13 Şubat 2020 Perşembe

Demokrasinin çöküşüne kötü algoritmalar neden olmadı - Alıntı

Ön Yorum: Kullanıcı hangi konuyla ilgileniyorsa, o konuyla ilgili daha çok içerik gelir internette. Kullanıcı aşırı bir siyasi görüşle ilgileniyorsa, o siyasi görüşle ilgili daha çok içeriğe rastlar. Ama daha liberal konularla ilgileniyorsa, daha çok liberal içeriklerle karşılaşır. Ya da saçma konulara inanıyorsa, internette daha çok o saçma içeriklerle karşılaşır. Algoritmaların görevi, kullanıcıyı korumak değil; ilgilendiği içeriğe kolay erişmesini sağlamaktır. Bazı ülkelerde televizyonlardaki içerikler sansürlenmektedir, izleyiciyi korumak adına. Ama bu, çoğu izleyiciye komik gelmektedir. Algoritmaların da kullanıcının ulaşmak istediği içerikleri sansürlemesi, filtrelemesi buna benzeyecektir. İnsanlar, isterlerse önlerindeki bilginin yanlış olup olmadığını anlayabilir. Daha nitelikli bir arama yapabilir, yine aynı algoritmaların sağladığı olanakları kullanarak. İlginç bir makale olduğundan burada yayınlanıyor...


Elli yıldır Amerika’nın uyuşturucuya karşı olan savaşı, madde bağımlılığı artışının, özünde tedarik sorunu olduğu düşüncesiyle yönlendiriliyordu. Dolayısıyla buna karşı çözüm de uyuşturucu üretimi ve dağıtımını kısıtlamak, kartelleri dağıtmak, kaçakçılık rotalarını yok etmek, satıcıları tutuklamak oldu. Tahmin edilebileceği üzere bu yaklaşım, bitmek bilmeyen bir ‘önüne çıkanı ez’ oyununa dönüştü.

Çevrimiçi yanlış bilgi paniği de 2016’dan bu yana benzer bir düşünceyle yönlendiriliyor. Bu görüşe dayanan tartışmalar ise artık aşina olduğumuz, hatta neredeyse oldukça olağan bir hale geldi. Buna dair son zamanlarda karşılaştığımız bir örnek ise komedyen Sacha Baron Cohen’in Kasım ayında yaptığı konuşmaydı:

Bugün dünya çapında, demagoglar en olumsuz içgüdülerimize hitap ediyor. Bir zamanlar sınırda görülen komplo teorileri ana akım haline geliyor. Sanki Aydınlanma Çağı, kanıtsal argüman dönemi sona eriyor, bilginin meşruiyeti giderek daha da azalıyor ve bilimsel fikir birliği reddediliyormuş gibi. Ortak gerçeklere bağlı demokrasi geri çekiliyor ve ortak yalanlara bağlı otokrasi yürüyüşe geçiyor.”

Baron Cohen’in dediği üzere, bu eğilimin arkasındaki şey “oldukça açık”: “Bütün bu nefret ve şiddet, tarihin en büyük propaganda makinesine sahip bir avuç internet şirketi tarafından kolaylaştırılıyor.”

Uyuşturucuya karşı olan savaşta da olduğu gibi, buradaki “zanlılar” da aracılar. Yani sosyal medya şirketleri ve akıl dışı içeriğin yayılmasını sağlayan algoritmalar. İnternette içerikleri ortaya çıkaran kişiler haşhaş veya koka bitkisi yetiştiren köylüler gibi tam olarak suçsuz değiller elbette ama paylaşımlarıyla başkaları tarafından tasarlanan güdüleri yansıtıyorlar. Asıl karteller Facebook, Google ve Twitter.

Peki ya kullanıcılar? Teknoloji yatırımcısı ve eleştirmeni Roger McNamee’nin belirttiği üzere, kullanıcılar çevrimiçi davranışlarını “farkında olmadan” yürütüyor ve sosyal medya platformları da bu davranışın yayılmasını sağlıyor. Teknoloji eleştirmenleri bu konuda çeşitli çözümler sunuyor: platformları tamamen parçalamak, kullanıcıları paylaştığı içeriklerden sorumlu tutmak veya içerikleri doğruluk değerine göre elemek.

Aslında ortaya çıkan tablonun neden bu kadar çekici olduğunu anlamak gayet kolay. Büyük sosyal medya şirketleri ihtişamlı bir güce sahip; algoritmaları anlaşılamıyor ve kamusal alanın dinamiklerini tam olarak anlayamıyorlar. Bunun yanı sıra yaygın ve ciddi eleştirilere verdikleri cevaplar ise gösterişli ve aşırı yapmacık olabiliyor. Örneğin Mark Zuckerberg, Ekim ayında Georgetown Üniversitesinde yaptığı konuşmada şöyle demişti: “İnsanların, teknoloji platformlarının merkezi güce sahip olmalarına dair endişelerini anlıyorum ama bence asıl olay bu platformların, gücü dağıtarak doğrudan insanlara vermesi. Bugün buradayım çünkü ifade özgürlüğünü savunmaya devam etmemiz gerektiğine inanıyorum.”

Bu şirketler hızla yayılan içeriklerin mali çıkarları hakkında açık konuşsaydı en azından dürüst görünürlerdi; kendilerini ifade özgürlüğü diyerek savunduklarında haliyle kötü niyetli suçlamalara açık hale geliyorlar.

Ancak bu şirketlerin, özellikle de Facebook’un, ifade özgürlüğü hakkında konuşmasının nedeni, yalnızca yanlış bilginin artmasındaki ekonomik çıkarlarını gizlemek değil. Bu aynı zamanda, platformlarındaki kusurun kullanıcılardan kaynaklandığını söylemenin kibar bir yolu. Facebook her zaman kendini tarafsız bir altyapı olarak gösteriyor; insanlar istediği içeriği paylaşabiliyor ve istediğine erişebiliyor. Zuckerberg “ifade özgürlüğü”nden bahsederken, arz edilen içeriğin, talep miktarını araştırma özgürlüğünün bulunduğu bir pazarı dile getiriyor. İma ederek söylediği şeyse partizan propaganda sorununun bir arz sorunu değil, talep sorunu olduğu; derinden gelen o yaygın arzunun dışavurumu.

Bu can sıkıcı bir savunma olabilir ancak karşı çıkılmayacak kadar önemsiz bir argüman da değil. Geçtiğimiz birkaç yıl içinde Facebook, YouTube ve Twitter’ın bir şekilde yarattığı ve hepimizin tepkisini çeken yeni düzenlemelerinin veya algoritma reformların “kanıtsal argüman” dönemini geri getirebileceğine dair önerme incelendiği zaman bunun geçersiz olduğu ortaya çıkıyor. 2016 seçimlerinin hemen sonrasında Makedonyalı gençler ve Rusya’nın İnternet Araştırma Ajansı tarafından yayılan “sahte haberler” sosyal medyanın demokrasiyi çarpıtmasının sembolü haline geldi. Bir yıl sonra ise Harvard Üniversitesi Berkman Klein Merkezindeki araştırmacılar, sahte haberlerin “büyük ölçeğe bakıldığında oldukça küçük bir rol oynadığı” sonucuna vardı. Kanada, Fransa ve ABD’deki akademisyenler tarafından yapılan yeni bir çalışma, çevrimiçi medya kullanımının ABD’deki sağcı popülizme olan desteği azalttığını gösteriyor. Başka bir çalışmada, çoğu aşırı sağ ile ilişkili olan 330 bin YouTube videosu incelendi ve aşırı taraflı içeriklerin önerilere çıkarılmasından tamamen YouTube’un sorumlu tutan “algoritma radikalizasyonu” teorisine dair çok az kanıt bulunabildi.

Sonuç olarak teknoloji şirketlerinin, ifade özgürlüğü konusunda soyut argümanları tercih etmesi için yeterli sebepleri var. Kendilerini açıklarken klasik liberalizm söylemini benimsemeyi seçiyorlar. Bu, liberal eleştirmenleri tatsız bir duruma sokuyor: Bazı kesimlerin kendi taleplerinden korunması gerektiğini iddia etmek kabul edilemez bir şekilde küçümseyici bir tavır. Bu taleplerin doğruluğunu sorgulamak ve bu insanların arzularının gerçekten kendi arzuları olmadığını söylemek daha da kötü. Eleştirmenler, iyi insanların neden kötü şeyler talep ettiğini açıklayabilmek için “suni kitle oluşturma” gibi fikirlere itimat etmeli.

Kurumsal suçlama, gözleme dayalı olmaktan ziyade amaca daha uygun. Milyarlarca kullanıcının tercihlerini ele almaktansa bir avuç şirkete karşı kullanabileceğimiz kozları düşünmek çok daha kolay. Teknoloji eleştirmenlerinin de, şirketlerin yaptığı gibi, insanların isteklerini ciddiye almaları bazen zor gibi görünse de elbette daha iyi bir çözüm olur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder