30 Kasım 2019 Cumartesi

Beyniniz Bir Bilgisayar Değil ve Muhtemelen Asla Bilgisayara Aktarılmayacak! - Alıntı

Bu makaleden sonra “Beyin Bir Bilgisayar Değil mi?” makalesini de okumanız önerilir.

“Yapay zeka uzmanı George Zarkadakis, Kendi Suretimizde (2015) isimli kitabında, insanların insan zekasını açıklamak için son 2.000 yıl boyunca kullandığı altı farklı benzetimi (metaforu) betimliyor. Örneğin, en eski olanında (İncil'de geçtiği şekliyle) insanların topraktan veya çamurdan oluştuğu ve ardından zeki bir tanrının kendi ruhundan ona üflediği anlatılıyordu. Bu ruh, en azından dil bilgisi kurallarına uygun biçimde, zekamızı "açıklıyordu".

MÖ 3. yy.da su mühendisliğinin icat edilmesi, insan zekasının hidrolik bir modelinin ün kazanmasına yol açtı. Bu görüşte, vücuttaki farklı sıvıların akışı fikri -salgılar- hem fiziksel hem de zihinsel işlevimizin sebebiydi. Hidrolik benzetmesi, 1.600 yıldan fazla hüküm sürerek bu süre boyunca tıbbi uygulamalara engel oldu. 1500'lere gelinmeden, zembereklerin ve dişlilerin güç sağladığı otomat tasarlanmış ve nihayetinde Rene Descartes gibi önde gelen düşünürlerin, insanların karmaşık makineler olduklarını ileri sürmesinde ilham kaynağı olmuştu. 1600'lerde İngiliz düşünür Thomas Hobbes, düşünmenin beyinde gerçekleşen küçük mekanik hareketlerden ortaya çıktığını öne sürdü. 1700'lerde elektrik akımı ve kimya konusundaki keşifler, insan zekasında yeni kuramlara yol açtı (yine bunlar yapısı itibariyle büyük oranda benzetimsel idi). 1800'lerin ortalarında, iletişimde meydana gelen son gelişmeler, beyni bir telgrafa benzetme konusunda Alman fizikçi Hermann von Helmholtz'a ilham kaynağı oldu.

Her benzetme, ortaya çıktığı çağın en gelişmiş düşüncesini yansıtıyordu. Tahmin edileceği gibi, 1940'larda bilgisayar teknolojisinin belirmesinden sadece birkaç yıl sonra, beynin bir bilgisayar gibi çalıştığı söylenmişti. Fiziksel donanımın rolünü beynin kendisi oynuyor ve düşüncelerimiz de yazılım görevi görüyordu. Günümüzde geniş ölçüde 'biliş bilimi (cognitive science)' olarak adlandırılan şeyi başlatan dönüm noktası, psikolog George Miller'ın Dil ve İletişim'i (1951) yayımlamasıydı. Miller bilgi kuramında, bilişimde ve dilbilimde geçen kavramlar vasıtasıyla zihinsel dünyanın derinlemesine incelenebileceğini öne sürüyordu.

Bu türden bir düşünce, matematikçi John von Neumann'ın Bilgisayar ve Beyin (1958) adlı kısa kitabında nihai ifadesine ulaştı. Neumann kitabında insan sinir sisteminin işlevinin "ilk izlenime göre sayısal" olduğunu net bir şekilde dile getiriyordu. Beynin insanlardaki muhakeme ve konusunda oynadığı rol hakkında aslında az miktarda şey bilindiğini kabul etse de, günün bilişim makineleri ile insan beyninin bileşenleri arasında birbiri ardına benzetmeler yapmaktaydı.

Hem bilgisayar teknolojisinde hem de beyin araştırmalarında sonradan yaşanan gelişmeler (insanların bilgisayarlar gibi birer bilgi işlemci olduğu fikrinden hareketle) insan zekasını anlama konusunda disiplinler arası tutkulu bir çabanın giderek gelişmesine yol açtı. Bu çaba artık binlerce araştırmacıyı kapsayan, milyarlarca dolar sermayesi olan ve hem teknik hem de ana akım makale ve kitaplardan meydana gelen çok büyük bir yazın oluşturmuş durumdadır. Bu bakış açısına bir örnek olarak Ray Kurzweil'in Bir Zihni Nasıl Oluştururuz: İnsan Düşüncesinin Sırrını Ortaya Çıkarmak (2013) isimli kitabı, beynin 'algoritmaları', beynin 'veriyi nasıl işlediği' ve hatta yapısı itibariyle tümleşik devrelere yüzeysel şekilde nasıl benzediği hakkında tahminlerde bulunmaktadır.

İnsan zekası için yapılan bilgi işlem (IP, information processing) benzetimi, artık hem sıradan vatandaşın hem de bilimin içerisinde olan kişilerin düşüncelerinde egemen hale gelmiştir ve artık neredeyse zeki insan davranışı hakkındaki her konuşma, içerisinde bu benzetimi barındırmaktadır (tıpkı belli çağ ve kültürlerde bu konudan bahsedilirken illa bir ruha ya da bir ilaha atıf yapılması gerektiği gibi). IP benzetmesinin günümüz dünyasındaki geçerliliği, genelde sorgusuz sualsiz kabul edilmektedir.

Fakat IP benzetimi sonuçta sadece bir benzetmedir, anlamadığımız bir şeyi akla uygun hale getirmek için anlattığımız bir hikayeden ibarettir. Ve bundan önceki tüm benzetmeler gibi, bu da bir noktada kesinlikle çöpe atılacaktır; ya yerine başka bir benzetim geçecek ya da sonunda doğru bilgi ile yer değiştirecektir.”
...
“Yıllardır defalarca yürüttüğüm bir ders uygulamasında, bir öğrenciyi sınıfın önünde tahtaya kaldırarak ondan bir dolarlık kağıt paranın detaylı bir resmini (mümkün olduğu kadar detaylı bir şekilde) çizmesini istiyorum. Öğrenci çizmeyi bitirdiğinde resmin üzerini bir sayfa kağıt ile örtüyorum. Cüzdanımdan bir dolarlık kağıt para çıkarıp onu tahtaya bantlıyor ve öğrenciden tekrar çizim yapmasını istiyorum. Öğrenci çizmeyi bitirdiğinde yapmış olduğu ilk çizimin üzerini açıyor ve sınıftaki öğrencilerden iki resim arasındaki farklılıklar üzerine yorum yapmalarını istiyorum.

Daha önce bunun gibi bir gösterimi hiç görmemiş olabileceğiniz için veya sonucu hayal ederken zorluk yaşayabileceğiniz için, araştırmamı yürüttüğüm kurumda stajyer öğrencilerden biri olan Jinny Hyun'dan, iki çizim yapmasını istedim. İşte, "aklından" yaptığı çizim (benzetmeye dikkat):

Ve bu da bir dolarlık banknotu görerek yaptığı çizim:

Jinny, gördüğü tablo karşısında muhtemelen sizin kadar şaşırmıştı fakat bu normal bir durum. Görebileceğiniz gibi, bir dolarlık banknot ortada yokken yapmış olduğu çizim, banknotu görerek yaptığı çizime kıyasla, oldukça kötü. Halbuki Jinny, o zamana kadar bir dolarlık kağıt parayı binlerce kez görmüştü. O halde sorun nedir? Beyinlerimizin "bellek yazmacında (memory register)", kağıt doların "kayıtlı" bir "temsili" yok mu? Onu sadece "hatırlayarak" çizim yaparken kullanamaz mıyız?

Belli ki hayır. Ve sinirbilim, insan beyninin içinde kayıtlı bir dolarlık banknotun nerede temsil edildiğini, sırf orada olmaması gibi basit bir sebepten dolayı, binlerce sene geçse dahi bulamayacaktır.

Anıların tekil sinirler içinde saklandığı fikri akıl dışıdır: Anı, sinirin içinde nereye ve nasıl kaydolmaktadır?

Aslında pek çok beyin çalışması, beynin farklı kısımlarının, hatta bazen geniş bölümlerinin genelde en sıradan hafıza işlerine bile dahil olduğunu göstermektedir. Güçlü duygular söz konusu olduğunda milyonlarca sinir daha aktif hale gelebilmektedir. Toronto Üniversitesi'nde nöropsikolog Brian Levine ve arkadaşları tarafından bir uçak kazasından sağ kurtulanlar üzerine 2016'da yapılmış bir çalışmada, kazayı yeniden hatırlayan yolcuların amigdala, orta temporal lob, ön ve arka orta bölüm ve görsel korteks adlı beyin bölgelerinde sinirsel faaliyet artışı olduğu gözlemlendi . Birkaç bilim insanı tarafından öne sürülen, belirli anıların bir şekilde tekil sinirlerin içinde depolandığı fikri akla uygun değildir çünkü eğer öyle bir şey varsa bu iddia, hafıza meselesini, hücrede anıların nasıl ve nerede saklandığı minvalinde daha çetrefilli bir seviyeye taşımaktadır.

O halde, Jinny ortada bir dolarlık kağıt para yokken çizim yaptığında neler oluyor? Eğer Jinny daha önce hiç 1 dolarlık kağıt para görmediyse, yaptığı ilk çizim ikinci çizime muhtemelen hiç benzemezdi. Kağıt dolarları daha önce görmüş olduğu için, bir şekilde değişiklik yaşadı. Özellikle beyni, bir dolarlık kağıt parayı gözünde canlandırmasına olanak sağlayacak şekilde - yani en azından, bir dolarlık kağıt parayı görmeyi yeniden deneyimleyecek kadar - değişmişti. İki resim arasındaki farklılık, bir şeyi gözümüzde canlandırmanın (yani, bir şey yokken onu görmenin), bir şey varken onu görmeye göre çok daha az isabetli olduğunu hatırlatmaktadır. Bu yüzden bir şeyi tanımak, hatırlama işinden çok daha kolaydır. Bir şeyi hatırladığımız zaman, bir deneyimi yeniden yaşamaya çalışmak zorunda kalırız (İngilizce'de hatırlamak fiili remember'dir. Latince'den gelmiştir ve Latince'de re, 'tekrar', memorari ise 'dikkat etmek, hatırında tutmak' anlamına gelir). Fakat bir şeyi tanıdığımız zaman, tek yaptığımız, bu algısal deneyimi daha önce yaşadığımızın bilincinde olmamızdır. Belki de dolar çizimi örneğine, Jinny'nin daha önceden dolar banknotları görmüş olduğu fakat detayları 'ezberlemek' için kasıtlı bir çaba göstermemiş olduğunu söyleyerek itiraz edeceksiniz. Öyle yapmış olsaydı, para ortada yokken büyük ihtimalle ikinci resmi çizebileceğini iddia edebilirsiniz. Ancak bu durumda bile, dolar banknotunun hiçbir görüntüsü herhangi bir manada Jinny'nin beyninde 'depolanmış' olmazdı. Kendisi sadece onu isabetli şekilde çizmeye daha hazırlıklı olurdu, tıpkı bir piyanistin, nota kağıdını yutarak değil de, provalar yaparak bir konçertoyu daha ustalıkla çalabilir hale gelmesi gibi. Bu basit uygulamadan, zeki insan davranışının benzetim içermeyen bir kuramının genel hatlarını - yani, beynin tamamen boş olmadığı fakat en azından IP benzetmesinin prangalarından kurtulmuş olan bir kuramı - inşa etmeye başlayabiliriz.”
...
“Daha da kötüsü, beynin tamamının 86 milyar sinirinin hepsinin anlık fotoğrafını alma ve sonra bu sinirlerin içinde bulunduğu durumları bir bilgisayarda canlandırmayı başarabilseydik bile, devasa boyuttaki bu örnek/ şablon, onu üreten beyin kütlesinin dışında hiçbir anlama gelmeyecekti. Bu durum belki de IP benzetmesinin, insanların nasıl işlediği hakkındaki düşüncelerimizi en muazzam biçimde saptırma şeklidir. Bilgisayarlar verilerin birebir kopyalarını (güç kaynağı olmaksızın uzun süreler boyunca değişmeden durabilen kopyaları) kayıt altına alıyor olsa bile beyin, sadece canlı kaldığı sürece zihinsel yetilerimizi sürdürür. Beynin açma-kapatma tuşu yoktur. Ya çalışmaya devam eder, ya da bizler yok oluruz. Dahası, sinirbilimci Steven Rose'un 2005 tarihli "Beynin Geleceği" isimli kitabında belirttiği gibi, beynin o anki durumuna kısa bir bakış atmak bile -şayet o beynin sahibinin bütün yaşam öyküsünü, hatta kendisinin içinde yetiştiği toplumsal bağlamı bilmiyorsak anlamsız olabilir.

Bu meselenin ne kadar zor olduğunu düşünün. Beynin insan zekasını nasıl sağladığının temellerini anlamak için bile, 86 milyar sinirin ve onların 100 trilyon karşılıklı bağlantılarının tamamının o anki durumunu, farklı derecelerdeki bağlantı kuvvetlerini, her bağlantı noktasında mevcut olan 1.000'den fazla sinirin durumunu ve ayrıca beyin faaliyetinin sistemin bütünlüğüne anbean nasıl katkıda bulunduğu gibi bilgileri bilmeye ihtiyacımız olabilir. Buna, kısmen, her bir kişinin hayat hikayesinin eşsiz olması sebebiyle meydana gelen, her beynin eşsiz olması durumunu da eklediğinizde, Kandel'in tahmini fazlasıyla iyimser gelmeye başlamaktadır. (10 Ekim 2015'te The New York Times gazetesinde dış yazar olarak yazan sinirbilimci Kenneth Miller, sinirsel bağlantısallığın temellerini anlamanın bile 'yüzyıllar' alacağını ileri sürmüştü.)”


Makalenin tamamını buradan okuyabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder