Aynı şey, beyne gelen elektrik
sinyalleri için de geçerlidir: Bunlar önceden yoksun oldukları
anlamı sonradan kazanır. Siz bu sözcüklerin anlamını anında
nasıl “görüyorsanız”, beyniniz de kendisini hedef alan
elektriksel ve kimyasal sinyaller bombardımanını tıpkı öyle,
karla kaplı çam ağaçları arasından koşarak giden bir atı
gördüğü gibi “görür”. Mike May’in beynine ulaşan nöral
harfler ise hâlâ çeviriye ihtiyaç duymakta. Attan kaynaklanan
görsel sinyaller, olan biten hakkında olsa olsa çok az fikir
veren, yorumlanamaz etkinlik patlamaları durumunda; retinaya düşen
sinyaller, her biri tek tek çevrilmek için çırpınıp duran
Beluci harfleri gibi. Eric Weihenmayer’in beynini ele alırsak da,
dili, ona Yeni Tai Lue dilinde sinyaller göndermekte; ama kendisi
pratik yaptıkça beyni de bu dili çözmeyi öğreniyor. Geldiği bu
noktada ise görsel dünyaya ilişkin anlayışı, onun için
anadilinin sözcükleri kadar açık ve berrak.
Beynin “plastisite” adı verilen
bu esnekliğinin inanılmaz sonuçlarından biri de, gelecekte beyni
doğrudan yeni veri akışlarıyla (kızılötesi ya da morötesi
görüş, hatta iklim ve borsa verileri bile) yükleyebilecek
olmamız. Böyle bir durumda beyin verileri sindirmek için epeyce
uğraşacak ama er veya geç dili konuşmayı öğrenecek. Bizlerse
programa kattığımız bu yeni işlevlerle nihayet Beyin 2.0
sürümünü piyasaya sürebileceğiz.
Bu konudaki çalışmaların zaten
başlamış olduğunu düşünürsek, bu düşü bilimkurgu olarak
nitelendirmek yanlış olur. Yakın geçmişte Gerald Jacobs ve
Jeremy Nathans adlı araştırmacılar bir insan fotopigmentini
(belirli dalga boylarındaki ışığı soğurabilen bir retina
proteini) kodlayan geni alarak renkkörü farelerin genlerine
eklediler. Ortaya ne çıktı dersiniz? Renkli görüş. Bu fareler
şimdi renkleri birbirinden ayırabiliyor.
Alıntu: Incognito
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder