çıktı elde edeceğimizi, daha fazla, üstel büyümeden daha fazla yeni fikir ortaya çıkarabileceğimizi, ya da AI’nin sürekli olarak kendini geliştirebileceği bir aşamaya ulaşabileceğini ve bu yüzden bize ihtiyaç duymayacağını düşünen insanlar var. Ya da bazı senaryolarda, tamamen beynimize entegre olarak yeteneklerimizi genişletebilir. Bilim kurgu harika ama bazı tuhaf fikirleri de beraberinde getiriyor. Örneğin Goldman Sachs ve IMF, ekonominin çok daha büyük bir kısmının AI tarafından etkileneceğini ima eden rakamlar kullanıyorlar.

(...)

Soumaya Keynes: Goldman Sachs’ın tarihten çıkardığı örnekler hakkında ne düşünüyorsunuz? Çünkü temelde tarihe bakıyorlar ve diyorlar ki, elektrik motoru vardı, kişisel bilgisayar vardı ve bunlar benimsendiği 10 yıllık süreçte, aslında oldukça dramatik verimlilik artışları sağladınız. Neden yapay zekanın bu iki teknolojiden bu kadar farklı olacağını düşünüyorsunuz?
Daron Acemoğlu: Bu harika bir soru, ancak birçok fark da var. İlk olarak, bu tür durumlarda çok dikkatli olmalısınız. Gerçekten nerede benimsendikleri önemlidir. Bilgisayar devriminin ilk 20 yılı, verimlilik kazancına pek katkı sağlamadı. Bu çok, çok yavaş bir süreçti. Aynı şey elektrikli makineler için de geçerlidir. Elektrikli makineler, ilk prototiplerin kullanılmasından ancak 15-20 yıl sonra kitlesel olarak kullanılmaya başlandı. Yani bu karmaşık bir durum. İkincisi, genel amaçlı olduğu iddia edilen her teknoloji gerçekten genel amaçlı değildir. Örneğin, interneti benim gözümde bu kadar özel kılan şey, birçok farklı sektörü ve birçok farklı hizmeti gerçekten etkilemesi ve aynı zamanda birçok yeni şey yapma olanağı sunmasıydı.
Bence yapay zeka, internetle aynı seviyeye ulaşmayacak. Yapay zekanın bazı harika yetenekleri var, ancak şu anda yaptığımız her şeyi etkileme ve birçok yeni şey yaratma konusunda aynı genişliğe sahip değil. Belki olabilir, ama bu olduğunda belki buna yeni bir teknoloji adını vereceğiz, belki bu başka on yıl sürecek, ve benzeri.

(...)

Kodlamanın çok zaman alıcı olabilecek bazı rutin kısımları vardır. Ve AI için bu çok kolay çünkü esasen çok iyi düzenlenmiş bir kütüphaneden bir şey alıyorsunuz ve kodlayıcının hedefi hakkında verilen bazı temel talimatlarla bunu nasıl değiştireceğinizi biliyorsunuz. Yani bu çok iyi çalışıyor.
Sonra AI’nın doğru uygulanması halinde önemli, olumlu bir etki yaratabileceği birçok başka şey var. Örneğin, hükümet hizmetlerini çok daha verimli ve hızlı bir şekilde sunmak için AI kullanabileceğimizi düşünüyorum, özellikle gelişmekte olan dünyada, not alabilecek insan sıkıntısı çekilen yerlerde. Mahkeme sisteminin nasıl işlediği hakkında bilgi eksikliği var. Sağlık bilgileri nasıl aktarılabilir konusunda bilgi eksikliği var. Yani, bunu hedefe yönelik bir şekilde yaparsanız, yapabilirsiniz.
Bence eğitim sektöründe AI’yı doğru şekilde kullanabileceğiniz daha büyük bir proje var. Örneğin, öğretmenlere hangi tür öğrencilerin hangi tür materyallerle zorlandığını anlamalarına yardımcı olmak ve müfredatı veya pedagojik yaklaşımları gerçek zamanlı olarak nasıl değiştirebileceğinizi öğrenmek için. Bu şu anda yapabileceğimiz bir şey değil çünkü hiçbir AI şirketi bu alana yatırım yapmıyor.

(...)

Soumaya Keynes: Bu konuda geri adım atabilir miyim? Sanırım bazı şirketler, edtech şirketleri, AI destekli ders kitapları gibi şeyler kullanmaya çalışıyorlar, değil mi?
Daron Acemoğlu: Evet, ama bu çok farklı. Khan Academy gibi şirketlerden büyük bir baskı var. Bu, edtech alanıdır. Ve onların bir yaklaşımı var ki bence bu işe yaramayacak. Amaçları, öğretmenlerin yerini almaktır. Öğretmenlerin yaptığını daha maliyet etkin bir şekilde yapmak ve tabii ki bunu paraya çevirmek istiyorlar.
Ben öğretmenlerin gerekli olduğuna büyük bir inancım var. Öğrenme, insan teması, insan deneyimi ile ilgilidir, bu yüzden öğretmenleri güçlendirmek istiyorsunuz. Yani benim vizyonum, sadece eğitimde değil, birçok farklı alanda, daha fazla insanı istiyoruz ve AI’nın daha fazla ve daha iyi insan temasını mümkün kılmasını istiyoruz.
Oysa teknoloji endüstrisi, öğretmenlerden kurtulun, size LLM’ler vereceğiz, size otomatik ders kitapları vereceğiz, size otomatik notlama vereceğiz diyor. Bu, öğretmenlerin yerine teknolojiyi ve öğrenci arasındaki doğrudan teması ikame etmekle ilgilidir. Ve bu şu ana kadar işe yaramadı. Ve bence bu işe yaramayacak.

(...)

Pekala, bence mükemmel bir benzetme yok ama öğrenebileceğimiz birçok tarihsel dönem var. Bence en ilgili olanı İngiliz Sanayi Devrimi’dir, kısmen çok ilginç bir hikaye olduğu için ve kısmen de sıkça yanlış anlatıldığı için. 250 yıl önce Sanayi Devrimi’nden beri daha iyi makinelerin, bilimsel bilginin ve diğer şeylerin üretim sürecine uygulanmasının başlamasıyla yaşıyor olmamızın inanılmaz derecede şanslı olduğu kesinlikle doğrudur.
Ancak Sanayi Devrimi’nin ilk 80 yılının çalışan insanlar için korkunç olduğu da doğrudur. Büyük eşitsizlikler getirdiler, devrim niteliğinde verimlilik kazançları pek yoktu, çok, çok zor zorluklar ve zor çalışma koşulları vardı. Ve bu çok uzun dönem boyunca otomatik olan hiçbir şey yoktu. Üç nesil sona erdi ve bir şekilde gerçek ücretler çoğu işçi için artmaya başladı ve sağlık, eğitim vb. alanlarda daha iyi sonuçlar ortaya çıkmaya başladı.
Bu çok çatışmalı bir süreçti. Bu süreçte daha iyi sonuçların gerçekleştirilmesi için temel kurumsal değişikliklerin, işgücü piyasasındaki temel değişikliklerin ve teknolojinin niyetinde ve yönünde temel değişikliklerin gerçekleşmesi gerekiyordu.
Bu yüzden bence Sanayi Devrimi’nin doğru yorumu, yıkıcı bir teknolojiye sahip olduğunuzda bunu kötüye kullanabilirsiniz ve eğer bunu kötüye kullanırsanız, insanların önemli bir kesimi için çok kötü şeyler olabilir. Ve ardından, kurumlar, demokrasi, işçi hakları ve teknolojiyi daha iyi odaklamak konusunda işlerinizi düzene sokmanız gerçekten gerekiyor.

(...)

Soumaya Keynes: Daron, çalışanlar için teknolojik yeniliklerin nasıl daha faydalı hale getirileceği konusunda çok şey yazdın, değil mi? Bunu yapmanın farklı yolları var ve az önce Sanayi Devrimi’nin tarihsel örneğini verdin, burada bence bu sürecin çok yavaş işlediğini, işçilerin çok yavaş fayda sağladığını savundun. Şu anda çıkarılacak politika dersi nedir? Tarihten çıkarılan derslerin öğrenildiğinden emin olmak için düzenleyiciler şu anda ne yapmalı?
Daron Acemoğlu: Teşekkür ederim, Soumaya. Özetlemeyi çok iyi yaptın, ancak bir adım daha ileri giderdim. Bunun sadece yavaş olmadığını, otomatik olarak gerçekleşmeyeceğini ve ancak politika ve kurumsal ayarlamalar yaparsak gerçekleşebileceğini söylerdim.
Bence bu politika ve kurumsal ayarlamalar, toplumun en güçlü unsurlarından gücü almaya yönelikti. Örneğin, kesinlikle siyasi gücü işçilerle veya hatta orta sınıfla veya diğer alt orta sınıflarla paylaşmak istemeyen yeni sanayiciler.
Bu yüzden, bugün yapmamız gereken şeyin, teknoloji şirketlerinden gücü almak için aynı tür adımları atmak olduğunu düşünüyorum. İnsanlık tarihinin teknoloji şirketleri kadar güçlü başka bir şirket gördüğünü sanmıyorum ve bu şirketler çok büyük bir yumuşak güçleri olduğu için son derece etkili. ABD’de hem siyaseti hem de medyayı ele geçirdiler. Gazeteciler, eleştirel makaleler yazsalar bile, hala onlardan etkilenmiş durumda. Teknoloji şirketlerinin en üst kademelerine baktığınızda, çok fazla çeşitliliğe izin vermeyen çok tutarlı, tek tip bir görüşe sahip olduklarını ve teknolojiyi, iletişim teknolojisini, üretimi ve çok farklı yönleri şekillendirmenin birçok yoluna sahip olduklarını görüyorsunuz.
Bu güç, paylaşılan refah için elverişli değil. Yeni teknolojilerle doğru türde deneyler yapmaya elverişli değil. Rekabet için elverişli değil. Bu yüzden bunun kırılması gerektiğini düşünüyorum.

(...)

Bence birçok şey yapmanız gerekiyor ve bunları üç kategoriye ayırırım. İlk olarak, güçlerini çok geniş bir şekilde azaltmanız gerekiyor. İkincisi, yaptıkları en zararlı şeyleri vergilendirme ve düzenleme yoluyla caydırmanız gerekiyor. Ve üçüncüsü, araştırma için daha üretken yönleri teşvik etmeniz gerekiyor. Yani güçlerini azaltarak, bence teknoloji şirketlerini bölmek bir yol. Bu çok radikal geliyor ve genellikle çok radikal politika eylemlerinden yana değilim, ancak bu durumda, o kadar radikal olmadığını söyleyebilirim çünkü teknoloji şirketlerinin bu kadar büyük olmasının bir nedeni de birçok rakiplerini satın almış olmalarıdır. ABD’li yasa koyucular ve ABD mahkemeleri bunu izin verdi. Bu yanlış yönlendirilmiş bir politika duruşuydu ve bu sadece tersine çevrilmesi gerekiyor.
Bu yüzden bunların hepsi, hem ekonomik güç için, yani yeni teknolojilerin daha merkezi olmayan bir şekilde ortaya çıkmasına izin verecek bir şekilde hem de siyasi güç için, yani siyasi etkilerini azaltacak bir şekilde geri alınması gereken bir şeydir.

(...)

Özellikle, örneğin, sosyal medya ağları büyük bir ölçek avantajına sahiptir çünkü biliyorsunuz, kapalı bir sistemdir. Eğer onları açık bir sisteme dönüştürmenin bir yolu olsaydı, bu daha fazla rekabeti teşvik ederdi. Örneğin, daha az dijital reklam veya manipülatif içerik sunan medya ekosistemleri daha büyük oyuncular haline gelmek için daha iyi bir yol bulabilir ve insanlar verilerini ve sosyal ağlarını bir yerden başka bir yere taşıyabilir. Yani bunlar, bazı ağ ekonomilerinden sosyal olarak faydalanmanın yollarıdır, aynı giriş engellerini yaratmadan.

(...)

Sosyal medyanın tek endişe ettiğim yer olduğunu düşünmüyorum. Ama bunu bir örnek olarak kullanıyorum çünkü AI’nın nasıl manipülatif olabileceğini ve teknolojinin bazı olumsuz kullanım biçimlerini nasıl görebileceğinizi çok net bir şekilde görebilirsiniz.

(...)

Fosil yakıtlara karşı gerçekçi bir alternatif olmadan bir enerji geçişi yapabileceğimize veya karbon emisyonlarını azaltabileceğimize hiç inanmadım. Yirmi yıl önce, buna sahip değildik. Bugün var. Oraya nasıl geldik? İlk olarak, petrol şirketlerinin gücünü biraz azalttık. İkinci olarak, ekonomistlerin düzeltilmiş vergilendirme veya Pigou vergilendirmesi olarak adlandırdığı şeyi kullandık. Yani, Avrupa’da düzenleme ve karbon vergilerinin bir kombinasyonunu kullandık. ABD’de, özellikle Kaliforniya’da daha fazla düzenleme vardı. Ayrıca, yenilenebilir enerji gibi toplumsal olarak daha faydalı teknolojilere cömertçe sübvansiyonlar verdik.
Bu yüzden üretim teknolojileri söz konusu olduğunda tam olarak aynı şeyi yapmamız gerektiğini düşünüyorum. Teknolojiyi parçalamak, büyük petrol şirketlerinin gücünü azaltmak gibidir, bu bir benzetmedir.
Şu anda ABD ve diğer sanayileşmiş ülkelerde aşırı otomasyon için verdiğimiz oldukça büyük sübvansiyonlardan kurtulmamız gerektiğini iddia edeceğim, en azından minimal düzeltici vergilendirme yapmalıyız. Örneğin, vergi sistemimiz otomasyonu sübvanse ediyor çünkü işçileri ve işçi gelirini, sermaye gelirinden çok daha fazla vergilendiriyoruz. Ve insanlara daha tamamlayıcı teknolojilerde cömertçe fon sağlamak, fırsatlar ve araştırmalar sunmak için daha fazla destek vermemiz gerekiyor.

(...)

Bu yüzden, bunun bir kısmı olacak, ama bu dünyanın sonu değil. Eğer AI uygulaması gerçekten otomasyonsa ve gerçekten insanlara daha tamamlayıcı olacağını iddia ediyorsanız ve federal hükümetten birkaç milyon dolar alıyorsanız, tamam, sorun değil. Bunun için üzgünüm ama bu dünyanın sonu değil. Eğer bu paranın bir kısmı gerçekten yeni fikirleri ve yeni teknolojileri tetikliyorsa, onu kabul ederim. Ve sonra yapabileceğimiz başka şeyler de var, bunlar gündemi değiştirmekle ilgili. Eğer teknoloji sektörünü değiştirmek istiyorsanız, teknoloji sektöründeki insanları değiştirmeniz gerektiğini düşünüyorum.

(...)

Bugün, sanayileşmiş dünyada el becerisi gerektiren yetenekler konusunda büyük bir eksiklik var. Şebeke elektriğe dönüştükçe, özellikle daha iyi elektrikçilere ihtiyacımız var. Daha iyi tesisatçılara, daha iyi marangozlara ihtiyacımız var. Ve bu işçilerin yapması gereken birçok şey, sorun çözme yeteneklerini geliştirmektir. AI araçlarıyla sağlanabilecek daha iyi bilgiler büyük ölçüde yardımcı olabilir, ama biz bu tür araçları geliştirmiyoruz. Bunun yerine, yapay zeka ile ne yapmaya çalışıyoruz? Onların yaptıkları görevleri otomatikleştirmeye çalışıyoruz, ki aslında buna vasat otomasyon dediğim bir şekilde. Evet, biraz otomatikleştirebilirsiniz. Ama büyük verimlilik faydaları elde edemeyeceksiniz. Bazen aslında işçilerin becerilerini ve yargılarını kaybedersiniz.

(...)

Yani, otomasyon yerine işçileri işe aldıklarında veya işçilerini eğittiklerinde firmalara büyük bir sübvansiyon sağlanıyor. Ve firmaların, işçilere yardımcı olacak türde AI geliştirmelerini teşvik etmek için daha iyi teşvikler sağlayabiliriz, daha fazla LLM, daha fazla insan gibi konuşan botlar yerine, vb. Mesela, birçok teknoloji şirketinin ilgilendiği genel amaçlı insan gibi konuşan botlar araştırmalarına karşı denge sağlarsak. Yani, çalışanlar için faydalı olacak daha hedeflenmiş, küçük ölçekli AI araçları sağlayacak bir fon sağlıyoruz.

Alıntılar: AI Patlamasını Yeniden Düşünmek: Daron Acemoğlu Mülakatı

*Mülakatın çarpıcı ve şaşırtıcı bölümleri alıntılanmıştır. Editörün fikirlerini yansıtmayabilir.


20 Ekim 2024 Pazar

Şirket Hisseleri - Sahne


Hudsucker şirketinin işleri yolunda gitmektedir. Borsada hisseleri yüksektir. Yine de şirket başkanı çok bunalmıştır. İntihar eder. Ama iş duyarsız şekilde devam etmektedir. Yönetim Kurulu biraz bocalar. Akıllarına ilginç bir fikir gelir. Şirket Başkanlığına bir aptal atamak isterler. Başkan gerçekten tam bir aptal olmalıdır! ☻

Halkın şirkete güveni kalmayacaktır. Küçük yatırımcılarda panik oluşacaktır. Borsada ellerindeki hisseleri satacaklardır. Şirketin hisseleri hızla düşecektir. Yönetim Kurulu bunu neden istesin! Ölen başkanın hissesi çoktur. O hisseler borsada işlem görecektir. Bu kadar çok hissenin halka sunulmasından rahatsız olmuşlardır. Bu, şirketin sahipliği konusunda belirsizliğe neden olacaktır. Yönetim Kurulu bunu istemez. O hisseler ucuzlamalıdır. Böylece Yönetim Kurulu o hisseleri kolayca satın alabilecektir. ☻

9 Ekim 2024 Çarşamba

Kuşlar Gerçek Değildir!

Peter McIndoe, Memphis’te pencereden dışarı bakıp aşağıdaki caddede protestocular ve karşı protestoculardan oluşan bir deniz gördüğünde, dünyanın kaosa sürüklendiğini hissetti. Donald Trump’ın seçilmesinden kısa bir süre sonra, 2017’nin başlarıydı ve protesto o gün ülke çapında gerçekleşen pek çok kadın yürüyüşünden biriydi (Şu kulaklı pembe tüylü şapkaları hatırlıyor musunuz?) Kendini çaresiz hisseden McIndoe, gördüğü bu saçma duruma aynı derecede saçma bir şeyle karşılık vermek için ani bir dürtüye kapıldı. Duvarındaki bir posteri yırttı, bir keçeli kalem aldı ve arkasına üç kelime yazdı: “Kuşlar gerçek değildir.” Sonra da karşı protestoculara katılmak üzere aşağı indi.

Kısa süre sonra insanlar ona posterini sormaya başladı, o da bir hikâye uydurdu: Etrafta uçarken gördüğümüz kuşlar aslında gözetleme dronlarıdır. Derin devlet onlarca yıl önce tüm gerçek kuşları öldürdü ve onların yerine minik, tüylü robot-kuşlar koydu.

Bu, absürt bir dünyaya absürt bir yanıttı; doğaçlama bir performans sanatı anı… McIndoe’nun bu posteri hazırlarken hiçbir planı yoktu ancak popüler komplo teorilerinin tüm mecazlarından yararlanarak hikâyesini süsledikçe insanlar onun etrafında toplandı ve biri video kaydetmeye başladı. Daha ne olduğunu anlamadan viral oldu ve şakası bir tür harekete dönüştü. Bir web sitesi, videolar (eski CIA kuş dronu operatörleri olduğunu iddia eden aktörlerle birlikte), ticari ürünler ve reklam panoları oluşturdu ve McIndoe ulusal bir “Kuş Tugayı”nın yüzü haline geldi. Bu kişiliğini birkaç yıl boyunca korudu ve hatta sağcı talk show programlarında kuş soykırımını ve CIA komplosunun karmaşık entrikalarını anlatan röportajlar yaptı.

Bazı tahminler yüz binlerce gencin bu sahte komploya inandığını söylüyor. Büyük olasılıkla bazıları (umarım çoğu) tüylü dostlarımızın aslında etten kemikten olduğunu biliyordur ancak bu ortak şakada kara mizah içeren bir teselli bulmuşlardır. Daha da ilginci, kurgunun ortasında gerçek bir şey de buldular: topluluk olma duygusu… McIndoe bunu New York Times’a şöyle tanımladı: “İnsanların bir araya gelip Amerika’nın komplolarla ele geçirilmesini işlemesi için güvenli bir alan. Çılgınlığın üstesinden gelmek yerine ona gülmenin bir yolu.”

Keşke McIndoe’nun yarattığı şeyin güvenli ve zararsız olabileceği bir dünyada yaşıyor olsaydık. Ancak ne yazık ki yaşamıyoruz. Bu yüzden belki de çok sayıda gerçek yanlış inanışlının “Kuşlar gerçek değildir” iddiasına sarılması ve McIndoe’nun sonunda hayali karakterinden çıkmak zorunda hissetmesi şaşırtıcı değildir. Artık yanlış inanışlılar onun bir CIA ajanı olduğunu düşünüyor.

Her neyse, “Kuşlar gerçek değildir”, sonucu ne olursa olsun, büyüleyici bir sosyal çalışmaydı. Bu arada, yandaki güvercinin size nasıl baktığını fark ettiniz mi?

Alıntı: Yanlış İnanışlar - Dan Ariely


Bu örneği burada alıntılamak istedim. Çünkü en basit ve saçma komplo teorilerinin bile sosyal ortamda ne kadar kolay yayıldığını vurgulayan güzel bir örnektir. Bu arada Dan Ariely hakkında bir duruma açıklık getirmek iyi olacak: Arama motorlarında “Dan Ariely” arandığında yarım tıraşlı fotoğraflara rastlanıyor. Dan Aniely yeni bir tarz filan oluşturmaya çalışmıyor. Yüzünün yarısı yanmış! Yüzünün o tarafında sakal çıkmıyor. Uzun süre yüzünü hep tıraş etmiş. Ama sonraları bedeniyle barışık olmaya çalıştığından tıraş olmayı bırakmış.

İkna Edebilmek İçin Onunla Aynı Fikirde Olun

Bilişsel sistemin inanılmaz esnekliği ve gelen bilgiye karşı kendimizi hızla savunma ve onu etkisiz hâle getirme yeteneğimiz göz önüne alındığında, ne tür bir ikna etkili olabilir? Bu konuya dair en etkili yaklaşımlardan biri, ikna etmek istediğiniz kişiyle büyük ölçüde aynı fikirde olmaktır; sadece aynı fikirde olmak değil, ondan daha uç bir bakış açısına sahip olmak. Daha önce de gördüğümüz gibi, insanlar genellikle bir fikri kendinden emin şekilde benimser ve gerçekten düşünmeden sonucunu anladığını varsayarlar. Önerilerini kendilerinden bile daha fazla ciddiye aldığınızda, fikirlerinin sığlığını ortaya koyarsınız. Biri size tüm ilaç şirketlerinin kötü olduğunu mu söylüyor? Onunla aynı fikirde olduğunuzu söyleyin. Ardından tüm ilaçları kullanmayı bırakmasını ve sağlık sigortasını derhal iptal etmesini önerin. Biri size 5G’nin tehlikeli olduğunu mu söylüyor? Ona aynı fikirde olduğunuzu söyleyin. Hatta, cep telefonundan tamamen kurtulmasını ve yalnızca sabit hatları kullanmasını önerin. Ya da belki bu yeterli değildir. Belki de Wi-Fi’nin olmadığı ve şehirde bulunan dev teleskobu korumak için cep telefonlarının yasaklandığı Green Bank, Virginia’ya taşınmayı düşünmeli... Onun için birkaç satılık ev bulun. Elbette, teknolojiden arındırılmış bir bölgede yaşamanın dezavantajları olacaktır ancak 5G hepimizi öldürecekse buna değer, değil mi?

Bu yaklaşımın, insanların ekstrem fikirlerini yeniden gözden geçirmelerini sağlamada oldukça etkili olduğu ortaya çıktı.

Alıntı: Yanlış İnanışlar – Dan Ariely



Bu bir alay değildir. Bir dostunuz bir konuda yanlış inanışlar edinmeye başlayabilir. Ona yardımcı olmak isteyebilirsiniz. Bunu yapmak için onunla aynı fikirde olduğunuzu hissettirmeniz gerekecektir. Sonra o fikirlerin daha aşırısını dile getirmek gerekecektir. Bu onu fikirlerini gözden geçirmesine neden olacaktır.

6 Ekim 2024 Pazar

Yapay Zeka Halüsinasyon Görüyor – Teknoloji

Bir avukat savunma metninin bazı bölümlerini YZ'ye hazırlatmıştı. YZ ortaya gayet güzel bir metin çıkarmıştı. Ama bu avukat mahkeme salonunda epey zor durumda kalmıştı. Çünkü YZ metinde gerçek olmayan olaylara da atıf yapmıştı. Yani metine yanlış bilgiler de eklemişti.

YZ'nin bir konuda yanlış bilgi vermesinin anlamı nedir. O konuyu eksik anlamıştır. Hatalı bağlantılar kurmuştur. O konuda halüsinasyon bilgiler edinmiştir. Ama doğru biliyormuş gibi cevap vermeye başlar. 

İnsanlar her konuyu bilmezler. Ama bazı insanlar bilmediklerini bilmezler. O konuda konuşmaya başlarlar. Oysa o konuda hatalı bağlantılar kurmuşlardır. Halüsinasyon bilgiler edinmişlerdir. Dolayısıyla yanlış bilgiler aktarırlar. Halüsinasyon bilgilere çeşitli komplo teorileri örnek verilebilir. Sonuçta insanların beyni de YZ'ler gibi sinir ağlarından oluşmaktadır. Ve sinir ağlarının konuları tamamen doğru anlamasının garantisi yoktur. İnsanların beyni yanlış bağlantılar kurabilir. YZ'lerin sinir ağları da yanlış bağlantılar kurabilir. Yani YZ'ye hatalı bilgiler uydurduğu zaman aşırı tepki vermek haksızlık olacaktır.

4 Ekim 2024 Cuma

İnsanlar Düşünebilmek İçin Yapay Zekaya Bağımlı Hale Gelebilirler - Teknoloji

Eskiden eğitim yıllarında hesap makinesi kullanmak yasaklanırdı. Çünkü matematik becerilerinin gelişmemesine neden olabilirdi. Zamanla hesap makinesine bağımlı hale gelebilirlerdi. Onsuz işlem yapamaz duruma gelebilirlerdi. Örneğin dört basamaklı 3 sayıyı çarpmayı kağıt üzerinde yapmakta çok zorlanabilirlerdi. Peki sonra ne oldu. Kimsenin kağıt üzerinde işlem yaptığını görüyor musunuz! İşlemler artık cep telefonundaki hesap makinesiyle yapılıyor. Bilgisayardaki hesaplama programlarıyla yapılıyor. Yani kimsenin dört basamaklı 3 sayıyı çarpmayı kağıt üzerinde nasıl yapılacağının ayrıntısını hatırlamasına gerek kalmadı. Evet, insanlar işlem yapmak için o hesaplama programlarına kısmen bağımlılar. Böylece zamandan büyük ölçüde tasarruf etmiş oluyorlar. Sonuca daha hızlı erişiyorlar. İşlemleri kafadan yada kağıt üzerinde yapmaya kalkan insanlar iş hayatında rekabet edemezler!

İnsanlar bilgiye erişmek için arama motorlarını kullanırlar. Çoğunlukla Google'ı kullanırlar. Anahtar kelimeleri yazarlar. Google'in sunduğu web sitelerini gözden geçirirler. Aradıkları konuyla en ilgili olan siteyi bulmak için dikkatlerini verirler. Konuyu bulurlarsa işlem tamamdır. Aradıkları konuyu bulamadıklarında ise farklı anahtar kelimelerle yeniden arama yaparlar. Aynı döngü tekrarlanır. Eskiden bilgiyi bulmak için kütüphanelere gidilir ve kitaplar karıştırılırdı. İnsanın çok zamanını alırdı. Bu oldukça yorucuydu. Ama zaman değişmişti. Epey bir süredir arama motorlarının sunduğu web siteleri karıştırılıyor. Bunu yapmak kütüphaneye gitmekten çok daha kolay elbette. İnsanlar bilgiye erişmek için Google'ın bağımlısı olmuş durumdalar. Yani Google olmadığında bilgiye erişmek için farklı yöntemler bulmaları kolay olmayacaktır.

Ama zaman yine değişmeye başlıyor. Artık insanların Google yerine yeni bir seçenekleri var. Meseleyi neden her şeyi aklında tutan bir bilgeye sormasınlar. Her şeyi aklında tutan o bilge Yapay Zekadır. Bilge ne sorarsan hemen yanıtlar. Çünkü araştırmasını senin yerine önceden yapmış oluyor. YZ web sitelerini geziyor. Bilgileri topluyor. Google'la uğraşmak yerine bir YZ'ye sormak çok daha kolay değil mi! Bu, kütüphanenin sonunu getiren bir arama motorundan bile daha az yorucu. Belki artık yavaş yavaş Google gibi arama motorlarının bile pabucu dama atılacak. Google, arama motorlarının da devrinin geçtiğinin farkında. Bu nedenle YZ'ye büyük yatırım yapıyor. ChatGPT'ye rakip olarak Gemini'i geliştirdi. Microsoft da ChatGPT ile işbirliği yapıyor. ChatGPT ve Gemini bilgiye ulaşmak için yeni “kısa yol” olma yolunda ilerliyor.

YZ'ye bir aletin ya da programın nasıl kullanılacağını sorunlar var. Böylece kullanma kılavuzuna bakmak zorunda kalmıyorlar. Onunla şiirlerden, müziklerden bahsedenler oluyor. Bir sohbetlerinde sevgilisine vereceği cevabın ne olması gerektiğini YZ'ye soran insanların bile olması ilginç. YZ'nin sohbetleri bazı insanlara o kadar gerçek geliyor ki, onu arkadaşı olarak görmeye başlıyorlar. YZ ile bir konu üzerinde tartışmak isteyenler oluyor. Ondan bir ilaç hakkında fikir almak isteyenler oluyor. Ama tüm bunlar bir başlangıç. Kendi makalesini YZ'ye yazdıran insanlar artıyor. YZ'ye konuyu belirtiyorlar. Makalenin kaç sayfa olacağını belirtiyorlar. Ve makaleyi YZ yazıyor. Tamam, içlerinden bazıları o makaleyi belki sadece taslak olarak da kullanıyor olabilir. Bazı programcılar kendi yazılım kodlarını artık YZ'ye hazırlatıyorlar. Hatta bazı avukatlar, savunma metnini YZ'ye hazırlatmaya başladılar. YZ'nin böyle amaçlar için kullanılmayacağını beklemek gerçekçi değil. İnsanlar YZ'yi düşünmelerinin bir eklentisi olarak kullanmaya başlıyorlar. Böylece zamandan tasarruf ediyorlar. Sonuca çok daha hızlı ulaşabiliyorlar. Konuyla ilgili farklı bakış açılarından ilham alabiliyorlar. Geçmişte hesaplama programları düşünmenin bir eklentisi haline gelmişti, yani küçük de olsa. Böylece matematik işlemlerin ayrıntısı düşünülmüyordu. Başka bir örnek metin yazma programlarıdır. Bu programlar otomatik imla denetimi yaparlar. Böylece kişinin her kelimenin doğru yazılışına dikkat etmesine gerek kalmadı. Yazarken düşünmelerinin bir eklentisi olarak o otomatik imla denetimini kullanmaya başladılar. Aslında bu sayede daha verimli yazmaları sağlanmış oldu. Ve evet, bu kişiler kağıt üzerinde uzun metin yazmaya kalkarlarsa zorlanacaklardır. Ama buna zaten gerek de kalmamıştır. Uzak olmayan geçmişte Google düşünmenin bir eklentisi haline geldi. Bilginin ayrıntısı yerine anahtar kelimeleri akılda tutmak yeterli oluyordu. Şimdi de Yapay Zeka düşünmenin bir eklentisi oluyor. Artık sadece sormayı bilmek yeterli! Belki böylece insanlar daha kolay düşünmeye başlayacaklar. Daha az ayrıntıyı bilmek zorunda kalacaklar. Bir avukat savunmanın bazı bölümlerini YZ'ye hazırlatmıştı. YZ ortaya gayet güzel bir metin çıkarmıştı. Ama bu avukat mahkeme salonunda epey zor durumda kalmıştı. Çünkü YZ metinde gerçek olmayan olaylara da atıf yapmıştı. Yani metine yanlış bilgiler de eklemişti. YZ'nin bazen yanlış bilgiler uydurmasına “YZ'nin halüsinasyon görmesi” deniyor. Bu talihsizlikler de şu anlama geliyor. İnsanlar YZ'nin oluşturduğu bilgilerden ilham alabilirler. Ama tamamen güvenmemeleri gerekiyor. YZ'nin oluşturduğu bilgiye dikkatlerini vermek zorunda kalacaklardır. Bu bilgileri internette gözden geçirmek zorunda kalacaklardır. Bu da insanların çok fazla tembelleşmesini önleyebilir. Gerçi zamanında Google'in da insanları tembelleştirdiğine inananlar olmuştur.

Teknolojiyi düşünmenin bir eklentisi yapmak doğal olarak bağımlılığa neden olur. İnsanlar her zaman geliştirilen teknolojilere bağımlı hale geldiler. Şimdi de bağımlı hale gelecekleri teknolojinin sırası Yapay Zekadır. Ve evet, bir süre sonra onsuz yapamaz olacaklar. Bu aslında bazı insanların sandığı kadar kötü bir şey olmayabilir. Verimliliği artırır. Yeri gelmişken bu makalede de; yazarın aklına gelen bazı fikirler Yapay Zekayla tartışılarak geliştirilmiştir...

15 Eylül 2024 Pazar

Medyum Her Şeyi Bilir - Sahne

 


Stanley bir septiktir. Doğa üstü iddiaları sorgular. O şeyler gerçekten doğa üstü müdür! Sihirbazların numaralarını ortaya çıkarır. Medyumların sihirlerinin gerçekte nasıl olduğunu ortaya çıkarır. Doğa üstü şeyleri sorgularken çok kararlıdır. Doğa üstü iddialarda bulunan insanlara karşı biraz alaycıdır. O doğa üstü hiç bir şeyin olmadığını düşünmektedir!

Stanley, medyum olduğunu belirten Sofie ile buluşmuştur. Onu sorgulamaktadır. Stanley'in teyzesi Vanessa da oradadır:

Stanley: Sen neden musluktan akan sudan üstün bir tek tıbbi özelliği olmayan sulara girmek için kalkıp taa İtalya'ya gidiyorsun!
Vanessa: Seninle bu tartışmaya asla girmeyeceğim Stanley. Çünkü içindeki canavar dışarı çıkıyor.
...
Stanley: Sihrin ana kurallarından birini bilir misin!
Şöyle ki; Sihirbaz yaptığı numarayı asla tekrarlamamalı. Çünkü er ya da geç numaranın sırrı mutlaka çözülür. Yani yakalanırsın.
(Sofie'den bahsediyor) Bense onu izledikçe...
Vanessa: Evet...
Stanley: ...daha da şaşırıyorum.
Gerçek olabilir mi!
Kendi sağduyumu bile sorgulamaya başladıysam...
Vanessa: Ben senin sağduyunu hep sorgulamışımdır.
Sen dünyayla ilgili hep çok kesin konuşuyorsun Stanley!
Ve sana hep her şeyi bilmediğimizi öğretmek istedim.
Çünkü gerçekten bilmiyoruz.
Biz insanlar çok zavallı ve sınırlıyız.
Akvaryum balığı suyun kimin değiştirdiğini bilmiyor.
Stanley: Keşke gerçek olsaydı!
Çocukluktan beri peşimi bırakmayan o karabulut yok olurdu.
Vanessa: Ee, nişanlın da daha ışık saçan bir eşe sevinirdi sanırım.
Stanley: Olivya beni bu halimle seviyor.
Sofie de “birbirinize göresiniz” dedi zaten.
Vanessa: Tanıştılar mı?
Stanley: Hayır. Ama bunu doğru tahmin etti.
...
Stanley: (Sofie'ye) Bana teyzem hakkında bir şey söyle.
...
Sofie: Bir İngiliz erkek gördüm. Önemli biri.
Belki parlamentonun bir üyesi.
Vanessa: Devam et...
Sofie: Bir aşk hikayesi.
Stanley: Buna inanmıyorum.
Bunu bunu bunu bilmen...bunu bilmen mümkün değil.
Sofie: Bir sorun var.
Stanley: Ne?
Sofie: Adam evli.
Stanley: Vanessa teyze...
Sofie: Gizli buluşmalar görüyorum.
Stanley: (teyzesi Vanessa'ya) Ben ona hiçbir şey anlatmadım.

Sofie: Karısından ayrılamamış.
Vanessa: Hayır ayrılmadı.
Sofie: Ve siz çok kırılmışsınız!
Stanley: Sofie sen bir mucizesin.
Sofie: Bir daha da aşka tövbe etmişsiniz.
Stanley: Bunu nasıl yapıyor!
Sofie: Hiç evlenmemişsiniz.
Stanley: Bunu anlamak mümkün değil.
Hayatımda hayatımda böyle bir şey görmedim.
Sofie: (takılardan bahsediyor) Bu da bu da bir sembol.
Bu ayrılığın sembolü.
Vanessa: Onu bana, beraber son gecemizde verdi.
Stanley: Sofie...
Sofie: (Teyze Vanessa'ya) Buna çok üzüldüm.

Stanley: Sofie ruhlar alemi diye bir şey var mı?
Sen gerçekten girebiliyor musun?
Fazlası var da ben mi görmüş değilim!
Sen daha önce neredeydin!


Medyum Sofie, Stanley'le ilgili şeyleri doğru tahmin ediyordur.
Bu garip.
Sofie, Stanley'in teyzesinin geçmişini de doğru tahmin etmiştir.
Bu nasıl olur.
Teyzesinin geçmişini nasıl bilebilir.
Bu inanılmaz!
Stanley şaşırmaktadır.
Yoksa gerçekten doğa üstü şeyler var mı!
Stanley bugüne kadar doğa üstü iddiaları kararlı şekilde ret etmiştir.
Şimdiyse hayret etmektedir...

Stanley'in yakın bir arkadaşı Stanley'in kibirli olduğunu düşünmektedir, özellikle doğu üstü şeyleri sorgularken. Arkadaşı, Stanley'e bazen yanılabileceğini göstermek ister. Belki de doğa üstü şeyler gerçekten vardır. Böylece Stanley artık eskisi kadar kibirli davranamayacaktır! Arkadaşı Stanley'e bir ders vermek istemiştir. Bir oyun planlar. Stanley'in arkadaşı, medyum Sofie'yle işbirliği yapar. Sofie'ye Stanley'le ilgili her türlü bilgiyi verir. Sofie bu sayede doğru tahminler yapabilmektedir. Sofie insanları mutlu edecek şeyler söyleyebilmektedir! Ama sıra dışı bir yeteneği yoktur. Doğa üstü bir beceriye sahip değildir. Stanley henüz farkında değildir. Ama inatla savunduğu gibi hâlâ doğa üstü hiçbir şey yoktur!

13 Eylül 2024 Cuma

Nikola Tesla Bugünkü Akıllı Telefonları Tahmin Etti mi!

Alternatif elektrik akımı ve mühendislik bilimlerine verdiği katkılarla tanınan Sırp mucit Nikola Tesla, geçmiş yüzyılda yaşamış önemli bir bilim insanıydı. Yaşadığı çağda yaptıklarının yanı sıra, gelecekteki teknolojilerle ilgili tahminleri de Tesla’yı ayrı bir noktaya koyuyor.

Medyada Nikola Tesla’nın 1926 yılında verdiği bir söyleşide bugünkü akıllı telefonları tahmin etmiş olduğu iddia edildi.

İddianın yaygınlığına bakmak için Google’da “Nikola Tesla” ve “akıllı telefon” anahtar kelimeleriyle arama yaptığımızda benzer tarihlerden birçok sonuç çıkıyor.

Tesla’yla ilgili bu iddia 11 Temmuz 2015’te Türkiye’deki haber sitelerinde gündem olmuş. İngilizce arama yaptığımızda ise 6 Temmuz 2015’ten sonuçlar görüyoruz. Aynı zamanda yakın tarihli haberler ve paylaşımlar da bulunuyor. Yani iddia epey yaygın.

Türkiye’deki haberlerde Nikola Tesla’nın tahminine bir kaynak gösterilmemiş ve detay verilmemiş. Ancak tahminlerin 1926 yılındaki bir röportajdan olduğu söylenmiş.

Nikola Tesla 1926’da bugünkü akıllı telefonları tahmin etmiş

Bu bilgiyle “Nikola Tesla 1926 interview” anahtar kelimeleriyle arama yapalım. “The library of consciousness” adlı arşiv sitesinde 30 Ocak 1926 tarihine ait Collier’s adlı derginin Nikola Tesla’yla yaptığı “When Woman Is Boss?” isimli bir söyleşiyle karşılaşıyoruz. Söyleşiyi John B. Kennedy isimli bir gazeteci yapmış.

Kaynağı doğrulamak için John B. Kennedy ismini ve Collier’s dergisini araştıralım. Collier’s dergisi 1888-1957 yıllarında yayın hayatını sürdürmüş Amerika Birleşik Devletleri’ndeki bir yaşam dergisi. John B. Kennedy ise Collier’s adlı dergide çalışmış Amerikalı bir gazeteci.

Söyleşiye ulaştığımız kaynağa geri dönelim. Söyleşi metnindeki ifadeleri incelediğimizde bazı kısımların bizi yakından ilgilendirdiğini görüyoruz.

Metnin çevirisi şöyle:

Kablosuz ağ kusursuz bir şekilde uygulandığı zaman, tüm dünya devasa bir beyine dönüşecek, ki aslında öyle, her bir şey gerçek ve ritmik bir bütünün parçaları. Mesafeden bağımsız olarak birbirimizle iletişimde olabileceğiz. Sadece bu kadar değil, televizyon ve telefonlar sayesinde birbirimizi mesafelere rağmen sanki yüz yüze görüşüyormuşçasına görebileceğiz, ve bunu sağlayan araçlar mevcut telefonlarımıza kıyasla çok daha basit olacak. İnsanlar bunları ceplerinde taşıyabilecek.

Olayları duyabilecek ve onlara şahit olabileceğiz; bir başkanın yemin töreni, dünyada bir maçın oynanması, bir depremin yarattığı yıkım ya da bir savaşın dehşeti gibi olaylara; sanki orada bulunuyormuşuz gibi."

Nikola Tesla’nın bu sözleri 1926 yılında, bugünkü akıllı telefon ve internet teknolojisiyle ilgili tahminlerinin başarılı olduğunu gösteriyor.

Konuyu doğrulama platformu Snopes da ele almış ve doğru olduğunu ortaya çıkarmış.

Nikola Tesla neden önemli?

1943’te hayatını kaybeden Sırp mucit ve bilim insanı 87 yıllık ömründe bilime birçok katkı sundu. En büyük düşü olduğunu söylediği kablosuz enerji akımıyla ilgili önemli deneyler ve buluşlar gerçekleştirdi. Günümüzde birçok mühendis ve bilim insanı onun çalışmalarından hâlâ yararlanıyor.

Yaşadığı dönemde yaptıkları dışında kendisi önemli bir fütüristti. Akıllı telefonların yanı sıra geleceğe dair birçok öngörüsü oldu. O öldükten yıllar sonra yaşamımıza giren kablosuz internet bağlantısına dair insanlığa daha 1926 yılından “spoiler” veriyordu.

1898’de, henüz 21. yüzyılda dahi tam olarak hayata geçememiş bir teknoloji olan kendi kendine sürüş yapan otomobilleri önermişti.

Tesla’nın öngörüleriyle yaşadığı çağın ötesinde bir bilim insanı olduğunu söylemek mümkün. Çalışmaları sayesinde, elektrik akımı başta olmak üzere birçok konuda hem kendi dönemine hem de geleceğe yön verdiği söylenebilir.

Ancak Tesla’nın yaşamının son yılları tüm bu çalışmaların dışında, sefalet içinde geçti. Tesla bir otel oldasında kalp yetmezliği sebebiyle 7 Ocak 1943’te hayatını kaybetti.

Makale: Nikola Tesla 1926 yılında akıllı telefonları tahmin etti mi? - Teyit

7 Eylül 2024 Cumartesi

Bir Tanrı Olmadığında Ne Olur!

Çocuklar kendilerini ebeveynlerinin yanında mutlu hissederler. Kendilerini güvende hissederler. Her durumda ebeveynlerinin kendilerini koruyacağına inanırlar. İşte Tanrı da çoğu insan için bir babadır.

Çoğu insan duygusal olarak bir Tanrı'nın varlığına ihtiyaç duyarlar. Böylece yalnız olmadıklarını hissederler. Tanrı onları koruyacaktır. Örneğin bazı insanların başına kötü şeyler gelebilir. Tanrı sayesinde kendilerinin güvende olduklarına inanmaya devam ederler. Bu onları rahatlatır.

Başka bir olasılık ağır basarsa ne olur. Bir Tanrı olmadığında ne olur! Bu insanlar Tanrı'nın olmadığını kabul edemezler. Belki küçük bir azınlık kabul edebilir. Ama bu iyi bir sonuç vermez. Çok büyük bir hayal kırıklığı yaşarlar. Çünkü artık güvenebilecekleri bir baba yoktur. Artık yalnızlardır. Bu onları duygusal olarak çok zorlayacaktır!

Bazı bilim insanları büyük bir gayretle evrenin aslında kendi başına işlediğini anlatmaya çalışmaktadırlar. Örneğin Richard Dawkins bu konuda kitaplar yazmıştır. Ama bu kadar çabaya gerek yoktur. Zaten işe yaramayacaktır! Çünkü çoğu insan nasıl bir kanıt sunulsa bile kabul etmek istemeyecektir. İnsanlar duygusal canlılardır. İnsanlar her zaman en mantıklı seçimi yapmaz. Tüm bilimsel ayrıntıları bilmek zorunda değillerdir!

Güçlü dindarlar bu hayatta mutludurlar! Çünkü her durumda tutunabilecekleri bir Tanrı'ya sahiptirler. “Bir şeyler ters gittiğinde, Tanrı’ya veya karmaya ya da sevgi dolu bir evrene inananların strese girmeleri için daha az nedeni vardır çünkü sonuçta olumlu bir güç daha büyük resimle ilgilenmektedir. Gerçekten de pek çok araştırma, güçlü dindarlıkla refah duygusu arasında bağlantı kurmuştur.” şeklinde yazmıştır Dan Ariely kitabı Yanlış İnanışlar'da. Elbette bu Tanrı'dan kopmak istemeyeceklerdir.

6 Eylül 2024 Cuma

Komplo Teorileri Eğlencelidir

...Birincisi; kötü insanlar, kötü niyetler ve ilgi çekici komplolar ilginç hikâyeler için harika bir başlangıç noktasıdır. Gerçekler nadiren kurgular kadar eğlenceli olur. Oliver Stone’un JFK filmini izlemeniz yeterli; bu film, tarihsel kanıtları şüpheli olmasına rağmen, dramatize edilen teorilere inanmak istememize neden olan etkileyici bir dramdır.
...

Eğlence demişken, yanlış bilginin zorlu yönlerinden biri de pasif şekilde tükettiğimiz bir kitap ya da filmden çok, içinde yer aldığımız bir oyun olmasıdır. Aslında bu, onun en baştan çıkarıcı ve gözden kaçan özelliklerinden biridir: Yanlış inanış, zekice kurgulanmış alternatif dünyalarına derinlemesine dalanlar için son derece ilgi çekici ve hatta eğlencelidir. Oyun endüstrisinde çalışan kişiler, QAnon gibi bir komplo teorisinin yapısıyla, popüler alternatif gerçeklik oyunlarının yapısı arasında çarpıcı paralellikler kurmuştur. Clive Thompson, Wired’daki yazısında QAnon’un üstü kapalı ipuçları, gizli mesajları ve gizli platformlarıyla “bağımlılık yaratacak derecede katılımcı” olduğunu yazdı. “...QAnon sürüsüne ait olmak, kendini bir gizemi çözerken gören devasa bir kitle kaynak projesinin parçası olmak demektir.” Heyecanlı, enerji verici ve yaratıcı. İnsanlar bilgiyi sadece özümsemekle kalmıyor, ona katkıda bulunuyor ve kendi içeriklerini üretiyorlar.
...

Ancak ne yazık ki konu yanlış inanış olduğunda, gerçekle sanal arasındaki ayrım tehlikeli bir şekilde bulanıklaşmaktadır. Eğer yanlış inanışlılar sadece özel sohbet odalarında kendilerini eğlendiriyor olsalardı, belki de faaliyetleri Dungeons & Dragons veya Grand Theft Auto oynayan insanlardan daha zararlı olmazdı. Ancak paralellik burada bozuluyor. Birileri “büyük değişimde” beyazların sayıca üstün olmasını engellemek için siyahları vurmaya başlayana; toplu katliamların silahları ellerinden almak için kurgulanmış bir aldatmaca olduğunu düşündükleri için toplu katliam kurbanlarının acılı ailelerini taciz edene ya da oyların çalındığına inandıkları bir seçimi bozmak için ABD Kongre Binasını basana kadar her şey eğlence ve oyundan ibarettir. Kamuya açık şiddet eylemlerinde bulunmayanlar bile gerçek dünyada, gerçek insanlara karşı sonuçları eğlenceli olmayan küçük eylemlerde bulunuyor olabilir.

Derlenen Alıntılar: Yanlış İnanışlar - Dan Ariely

29 Ağustos 2024 Perşembe

Dünyayı Aslında Bir Avuç Elit Yönetiyor!

Eğer siz olağandışı zorluklar yaşıyorsanız, bir başkası kolaylıkla sıyrılıyor demektir. Eğer siz kontrolden yoksunsanız, bir başkası her şeyi kontrol ediyor olmalıdır. Belirsiz ve karanlık “elitler” tüm bu öfke için uygun bir hedeftir. Neden bu kadar cazipler? Hayatımızı çekilmez hâle getirme gücüne sahip biri varsa, bu büyük olasılıkla onlardır. (Başka kim olabilir ki?) Bize uzak ve biraz da yabancı olanlar. (Gerçekten kaç elit tanıyoruz? Akşam yemeğinde ne yiyorlar? İlişkilerini nasıl yönetiyorlar?)

Aynı zamanda tanıdıktırlar ve onlar hakkında ortak bilgiye sahibizdir (bazılarını ismen veya resimlerinden tanırız; yaşamları ve çalışmaları hakkında birkaç ayrıntı öğrenmişizdir). Tüm bu faktörlerin bir araya gelmesi “elitleri” komplo teorileri için son derece tatmin edici bir hedef haline getiriyor.

Elbette, eğer bu sözde elitlerle zaman geçirdiyseniz, dünyayı kontrol ettikleri varsayımındaki en büyük kusuru çabucak keşfedebilirsiniz: yani, genellikle herhangi bir şeyi organize etmekte pek de iyi olmadıklarını. Davos’taki Dünya Ekonomik Forumuna birçok kez katılma şerefine nail oldum. Burası seçkinlerin kalesidir ve sayısız komplo teorisinin hedefidir. Eminim bu, pek çok kişide benim kötü adam kimliğimi parlatmıştır. Bu toplantılardan öğrendiğim şey, bu kişilerin milyarlarca insanı kandırmak ve manipüle etmek için geniş ve karmaşık bir komplo düzenlemek bir yana, ilginç bir konferans bile düzenleyemedikleridir. Yanlış inanışlılarla tamamen hemfikir olduğum bir nokta, onların abartılı partilerinin, herkesin kendini zor durumda bırakılmış hissetmesine neden olabileceğidir.

Alıntı: Yanlış İnanışlar - Dan Ariely

27 Ağustos 2024 Salı

Siyasette Kullanılan Yanlış Bilgiler – Sosyoloji

(İnsanlar karşı siyasi görüşte olan insanların kandırıldığını düşünürler. Kendileriyse doğruyu bilmektedirler. Kendi siyasi görüşüne yakın olan medya mensuplarına güvenirler. Ama durum biraz daha farklıdır. Kendi siyasi görüşüne yakın insanlar da yanlış bilgiler yayabilmektedir. Aslında "yanlış bilgiyi" her türlü siyasi görüş destekçilerinin de kullandığı gözlenmektedir. 

Yanlış bilgi sorununu bizden farklı siyasi görüşe sahip insanlara yüklemek ve bizimle aynı siyasi görüşü paylaşan kişileri, büyük bir titizlikle gerçeklere inanan kişiler olarak görmek kolaydır. Ancak bu son derece yanlıştır. Yanlış inanış sadece sağın ya da solun sorunu değildir; bu insanla ilgili bir sorundur.

Araştırmalar hem liberallerin hem de muhafazakârların, her zaman eşit olmasa da yanlış bilgileri tükettiğini ve yaydığını; tüm siyasi partilerin özellikle uç kanatlarının duyarlı olduğunu ortaya koymuştur. İlginç şekilde, yanlış inanışları sonuna kadar takip ederseniz, bazen dönüp dolaşıp ortada buluştuklarını ve günümüzün anti-aşı hareketi hatta modern tıptan kaçınan aşırı ilerici hippilerin kendilerini hükümete güvenmeyen aşırı muhafazakârlarla aynı hizada bulduğu QAnon gibi garip ittifaklar kurduklarını görürsünüz.
...

Bir de siyasi gündemini desteklemek için yanlış bilgiyi kullananlar vardır. 2017’de Amerikalı liberaller, polisin Standing Rock’taki bir protestocu kampını basıp yaktığına dair sahte bir haberi yaygın şekilde paylaştı. Haberin doğruluk payı olmadığı ve hatta habere eşlik eden fotoğrafın da anlatılan olaylarla ilgisi olmadığı ortaya çıktı. Ancak bu haber, Donald Trump’ın başkan seçilmesinin şiddet yanlısı bir otoriterliğe doğru gidişin başlangıcı olduğuna inanan sol kesimin korkularını daha da alevlendirdi. Ve elbette aynı şey, siyasi koridorun diğer tarafında da yaşanıyor. Cumhuriyetçilerin, adayları her kaybettiğinde seçim sürecine olan güveni sarsmak amacıyla seçmen sahtekârlığına dair yalan haberler yayması, pek çok örnekten sadece biridir. Bazen yanlış bilgi, yanlış bilginin çok ileri götürülmesinin sonuçlarını örtbas etmek için de kullanılır. Popüler sağcı komplo teorilerinden esinlenen bir saldırgan 2022’de Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi’nin evine girip kocası Paul Pelosi’ye çekiçle saldırdığında, sağcı milletvekilleri ve uzmanların, saldırganın aslında eşcinsel bir fahişe ya da bir kriz aktörü olduğu söylentilerini yaymaya başlaması sadece saatler aldı.

Derlenen Alıntılar: Yanlış İnanışlar - Dan Ariely

Güvensizlik – Sosyoloji

Yanlış inanış sürecine güven merceğinden bakmak, kişinin odaklandığı yanlış inanış konusunda (örneğin 2020 ABD başkanlık seçimlerinde oyların çalındığı ya da John F. Kennedy suikastının bir CIA komplosu olduğu gibi) nasıl daha da derine battığına önemli bir ışık tutuyor. Ayrıca, yanlış inanışların neden diğer yanlış inanışları hatta birbiriyle bağlantısız görünenleri bile çektiğini anlamamıza yardımcı oluyor. Neden bir yanlış inanışı benimseyenler diğerlerini de benimsemeye meyillidir? Güvensizlik yüzünden! Yanlış inanışların neden biriktiğini, yanlış inanışın güven kaybıyla geliştiğini fark ettiğimizde anlarız. Bir kuruma güvenmemeye başladığımızda, diğerine güvenmemek daha da kolaylaşır. Aslında, belki de hemen tüm kurumların aynı olduğunu varsayabiliriz: yozlaşmış, açgözlü ve kötü niyetli. Eğer ilaç şirketleri bizi daha da hasta etmeye ve hatta öldürmeye çalışıyorsa, onları düzenleyen hükümetler için ne düşünülür? Belki de hepsi işbirliği içindedir. Ve eğer hükümetler ilaç şirketlerinin yaptıklarını görmezden geliyorlarsa, başka kötü şeyler de yapabilirler. Irak’a savaş açmayı meşrulaştırmak için kendi vatandaşlarına saldırı düzenleyeceklerini düşünmek çok mu zor? Vietnam’da savaşı tırmandırmak isteyen savaş kışkırtıcısı bir hükümetin Başkan Kennedy suikastının arkasında olabileceği akla yatkın değil mi? Bu şekilde A, B’yi; B, C’yi doğurur ve COVID-19 komplo teorileri 11 Eylül komplo teorilerine ve John F. Kennedy suikastıyla ilgili komplo teorilerine yol açar. Ortak nokta güvensizliktir.

Güvensizlik güvensizliği doğurur ve yanlış bilgi ağının bu kadar çok beklenmedik bağlantı noktasına sahip olmasının nedeni de kısmen budur.

Alıntı: Yanlış İnanışlar - Dan Ariely

25 Ağustos 2024 Pazar

Maymun Çiçeği Virüsü Tehlikeli mi!

Teyit’in ulaştığı Virolog Dr. Semih Tareen’e göre bu paniğin en önemli nedeni medyanın magazinsel dili ile kolayca yaygınlaşan komplo teorileri ve safsatalar. Özellikle daha fazla tık almak için atılan sansasyonel haber başlıklarının toplumu paniğe sürüklediğini söyleyen Tareen, büyük bir endişeye gerek olmadığını söylüyor.

Peki bu hastalık yeni bir pandemi getirir mi?

Teyit’in ulaştığı uzmanlara göre gerekli önlemler hızlıca alındığı takdirde, hayır. Maymun çiçeği virüsü, Covid-19 kadar hızlı yayılmıyor ve onun kadar ölümcül değil.

Prof. Dr. Serap Şimşek Yavuz ana bulaşma yollarının koronavirüsten farklı olduğuna dikkat çekiyor. Koronavirüs solunum yoluyla bulaşan bir virüsken maymun çiçeği virüsü çoğunlukla yakın temas ile bulaşıyor. Bu da maymun çiçeği virüsünün koronavirüse göre çok daha yavaş yayılması ve daha kolay kontrol altına alınabilmesi anlamına geliyor.

Alıntı: Maymun çiçeği virüsü hakkında neler biliniyor? - Teyit

23 Ağustos 2024 Cuma

COVID-19'un Arkasında Şeytani Amaçlar mı Vardı! - Sosyoloji

Sharon’ın bana gönderdiği bağlantılar, beni “COVID-19 sahtekârlığının” “baş bilinç mühendisi” ve sözde Ajanda 21 komplosunun lideri olarak gösteren çok sayıda web sitesine yönlendirdi. Bu paralel evrende, İlluminati’den arkadaşlarım ve ben Bill Gates’le işbirliği içindeydik ve kadınlara onları kısırlaştıracak ve dünya nüfusunu azaltacak bir aşı enjekte etmek için şeytani bir plan tasarlarken, aynı zamanda iktidardakilerin (iddiaya göre ben de dahil Bill ve İlluminati) dünyadaki herkesin hareketlerinin takip edilmesini sağlayacak uluslararası bir aşı pasaport sistemi oluşturuyorduk. İnternet üzerinden katkıda bulunan pek çok kişi bu fikirleri daha da ileri götürerek vatandaşlarını kontrol ve manipüle etmek için birden fazla hükümetle işbirliği yaptığımı iddia ediyordu.

Ne düşüneceğimi bilemedim. Okumaya devam ettikçe kendi kendime gülmeye başladım. Çünkü saçmaydı ve merak ediyorsanız söyleyeyim, tamamen yanlıştı. Bill Gates’le esas bağlantım, birkaç yıl önce Bill & Melinda Gates Vakfı ile Afrika’da erken çocukluk dönemi beslenmesi üzerine yaptığım kısa bir çalışmaydı. Kesinlikle İlluminati’nin saflarına katılmadım (ve istesem bile bunu nasıl yapacağım konusunda hiçbir fikrim yok). Henüz hiçbir COVID-19 aşısı onaylanmamıştı ve ben de bir aşı geliştirme çalışmasında yer almamıştım. Hükümetlere tavsiyelerde bulunmaya gelince, bunu kısmen yaptım ancak tavsiyelerim pandemi kısıtlamalarına uymayı ve maske takmayı teşvik etmek; mali yardımları daha etkili şekilde dağıtmak; eğitimciler ve öğrencilerin motivasyonunu artırmak ve aile içi şiddeti azaltmak için çalışmak gibi konularla sınırlıydı.
...

(Sara'ya telefon eder.)

Kendimi tanıttıktan sonra ona durumu açıklığa kavuşturmak istediğimi ve bana istediği her şeyi sorabileceğini söyledim. İlk soruları beni şaşırttı. Bana olan bitene dair görüşlerimi sordu. COVID-19 hakkında konuşmaya başladığımda beni hemen durdurdu.

Hayır, hayır, hayır, COVID-19’un Ajanda 21 ve küreselcilerle nasıl uyumlu olduğu hakkında ne biliyorsunuz?”

Ajanda 21’in ne olduğunu bile bilmiyorum” diye yanıtladım, “ve küreselcilerden ne kastettiğinizi de bilmiyorum.”

Bana masum rolü yapmayın” diye karşılık verdi. “Kim olduğunuzu ve ne yaptığınızı biliyorum.”

Sonra konuyu değiştirdi ve başka hükümetlerle hangi projeler üzerinde çalıştığımı öğrenmek istedi. O sırada İsrail hükümetiyle ve İngiliz, Hollanda ve Brezilya hükümetleriyle COVID-19’la ilgili projeler üzerine oldukça yoğun şekilde çalışıyordum. Sara’nın ısrarlı soruları karşısında kendimi sanki yargılanıyormuşum ve o da savcıymış gibi hissettim. Ona polisin, faydalı maske takma davranışını ve sosyal mesafeye uymayı teşvik etmek için para cezaları yerine ödülleri kullanmasını sağlamaya çalıştığımı söyledim. Ayrıca okullarda uzaktan eğitimin nasıl etkili şekilde yürütülebileceği üzerinde çalışıyordum ve hükümetlerin işyerini kapatmak zorunda kalanlara ne tür bir mali destek vermesi gerektiğini belirlemeye çalışıyordum.

Sara, bunların hiçbirine inanmadı. Bir an bile. “Ya torunlara büyükanne ve büyükbabalarını görmemelerini söyleyerek aileleri parçalamak? Yalnızlığı ve stresi artırarak daha fazla ölüme yol açmak? Çocukları beyinlerine giden oksijen miktarını azaltan maskeler takmaya zorlamak?”

Tüm bu suçlamaları reddetmek için yaptığım zayıf girişimlerin hiçbir etkisi olmadı.

(Peki bu inanç nasıl yayıldı.)

Yaygın olarak paylaşılan bir başka “kanıt” da bir zamanlar katıldığım bir TV programından bir kesitti. Aşılarla ilgili konularda Bill Gates’le birlikte çalıştığımı belirtiyordum. Ancak klibi yakından incelerseniz, cümlede küçük bir hata olduğunu fark edersiniz çünkü video editörleri Gates Vakfı ile Afrika’da açlık ve erken çocukluk dönemi beslenmesi üzerine yaptığımız projeden bahsettiğim bir cümleyi almış ve aşılardan bahsettiğim başka bir cümleyle birleştirmişti. Ve voilà: Profesör Dan Ariely aşılar konusunda Bill Gates’le birlikte çalıştığını itiraf ediyor.

Videoların kurgulanarak, kasıtlı biçimde bağlamdan koparıldığı ve kelimelerin ağzıma tıkıldığı düşünüldüğünde, tüm bunların arkasında kötü niyetli birilerinin olması gerektiği sonucuna varmamı bekleyebilirsiniz. Ancak şeytani bir düşman ihtimali aklımdan geçse de bu fikri çabucak bir kenara bıraktım. İlk olarak, videolarda yapılan düzenlemeler yüksek kalitede değildi. İkincisi, neden birileri benim peşime düşmek istesin ki? Sıfır egolu olduğumdan değil ancak birilerinin beni alaşağı etmek için enerji harcamasını gerektirecek kadar önemli olduğumu düşünmek benim için zordu. Benim tahminim, videoların arkasındaki kişilerin, en azından kendi zihinlerinde, düzenlenmemiş bilgi parçalarına rastladığında noktaları birleştiren, kendi sonuçlarını çıkaran ve bunlara güvenen, diğer insanlar için bağlantıları vurgulamak amacıyla ilgili parçaları bir araya getiren ve daha sonra onların ışığı görmelerine yardımcı olmak için çalışmalarını yayan iyi niyetli kişiler olduğuydu. Elbette, beğeni ve yorumlarla sosyal medyada itibar kazanmak hem çabalarının büyük bir artısı hem de devam etmeleri için bir motivasyon kaynağı oluyordu.

Derlenen Alıntılar: Yanlış İnanışlar - Dan Ariely

22 Ağustos 2024 Perşembe

Adım Adım Bilinçli Makine Olmak - Teknoloji

Biyolojik mühendislik alanındaki son gelişmeler, insan sinir sisteminin bir kısmının, beyinle her iki yönde de bağlantılı protez uzuvlar şeklinde işlevsel olarak restore edilmesini mümkün kıldı. Böylece ince motor kontrolü ve propriyosepsiyon (uzuv pozisyonunun sezgisel bilgisini) sağlayıp, fantom uzuv algısının azaltılmasını mümkün kıldı. Bu teknoloji henüz ilk aşamalarında olmakla birlikte, insan sinir sisteminin bazı bölümlerinin silikon gibi yarı iletken malzemeler kullanılarak restore edilebileceği fikrinin deneysel kanıtını şimdiden sunmaktadır. Bu ve insan-makine sinir arayüzü üzerine devam eden ilgili araştırmaların gelecekte daha fazla ilerleme sağlayacağını ve böylece sinir sisteminin daha fazla parçasının yine silikon gibi malzemeler kullanılarak restore edilebileceğini veya değiştirilebileceğini beklemek mantıklı duruyor. Gelecekte, dörde bölünmüş bir ampute, dokunsal algı, propriyosepsiyon, termo algı ve benzerleri de dâhil olmak üzere tam kol ve bacak işlevselliğini yeniden kazanabilir.

Şimdi oldukça sağduyulu fikirler gibi görünen aşağıdaki üç şeyin doğru olduğunu varsayalım. Birincisi, beyin ve omurilik de dâhil olmak üzere insan sinir sistemi insan bilincinin yapıtaşıdır. Bu da insan zihninde gerçekleşen her şeyin altında sinir sistemi aktivitesinin yattığı anlamına gelir. İkinci olarak, bir bireyin bilinçli durumları normalde uzuv temelli duyusal deneyimi içerir, çünkü sinir sistemi uzuvlara kadar uzanır. Üçüncüsü, bazı ampütelerin bilinçli durumları protez uzuv temelli duyusal deneyimi içerir, çünkü yukarıdaki örnekte olduğu gibi sinir sisteminin ilgili kısımları yapay olarak restore edilmiştir. Buradan, böyle bir protez uzvun kendisinin de kısmen bireyin bilincini oluşturduğu sonucu çıkmaktadır, çünkü sinir sistemleri protez uzuvlarına uzanmaktadır. Protez bir uzvun mühendisliğine ilişkin ilgili yöntem temelde biyolojik bir nitelik taşımadığından, bir makinenin kısmen bireyin bilincini oluşturduğu sonucuna varabiliriz. Ancak bundan makinelerin bilinçli olabileceği sonucu çıkmaz. Çünkü en sonunda insani bir parça gereklidir. Şimdiye kadar ele alınan makine parçalarının sinir sistemine entegrasyonunun merkezî sinir sistemini, yani omuriliği ya da beyni değil, yalnızca çevresel sinir sistemini etkilediği gerçeği göz önüne alındığında, bu açıklama akla yatkın görünebilir. Ancak, merkezî ya da fazla merkezî olmayan parçaların değiştirilmesinin ne gibi bir fark yarattığı açık değildir. Kuşkusuz, merkezî ve çevresel sistemler arasında birçok önemli fark vardır; bir ayak elbette bir beyin değildir. Yine de belli bir soyutlama düzeyinde, sinir sisteminin merkezî ve çevresel parçaları aslında aynı türden şeylerdir (yani sinir aktivitesidir) ve bu nedenle sinir sisteminin herhangi bir parçasını değiştirmenin teorik olasılığını inkâr etmek zordur.

Tekrarlamak gerekirse, biyo-mühendislik alanındaki son gelişmelerin ardından, insan-makine sinir arayüzünün yanı sıra fiziksel sinir ağları, bellek dirençleri ve hafızaya dayalı sistemler üzerine gelecekte yapılacak araştırmaların, insan sinir sisteminin giderek daha fazla bölümünün silikon gibi malzemeler kullanılarak onarılmasını veya değiştirilmesini sağlayacağını beklemek makul görünmektedir.

Şimdi şöyle bir senaryo hayal edelim:

Bundan yüzyıl sonra, yüzyıllık istikrarlı teknolojik ilerlemelerden sonra Ayşe, henüz gençken sinir sisteminin bozulmasına neden olan bir hastalıktan mustarip olur. Ancak Ayşe, implant (nakil doku/organ) ameliyatı ihtiyaç duyduğu her an kendisine sunulabildiği için şanslıdır. Ameliyatlar arasındaki süre de sinir sisteminin yeni parçalarının – çeşitli terapi türleri ve sisteminin devam eden nöroplastisitesi (sinir esnekliği) sayesinde – başka bir parçanın değiştirilmesi gerekmeden önce her zaman düzgün bir şekilde entegre edilebileceği kadar uzundur.

Ayşe’nin bir insandan ziyade bir makine olarak kabul edilmesi için sinir sisteminin ne kadarının implantlarla değiştirilmesi gerekir? Farklı insanlar, kaçınılmaz olarak, farklı cevaplar verecektir. Bazıları Ayşe’ye makine demeden önce beyni ve omuriliği dâhil tüm sinir sisteminin, hatta tüm vücudunun değiştirilmesi gerektiğini düşünebilir. Her iki durumda da dönüştürücü ilke aynı kalmaktadır, dolayısıyla protez alanındaki son gelişmeleri insan sinir sisteminin bazı kısımlarının silikon gibi bir malzeme kullanılarak restore edilebileceğinin kanıtı olarak kabul eden herkes, bu temelde Ayşe’nin eninde sonunda bir makine haline gelebileceğini kabul edebilmelidir. Dahası, Ayşe’nin eninde sonunda tıpkı insanlar gibi (ya da en azından Ayşe’nin eskiden olduğu gibi) bilince sahip fakat bir makine haline geleceğini de kabul edebileceklerdir.

Bazıları şüphesiz Ayşe’nin kademeli dönüşümü boyunca varsayılan psikolojik sürekliliğe itiraz etmek isteyecektir. Bu tür bir itiraz, Ayşe’nin bilincinin varsayılan sürekliliğini ya da dolaylı olarak kişisel kimliğinin sürekliliğini hedef alabilir (çünkü kişisel kimliğin olmaması, bilincin varsayılan sürekliliğini de şüpheli hale getirecektir). Fakat buna itiraz edenler endişelerinin geçerliliğini kanıtlamak için işlerin nerede yanlış gidebileceğini açıklamak zorunda kalacaktır. Muhtemelen dönüşüm sürecinin önemli ölçüde daha karmaşık hale geleceği bir nokta olduğuna ve biyolojik bir beyni sentetik bir beyinle tamamen değiştirmenin nihayetinde imkânsız olabileceğine inanmaktadırlar.

Bahsedilen nakil işlemlerinde “daha fazla ilerleme kaydedilemeyecek” böyle bir noktayı keşfetmek elbette büyük bir bilimsel ilgi uyandıracaktır. Ancak oraya ulaşana kadar, en azından yeterli zaman verildiğinde ve mümkün olan en küçük adımlar atıldığında, insan sinir sisteminin farklı bir materyalin parçalarıyla değiştirilebileceğine, böylece bir insanın bilincini korurken yavaş yavaş bir makineye dönüştürülebileceğine inanmak da yeterince gerekçelendirilmiş makul bir düşüncedir.

Makalenin Tamamı: Makineler bilinç sahibi olabilir mi – Bilim ve Ütopya

Kaynak: Philosophy Now, Sayı:155, Nisan/Mayıs 2023


Beyinle uyumlu yapay uzuvlar geliştirilebildi. Beyinden sinyal alıyor ve beyine sinyal gönderiyor. Beyin bu uzuvları hissedebiliyor ve hareket ettirebiliyor. Bu, gelecekte beyindeki bazı parçaların sinir protezleriyle değiştirilebileceğini kanıtlıyor. Bu sinir protezleri bilince dahil olacaktır. Çünkü şimdiden yapay uzuvlar bilincin bir parçası olarak hissedilebiliyor.

Gelecekte şöyle bir olayın geçtiğini varsayalım. Bir birey kaza geçirir. Onun beyninin bir parçası sinir proteziyle değiştirilmek zorunda kalınır. İlerleyen zamanda bireyin beyninin başka bir parçası da sinir proteziyle değiştirilmek zorunda kalınır. Böyle adım adım devam eder. Şimdi o bireyin beyninin tamamı sinir protezlerinden oluşuyor. Gelecekte beyinin tamamı sinir protezleriyle değiştirmek mümkün olursa, bu bir şeyi daha kanıtlamış olur. O birey insan mıdır! Aslında o birey artık bir robottur. Çünkü beyninde biyolojik sinir sistemi kalmamıştır. Böylece bilinçli robotların olabileceği kanıtlanmış olur.