“Yapay zeka uzmanı George
Zarkadakis, Kendi Suretimizde (2015) isimli kitabında, insanların
insan zekasını açıklamak için son 2.000 yıl boyunca kullandığı
altı farklı benzetimi (metaforu) betimliyor. Örneğin, en eski
olanında (İncil'de geçtiği şekliyle) insanların topraktan veya
çamurdan oluştuğu ve ardından zeki bir tanrının kendi ruhundan
ona üflediği anlatılıyordu. Bu ruh, en azından dil bilgisi
kurallarına uygun biçimde, zekamızı "açıklıyordu".
MÖ 3. yy.da su mühendisliğinin icat
edilmesi, insan zekasının hidrolik bir modelinin ün kazanmasına
yol açtı. Bu görüşte, vücuttaki farklı sıvıların akışı
fikri -salgılar- hem fiziksel hem de zihinsel işlevimizin
sebebiydi. Hidrolik benzetmesi, 1.600 yıldan fazla hüküm sürerek
bu süre boyunca tıbbi uygulamalara engel oldu. 1500'lere
gelinmeden, zembereklerin ve dişlilerin güç sağladığı otomat
tasarlanmış ve nihayetinde Rene Descartes gibi önde gelen
düşünürlerin, insanların karmaşık makineler olduklarını
ileri sürmesinde ilham kaynağı olmuştu. 1600'lerde İngiliz
düşünür Thomas Hobbes, düşünmenin beyinde gerçekleşen küçük
mekanik hareketlerden ortaya çıktığını öne sürdü. 1700'lerde
elektrik akımı ve kimya konusundaki keşifler, insan zekasında
yeni kuramlara yol açtı (yine bunlar yapısı itibariyle büyük
oranda benzetimsel idi). 1800'lerin ortalarında, iletişimde meydana
gelen son gelişmeler, beyni bir telgrafa benzetme konusunda Alman
fizikçi Hermann von Helmholtz'a ilham kaynağı oldu.
Her benzetme, ortaya çıktığı çağın
en gelişmiş düşüncesini yansıtıyordu. Tahmin edileceği gibi,
1940'larda bilgisayar teknolojisinin belirmesinden sadece birkaç yıl
sonra, beynin bir bilgisayar gibi çalıştığı söylenmişti.
Fiziksel donanımın rolünü beynin kendisi oynuyor ve
düşüncelerimiz de yazılım görevi görüyordu. Günümüzde
geniş ölçüde 'biliş bilimi (cognitive science)' olarak
adlandırılan şeyi başlatan dönüm noktası, psikolog George
Miller'ın Dil ve İletişim'i (1951) yayımlamasıydı. Miller bilgi
kuramında, bilişimde ve dilbilimde geçen kavramlar vasıtasıyla
zihinsel dünyanın derinlemesine incelenebileceğini öne sürüyordu.
Bu türden bir düşünce, matematikçi
John von Neumann'ın Bilgisayar ve Beyin (1958) adlı kısa kitabında
nihai ifadesine ulaştı. Neumann kitabında insan sinir sisteminin
işlevinin "ilk izlenime göre sayısal" olduğunu net bir
şekilde dile getiriyordu. Beynin insanlardaki muhakeme ve konusunda
oynadığı rol hakkında aslında az miktarda şey bilindiğini
kabul etse de, günün bilişim makineleri ile insan beyninin
bileşenleri arasında birbiri ardına benzetmeler yapmaktaydı.
Hem bilgisayar teknolojisinde hem de
beyin araştırmalarında sonradan yaşanan gelişmeler (insanların
bilgisayarlar gibi birer bilgi işlemci olduğu fikrinden hareketle)
insan zekasını anlama konusunda disiplinler arası tutkulu bir
çabanın giderek gelişmesine yol açtı. Bu çaba artık binlerce
araştırmacıyı kapsayan, milyarlarca dolar sermayesi olan ve hem
teknik hem de ana akım makale ve kitaplardan meydana gelen çok
büyük bir yazın oluşturmuş durumdadır. Bu bakış açısına
bir örnek olarak Ray Kurzweil'in Bir Zihni Nasıl Oluştururuz:
İnsan Düşüncesinin Sırrını Ortaya Çıkarmak (2013) isimli
kitabı, beynin 'algoritmaları', beynin 'veriyi nasıl işlediği'
ve hatta yapısı itibariyle tümleşik devrelere yüzeysel şekilde
nasıl benzediği hakkında tahminlerde bulunmaktadır.
İnsan zekası için yapılan bilgi
işlem (IP, information processing) benzetimi, artık hem sıradan
vatandaşın hem de bilimin içerisinde olan kişilerin
düşüncelerinde egemen hale gelmiştir ve artık neredeyse zeki
insan davranışı hakkındaki her konuşma, içerisinde bu benzetimi
barındırmaktadır (tıpkı belli çağ ve kültürlerde bu konudan
bahsedilirken illa bir ruha ya da bir ilaha atıf yapılması
gerektiği gibi). IP benzetmesinin günümüz dünyasındaki
geçerliliği, genelde sorgusuz sualsiz kabul edilmektedir.
Fakat IP benzetimi sonuçta sadece bir
benzetmedir, anlamadığımız bir şeyi akla uygun hale getirmek
için anlattığımız bir hikayeden ibarettir. Ve bundan önceki tüm
benzetmeler gibi, bu da bir noktada kesinlikle çöpe atılacaktır;
ya yerine başka bir benzetim geçecek ya da sonunda doğru bilgi ile
yer değiştirecektir.”
...
“Yıllardır defalarca yürüttüğüm
bir ders uygulamasında, bir öğrenciyi sınıfın önünde tahtaya
kaldırarak ondan bir dolarlık kağıt paranın detaylı bir resmini
(mümkün olduğu kadar detaylı bir şekilde) çizmesini istiyorum.
Öğrenci çizmeyi bitirdiğinde resmin üzerini bir sayfa kağıt
ile örtüyorum. Cüzdanımdan bir dolarlık kağıt para çıkarıp
onu tahtaya bantlıyor ve öğrenciden tekrar çizim yapmasını
istiyorum. Öğrenci çizmeyi bitirdiğinde yapmış olduğu ilk
çizimin üzerini açıyor ve sınıftaki öğrencilerden iki resim
arasındaki farklılıklar üzerine yorum yapmalarını istiyorum.
Daha önce bunun gibi bir gösterimi
hiç görmemiş olabileceğiniz için veya sonucu hayal ederken
zorluk yaşayabileceğiniz için, araştırmamı yürüttüğüm
kurumda stajyer öğrencilerden biri olan Jinny Hyun'dan, iki çizim
yapmasını istedim. İşte, "aklından" yaptığı çizim
(benzetmeye dikkat):
Ve bu da bir dolarlık banknotu görerek
yaptığı çizim:
Jinny, gördüğü tablo karşısında
muhtemelen sizin kadar şaşırmıştı fakat bu normal bir durum.
Görebileceğiniz gibi, bir dolarlık banknot ortada yokken yapmış
olduğu çizim, banknotu görerek yaptığı çizime kıyasla,
oldukça kötü. Halbuki Jinny, o zamana kadar bir dolarlık kağıt
parayı binlerce kez görmüştü. O halde sorun nedir?
Beyinlerimizin "bellek yazmacında (memory register)",
kağıt doların "kayıtlı" bir "temsili" yok
mu? Onu sadece "hatırlayarak" çizim yaparken kullanamaz
mıyız?
Belli ki hayır. Ve sinirbilim, insan
beyninin içinde kayıtlı bir dolarlık banknotun nerede temsil
edildiğini, sırf orada olmaması gibi basit bir sebepten dolayı,
binlerce sene geçse dahi bulamayacaktır.
Anıların tekil sinirler içinde
saklandığı fikri akıl dışıdır: Anı, sinirin içinde nereye ve
nasıl kaydolmaktadır?
Aslında pek çok beyin çalışması,
beynin farklı kısımlarının, hatta bazen geniş bölümlerinin
genelde en sıradan hafıza işlerine bile dahil olduğunu
göstermektedir. Güçlü duygular söz konusu olduğunda milyonlarca
sinir daha aktif hale gelebilmektedir. Toronto Üniversitesi'nde
nöropsikolog Brian Levine ve arkadaşları tarafından bir uçak
kazasından sağ kurtulanlar üzerine 2016'da yapılmış bir
çalışmada, kazayı yeniden hatırlayan yolcuların amigdala, orta
temporal lob, ön ve arka orta bölüm ve görsel korteks adlı beyin
bölgelerinde sinirsel faaliyet artışı olduğu gözlemlendi .
Birkaç bilim insanı tarafından öne sürülen, belirli anıların
bir şekilde tekil sinirlerin içinde depolandığı fikri akla uygun
değildir çünkü eğer öyle bir şey varsa bu iddia, hafıza
meselesini, hücrede anıların nasıl ve nerede saklandığı
minvalinde daha çetrefilli bir seviyeye taşımaktadır.
O halde, Jinny ortada bir dolarlık
kağıt para yokken çizim yaptığında neler oluyor? Eğer Jinny
daha önce hiç 1 dolarlık kağıt para görmediyse, yaptığı ilk
çizim ikinci çizime muhtemelen hiç benzemezdi. Kağıt dolarları
daha önce görmüş olduğu için, bir şekilde değişiklik yaşadı.
Özellikle beyni, bir dolarlık kağıt parayı gözünde
canlandırmasına olanak sağlayacak şekilde - yani en azından, bir
dolarlık kağıt parayı görmeyi yeniden deneyimleyecek kadar -
değişmişti. İki resim arasındaki farklılık, bir şeyi
gözümüzde canlandırmanın (yani, bir şey yokken onu görmenin),
bir şey varken onu görmeye göre çok daha az isabetli olduğunu
hatırlatmaktadır. Bu yüzden bir şeyi tanımak, hatırlama işinden
çok daha kolaydır. Bir şeyi hatırladığımız zaman, bir
deneyimi yeniden yaşamaya çalışmak zorunda kalırız
(İngilizce'de hatırlamak fiili remember'dir. Latince'den gelmiştir
ve Latince'de re, 'tekrar', memorari ise 'dikkat etmek, hatırında
tutmak' anlamına gelir). Fakat bir şeyi tanıdığımız zaman, tek
yaptığımız, bu algısal deneyimi daha önce yaşadığımızın
bilincinde olmamızdır. Belki de dolar çizimi örneğine, Jinny'nin
daha önceden dolar banknotları görmüş olduğu fakat detayları
'ezberlemek' için kasıtlı bir çaba göstermemiş olduğunu
söyleyerek itiraz edeceksiniz. Öyle yapmış olsaydı, para ortada
yokken büyük ihtimalle ikinci resmi çizebileceğini iddia
edebilirsiniz. Ancak bu durumda bile, dolar banknotunun hiçbir
görüntüsü herhangi bir manada Jinny'nin beyninde 'depolanmış'
olmazdı. Kendisi sadece onu isabetli şekilde çizmeye daha
hazırlıklı olurdu, tıpkı bir piyanistin, nota kağıdını
yutarak değil de, provalar yaparak bir konçertoyu daha ustalıkla
çalabilir hale gelmesi gibi. Bu basit uygulamadan, zeki insan
davranışının benzetim içermeyen bir kuramının genel hatlarını
- yani, beynin tamamen boş olmadığı fakat en azından IP
benzetmesinin prangalarından kurtulmuş olan bir kuramı - inşa
etmeye başlayabiliriz.”
...
“Daha da kötüsü, beynin tamamının
86 milyar sinirinin hepsinin anlık fotoğrafını alma ve sonra bu
sinirlerin içinde bulunduğu durumları bir bilgisayarda
canlandırmayı başarabilseydik bile, devasa boyuttaki bu örnek/
şablon, onu üreten beyin kütlesinin dışında hiçbir anlama
gelmeyecekti. Bu durum belki de IP benzetmesinin, insanların nasıl
işlediği hakkındaki düşüncelerimizi en muazzam biçimde
saptırma şeklidir. Bilgisayarlar verilerin birebir kopyalarını
(güç kaynağı olmaksızın uzun süreler boyunca değişmeden
durabilen kopyaları) kayıt altına alıyor olsa bile beyin, sadece
canlı kaldığı sürece zihinsel yetilerimizi sürdürür. Beynin
açma-kapatma tuşu yoktur. Ya çalışmaya devam eder, ya da bizler
yok oluruz. Dahası, sinirbilimci Steven Rose'un 2005 tarihli "Beynin
Geleceği" isimli kitabında belirttiği gibi, beynin o anki
durumuna kısa bir bakış atmak bile -şayet o beynin sahibinin
bütün yaşam öyküsünü, hatta kendisinin içinde yetiştiği
toplumsal bağlamı bilmiyorsak anlamsız olabilir.
Bu meselenin ne kadar zor olduğunu
düşünün. Beynin insan zekasını nasıl sağladığının
temellerini anlamak için bile, 86 milyar sinirin ve onların 100
trilyon karşılıklı bağlantılarının tamamının o anki
durumunu, farklı derecelerdeki bağlantı kuvvetlerini, her bağlantı
noktasında mevcut olan 1.000'den fazla sinirin durumunu ve ayrıca beyin
faaliyetinin sistemin bütünlüğüne anbean nasıl katkıda
bulunduğu gibi bilgileri bilmeye ihtiyacımız olabilir. Buna,
kısmen, her bir kişinin hayat hikayesinin eşsiz olması sebebiyle
meydana gelen, her beynin eşsiz olması durumunu da eklediğinizde,
Kandel'in tahmini fazlasıyla iyimser gelmeye başlamaktadır. (10
Ekim 2015'te The New York Times gazetesinde dış yazar olarak yazan
sinirbilimci Kenneth Miller, sinirsel bağlantısallığın
temellerini anlamanın bile 'yüzyıllar' alacağını ileri
sürmüştü.)”
Makalenin tamamını buradan
okuyabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder