Açıklama: On sekizinci yüzyılın
Avrupa'sını kasıp kavuran bir makine vardı. Satranç oynayan bir
makine. Gösterilere çıkarılırdı. Çoğu insanı yenerdi. Bu
makine Türk'tü! Oldukça gizemliydi. İnsanları hayran bırakırdı.
İnsanların çoğu makinelerin mantık yürütemeyeceğine inanırdı.
Hiçbir makine kendi kendine satranç oynayamazdı yani. Bu “yalnızca
akıl bölgesinde, yani beyin gücüyle” olabilirdi çünkü.
İnsanlar, onun mantık yürütebildiğini kabullenemez, ama nasıl
çalıştığını da bir türlü anlayamazdı.
***
...Willis tüm bu noktaları göz
önünde bulundurarak, oyuncunun dolaba sol taraftan girdiğine ve
ayaklarım çekmecenin gerisindeki boşluğa uzatarak mekanizmanın
arka tarafına oturduğuna karar vermişti. Oyuncu daha sonra ana
bölmenin gerisindeki sahte arkalığı katlıyor, böylece kapaklar
açılıp mekanizma gösterilirken ve içerisi aydınlatılırken
kendisine öne eğilecek yeri açıyordu. Mekanizmanın arkasındaki
kapak kapatılıp öndeki çekmece açıldığında, oyuncu ana
bölmenin sahte arkalığını kaldırıp dik oturabiliyordu. Bu
aşamada Willis'in deyimiyle, "deneme başarıyla sonuçlanmış
kabul edilebilir. Sır artık tehlikede değildir." Ön kapak
mekanizma görülecek şekilde rahatlıkla açık bırakılabilir,
neredeyse boş olan ana bölmenin kapakları da açılabilirdi. Dolap
kendi çevresinde döndürülebilir ve Türk fıgürünün içini
gösteren kapaklar da açılabilirdi.
Tüm kapaklar kapatıldıktan sonra
Willis'e göre oyuncu, satranç oyunu için en uygun pozisyonu
alabilirdi. Türk'ün göğsündeki boşluğa doğru kayıp yerleşen
oyuncu, onun yeleğinin içinden, "sanki bir tül perde
gerisinden" bakar gibi rahatça oyun tahtasını görebilirdi.
Kendi sol kolunu, Willis'in içinin boş olduğunu varsaydığı
Türk'ün göğsünden geçirip sol kolunun içine kaydırarak
otomatın elini hareket ettiriyordu. Elini "satranç tahtasının
herhangi bir yerine götürebilir ve parmakları oynatan bir tel
yardımıyla da taşları kaldırıp yerlerine koyabilirdi. Sağ eli
dolabın üzerinde durduğundan, aletin oyun sırasında duyulan
sesleri çıkarmasını, başını sallamak ve dolaba vurmak gibi
diğer numaraları yapmasını sağlayan aksamı çalıştırıyor
olabilirdi. Willis'e göre, Türk'ün elinde tuttuğu uzun pipo
sol kolunu, oyuncunun eli rahatça içine yerleşecek ama garip bir
görüntü oluşturmayacak biçimde şekillendirme amacını
taşıyordu. "Bu anlatılan yöntem basit, mantıklı ve
etkilidir; bu icadın makinelerin yardımı olmaksızın üretilmiş
olabileceğini göstermekte, yani otomatın gerçekte üçüncü
sınıfa dahil olduğu olasılığını ortaya koymakta, tek dahiyane
noktasını ise, canlı bir oyuncunun gizlenmesinde yararlanılan
ustaca yöntem oluşturmaktadır," diyerek sözlerini
tamamlıyordu Willis.
Willis'in teorisi, daha önce Türk'ün
sırrını ortaya çıkarma çabalarının hiçbirinde rastlanmadığı
kadar kendi içinde tutarlı ve inandırıcıydı. Kitapçığın
yayınlanmasından birkaç hafta sonra yazarının Willis olduğu
ortaya çıktı. O zamanlar sadece 21 yaşında olan Willis, daha
sonra Cambridge Üniversitesi'nde akademik kariyer yapacak ve 1837
yılında aynı üniversitede Uygulamalı Mekanik profesörü
olacaktı. Bir biyografa göre; "marangozluk konusundaki pratik
bilgisi, yaratıcı dehası ve kolay anlaşılır ifade yeteneği onu
son derece başarılı bir profesör yapmış, derslerinin hep dolu
geçmesini sağlamıştı." Yetenekli bir eğitmen olmasının
yanı sıra, mekanik teorisine katkılarda bulunmuş, ilerleyen
yaşlarında ise mimarlık ve arkeoloji alanlarında da otorite
konumuna gelmişti.
Willis, Türk'ün çalışma
mekanizmasını açıklarken göz önünde tutulması gereken
şeylerden birinin, "Bay Kempelen'in yetenekleri. . ."
olduğunu özellikle vurgulamıştı; bu yetenekleri zaten uzun zaman
önce halkın takdirini kazanmıştı; gerçekten de kendisinin sahip
olduğu yetenek ve deha, normalden daha fazla olmalı ki böyle bir
makineyi hayal edebilmiş ve gerçekleştirebilmiştir."
Daha önce yine böyle bir gizlenen oyuncu teorisini ortaya atan
Thickness'in öfkesinin ve kopardığı gürültünün aksine, Willis
Türk'ü açığa çıkarılacak bir sahtekarlık olarak değil,
çözülmesi gereken bir bilmece gibi ele alıyordu. Kempelen ve
Maelzel ile paylaştığı ortak noktalar, daha sonraki yıllarda
gerçekleştireceği konuşma mekanizması alanındaki araştırmalarda
da kendini gösterecekti. İzleyen yıllarda Kempelen'in konuşma
makinesini yeniden yapıp geliştirilmesini sağlayacaktı.
Willis'in savının ana fikri, ne
denli karmaşık olursa olsun hiçbir makinenin satranç
oynayamayacağı idi. Bunun, yalnızca akıl bölgesinde, yani beyin
gücüyle" olabileceğini söylüyordu Willis. Ama tam da
Willis'in kitapçığı piyasaya sürüldüğü sıralarda, bir başka
İngiliz tam aksi bir teoriyle ortaya çıkıverdi. Bir makinenin
mantık yürütebileceğini savunan bu kişi, bilgisayarın
öncülerinden Charles Babbage'dı.
Babbage'ın makinelere olan ilgisi,
yirmi yıl önce Merlin'in atölyesini ziyaretinden beri hiç
azalmamıştı. Willis'den yedi yaş büyüktü ve Cambridge
Üniversitesi'nden mezun olmuştu bile. 1812 yılında, daha henüz
bir öğrenciyken karmaşık matematik problemlerinin mekanik olarak
çözümüyle uğraşmıştı. Anılarında, "Bir gün
Cambridge'deki Analitik Kulübü'nde oturmuş, başım öne düşmüş,
hayallere dalmıştım; yanımda da bir logaritma cetveli açık
duruyordu.” diye yazmıştı. “Beni Öyle yarı uyur vaziyette
gören üyelerden” biri, 'Hey Babbage, ne hayaller görüyorsun
bakalım? diye seslendi. Ben de logaritmaları göstererek, 'Bu
cetvelin makineyle hesaplanabileceğini' diye cevap verdim." Ama
Babbage büyük matematikçi Pierre-Simon Laplace'ı ziyaret için
Paris'e gidene dek bu konu üzerinde ciddi olarak kafa yormayacaktı.
Mekanik Türk
***
Sonunda Türk'un nasıl çalıştığını
biri çözdü. Ve evet, onun da motivasyon kaynağı makinelerin
mantık yürütemeyeceğiydi. Willis, çok değişik olduğu sanılan
bazı şeylerin, aslında basit gerçeklerinin olabileceğine de bir
örnek vermiş olur. Türk sadece bir gösteriydi. Yine de, kendi
kendine çalışmasının imkansız olacağına inanılan bazı
şeyler, bir dönem sonra gayet mümkün olabilir şeyler olduğu
anlaşılır. Yani tam da o döneme denk gelen Charles Babbage sayesinde
bu inanç da değişmek üzereydi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder