Endüstri toplumu doğayı suistimal
etti. Gitti fethetti. Sömürdü, Soykırım yaptı. Şimdi emisyon
gazlarıyla havayı kirletmeye devam ediyor. Küresel ısınmaya
neden oluyor. Ağaçları kesiyor. Ormanları yok ediyor. Hayvanların
soylarının tükenmesine neden oluyor. Dünya'yı tüketiyor. Kendi
varlığının altını oyuyor. Oysa endüstri öncesi toplumları ne
kadar saf ve masum. Zararsızlar. Onlar bulundukları çevreye
bağımlı olduklarından ona saygı duyarlar. Etkin çevre
koruyucularıdır... Tamam. endüstri halklarının Dünya'ya kibar
davranmadığı doğru. Peki hikayenin geri kalanı ne durumda?
“Paskalya Adası ve onun
yerleşimcileri, Hollandalı kaşif
Jakob Roggeveen tarafından 1722'de
"keşfedildiğinden" beri
ada gizemli bir atmosfere bürünmüştü.
Pasifik Okyanusu'nda,
Şili'nin 3700 km batısında bulunan
ada, dünyanın en yalıtılmış
kara parçası olarak Henderson'u bile
geçmektedir. 11
m uzunluğunda ve elli beş ton
ağırlığındaki yüzlerce heykel,
metal ve tekerlek olmaksızın ve kendi
kaslarından başka bir
güç kaynağı olmayan insanlar
tarafından, yontma taşlardan
yontulmuştu, bir şekilde
kilometrelerce uzaklığa taşınmıştı
ve platformlar üzerine dik duracak
vaziyette konmuştu. Hatta
daha çok heykel taş ocaklarında
bitmemiş vaziyette kalmıştı
ya da bitmiş fakat taş ocağıyla
platformlar arasında terk
edilmiş halde bırakılmıştı.
Bugünkü manzaraya bakıldığında,
yontmacılar ve taşıyıcılar,
arkalarında sessiz ve uğursuz bir
yer bırakarak sanki aniden işi
bırakmış gibi görünmektedir.
Roggeveen adaya vardığında, yeni
heykeller yontulmasa
da pek çok heykel hala duruyordu. Tüm
dik duran heykeller,
1840'da, Paskalya Adası sakinleri
tarafından bilinçli olarak
yıkıldı. Bu dev heykeller nasıl
taşındı ve dikildi, sonra neden
yıkıldılar ve yontma işlemi neden
sonlandırıldı?
Bu soruların ilki, yaşayan ada
sakinleri, Thor Heyerdahl'a
heykelleri taşımak için atalarının
kütükleri tekerlek olarak nasıl
kullandığını ve onları dikmek
içinse kaldıraçları nasıl kullandığını
gösterdiğinde cevaplandı. Diğer
sorular, Paskalya'nın
ürkütücü tarihini açığa çıkaran
sonraki arkeolojik ve paleontolojik
çalışmalarla çözümlendi.
Polinezyalılar MS 400 civarında
Paskalya'ya yerleştiğinde, ada,
yerleşimcilerin ekim alanları
açmak ve kano yapmak ya da heykelleri
dikmekte kullanacağı
kütükleri elde etmek için yavaş
yavaş ortadan kaldıracakları
ormanlarla kaplıydı. MS 1 500'e
gelindiğinde insan popülasyonu
yaklaşık 7000 kişiye ulaşmıştı
(kilometrekare başına 60
kişi), bin heykel yontulmuştu ve
bunlardan 324 tanesi dikilmişti.
Fakat orman öyle şiddetli biçimde
tahrip edilmişti ki
yaşayan tek bir ağaç bile
kalmamıştı.
Kendi kendine yapılan bu çevresel
felaketin dolaysız sonucu
olarak, adalıların, heykelleri
taşımak ve onları dikmek
için artık kütükleri yoktu ve bu
nedenle yontma işlemi durmuştu.
Fakat ağaçlardan arındırma
işleminin açlığa yol açan
iki dolaylı sonucu daha vardı.
Bunlar, daha düşük ekin verimine
neden olan toprak erozyonu ve
balıklardan gelen proteinin
azalmasına yol açan, kano yapacak
kereste yokluğuydu. Sonuç
olarak, popülasyon artık Paskalya'nın
besleyebileceğinden çok
daha fazlaydı ve ada toplumu, öldürücü
savaşlar ve yamyamlık
felaketiyle çöktü.”
* Endüstri öncesi toplum Paskalya
Adasını tüketmiştir. Kendisini bitirmiştir.
“Ortadoğu ve Akdeniz daima
bugün göründüğü gibi tahrip olmuş
bir çevreye sahip değildi.
Eski çağlarda bu bölgenin büyük
bir kısmı yemyeşildi ve
ağaçlı tepeler ve verimli vadilerin
bir mozaiğinden oluşmaktaydı.
Binlerce yıl süren orman tahribatı,
aşın otlatma, erozyon
ve vadilerin siltlenmesi, bu Batı
uygarlığının kalbini, bugün
hakim olan görece çölleşmiş, çorak
ve verimsiz bir bölgeye
çevirmiştir.“
* Ortadoğu da eskiden yeşillikti.
Endüstri öncesi topluluk orayı da birkaç bin yılda tüketti.
“Bu "tesadüfün" daha
mantıklı bir açıklaması bunun gerçekten
de bir neden-sonuç durumu olduğudur.
Arizona
Üniversitesi'nden jeolog Paul Martin,
avcı-fil karşılamasının
dramatik sonucunu bir "ani baskın"
olarak tanımlamaktadır.
Bu görüşe göre, ilk avcılar
Edmonton'da, buzulların olmadığı
koridordan çıkmayı başarmış ve
bol miktarda uysal ve avlaması
kolay büyük memeliler nedeniyle
çoğalmıştı. Bir bölgedeki
memeliler öldürüldükçe, avcılar
ve onların çocukları, hâlâ
bol miktarda memeli barındıran yeni
bölgelere yayılmayı ve
önlerine çıkan memelileri yok etmeyi
sürdürdüler. Bu avcıların
öncüleri, sonunda Güney Amerika'nın
uç bölgelerine ulaştığında,
Yeni Dünya'nın çoğu büyük memeli
türlerinin nesli tükenmişti.”
* Amerikan yerlileri de o kadar
yerli görünmüyor. Hatta onlar ilk fetihçilerden. :-) Yayılış
biçimi de endüstri toplumlarının modeline benziyor zaten. Sadece
bunu 11 000 yıl önce yaptılar. Ve karşılarına insan çıkmadı,
uysal hayvanlar çıktı, kolayca avlayabilecekleri. :-)
Ve endüstri öncesi halkların
olağan çatışmaları:
“Kariniga Yeni Gine'de benimle
birlikte çalışan nazik bir
kabile üyesiydi. Birlikte, hayatımızı
tehdit eden, korkunç ve
başarılı durumlan yaşamıştık,
onu seviyor ve ona hayranlık
duyuyordum. Birbirimizi tanıyalı beş
yıl olmuşken, bir akşam,
bana gençliğinde başına gelen bir
olayı anlattı. Tudawheler ve
komşu köy olan Daribi kabile üyeleri
arasındaki çatışmanın
uzun bir tarihi vardı. Tudawheler ve
Daribiler bana oldukça
benziyorlardı, ama Kariniga
Daribilerin anlatılmayacak kadar
alçak olduğuna inanıyordu. Daribiler
sonunda bir seri tuzakla,
Kariniga'nın babası da dahil olmak
üzere, pek çok Tudawhe'yi,
kurtulan Tudawheler çaresiz kalana
dek, birer birer yakalamıştı.
Kalan tüm Tudawhe erkekleri, Daribi
köyünü geceleyin
kuşatmışlar ve şafakta
barınaklarını ateşe vermişlerdi. Uykulu
haldeki Daribiler yanan barınaklarından
çıkmaya çalıştıklarında
mızraklanmışlardı. Bazı Daribiler
kaçmış ve Tudawhelerin
onların izini sürüp birçoğunu
sonraki haftalarda öldürdüğü
ormana saklanmayı başarmıştı.
Avustralya hükümetinin kontrolü
ele geçirmesi, bu avı, Kariniga
babasının katilini bulmadan
önce sonlandırmıştı.”
“Dünyanın nüfus artışı,
toplumlar arasındaki
ve içindeki çatışmaları
keskinleştirdikçe, insanlar birbirlerini
öldürmeye daha çok istek duyacak ve
yanlarında bunu yapmak
için daha etkili silahlar olacaktır.”
* Dünya'yı tüketen önemli
etkenlerden biri nüfus artışıdır. Nüfus artışı avlanmayı,
orman tahribatını arttıracaktır. Sınırlı kaynaklar daha hızlı tükenir. Günümüzde en çok nüfus
artışı Liberya, Nijer, Batı Sahra gibi Afrika ülkelerindedir.
İnsanlar böyle! Bitmedi. Diğer
canlılarda durum ne:
“Şempanzeler planlı cinayetler
yapmakta, komşu grupları yok etmekte, bölgesel
fetihler için savaşmakta ve gelişmiş
genç dişileri kaçırmaktadırlar.
Eğer şempanzelere mızrak verilseydi
ve bunun nasıl
kullanılacağı onlara öğretilseydi,
işledikleri cinayetler etkinlik
bakımından bizimkine kuşkusuz
yaklaşırdı.“
* Şempanzeler fetih yapıyorlar.
Bölgelerini belirliyorlar. Diğer şempanzelere yabancı düşmanlığı
yapıyorlar.
Hadi şempanzeler insana benziyor.
Ya daha masum canlılar:
“Buna karşın, bazı hayvan
popülasyonları, yok olacak biçimde
gerçekten de kendilerini tüketmiştir.
Buna bir örnek, 1944'te,
Bering Denizi'ndeki St. Matthew
Adası'na götürülen yirmi dokuz
rengeyiği soyudur. 1957'de sayılan
neredeyse elli kat artarak
1350 olmuşken, 1963'te bu sayı dört
kat daha artıp 6000'e ulaşmıştı.
Fakat rengeyikleri yavaş büyüyen
likenlerle beslenirler ve
hayvanların göçecek başka yeri
olmadığından bu likenler, otlanma
nedeniyle St. Matthew Adası'nda
yeniden yetişme şansı
bulamaz. 1963-1964'te yaşanan sert bir
kış adayı vurduğunda,
kırk bir dişi ve bir kısır erkek
dışındaki tüm hayvanlar, binlerce
iskeletle darmadağın olmuş bir
adada, ölmeye mahkum bir
popülasyon bırakarak açlıktan öldü.
Benzer bir örnek bu yüzyılın
ilk on yılında, Hawaii'nin
batısındaki Lisianski Adası'na
tavşanların getirilmesiyle yaşandı.
On yıl içinde, tavşanlar gündüz
sefası ve tütün dışındaki tüm
bitkileri tüketerek farkında
olmadan kendilerini bitirmişlerdi.”
* Nüfusları hızla artıyor. Onlar
bile canlıların tükenmesine neden oluyorlar, fırsatları
olduğunda. Kendi varlıklarının altını oyuyorlar. Elbette bunu
bilinçli olarak yapmıyorlar tıpkı insanlar gibi. :-)
Jared Diamond bunları anlattığı
konuya aslında şöyle girer:
“Yakın zamana kadar çevreci
arkadaşlarımın çoğuyla paylaştığım
nostaljik bakış, insanın geçmişi
pek çok başka bakımdan
Altın Çağ olarak görme eğiliminin
bir parçasıdır. Bunun
meşhur bir taraftarı, insanlar
Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı
adlı eseriyle, Altın Çağ'dan
etrafında tanık olduğu mutsuzluğa
dek gerçekleşen çürümenin izlerini
sürdüğü on sekizinci yüzyıl
Fransız filozofu Jean-Jacques
Rousseau'ydu. On sekizinci
yüzyılın Avrupa kaşifleri
Polinezyalılar ve Amerikan yerlileri
gibi endüstri öncesi toplumlarla
karşılaştığında, bu toplumların
insanları Avrupa salonlarında, hala
süren bir Altın Çağı
yaşayan, uygarlığın dinsel
hoşgörüsüzlük, siyasi zorbalık ve
sosyal eşitsizlik gibi lanetlerinin
ulaşmadığı "asil yabanıllar"
olarak idealleştirildiler.
Klasik Yunan ve Roma zamanı bugün
bile yaygın olarak
Batı uygarlığının Altın Çağı
olarak görülmektedir. ironik biçimde,
Yunanlılar ve Romalılar da
kendilerini geçmişteki Altın
Çağ'ın bozuntuları olarak
görüyorlardı. Roma şairi olan
Ovid'in onuncu sınıftaki Latince
dersinden hatırladığım şu
satırları yarım yamalak
ezberimdedir: "Aurea prima sata est
aetas, quae vindice nullo - Önce,
insanların kendi özgür istek-
leriyle dürüst ve erdemli olduğu
-Altın Çağ vardı." Ovid, kendi
zamanındaki yaygın vahşet ve savaşla
bu erdemlere karşıt bir
durumdaydı. Yirmi ikinci yüzyılın
radyoaktif çorbası içinde
hala yaşayabilen insanların, bir
karşılaştırma yapıldığında
sorunsuz olarak görülecek bizim
çağımız için de aynı nostaljik
biçimle yazacağına şüphem yok.”
* Aslında hiç yaşanmamış "nostaljik
Altın Çağ". :-)
“BUNLAR, ÇEVRECi BAKIŞIN,
varsayılan geçmiş Altın Çağ'ını gittikçe
mitsel hale getiren yakın zamandaki
bazı keşiflerdir. Şimdi
başta belirttiğim büyük sorunlara
geri dönelim. İlk olarak,
geçmişte yaşanan çevresel zararlara
ilişkin keşifler pek çok
çağdaş endüstri öncesi halkların
korumacı uygulamalarına
ilişkin açıklamalarla nasıl
bağdaştırılabilir? Açık ki, bütün
türlerin soyu tükenmedi ve bütün
habitatlar tamamen imha
edilmedi, dolayısıyla Altın Çağ
tamamen karanlık olamaz.
Bu çelişkiye karşılık şu cevabı
önereceğim: Küçük, köklü ve
eşitlikçi toplumlar, yerel çevreleri
hakkında bilgi edinmek ve
kendi çıkarlarını algılamak için
oldukça fazla zamana sahip
oldukları için korumacı nitelikte
uygulamalar geliştirme yönünde
evrimleştikleri hâlâ bir gerçektir.
Oysa insanlar tanımadıkları
bir çevreye aniden yerleştiklerinde
(Paskalya Adasındakiler
ve ilk Maoriler gibi) ya da
arkalarındaki bölgeye zarar
veren insanlar yeni sınırlara
ilerleyip (ilk yerlilerin Amerika'ya
ulaşması gibi) bu sınırların
ötesine geçtiğinde veya insanlar
yıkıcı gücünü anlamak için
yeterli zamana sahip olmadıkları
yeni teknolojileri elde ettiklerinde
(şimdi tüfekleriyle güvercin
popülasyonlarını yok eden çağdaş
Yeni Gineliler gibi) zarar
verme ihtimali daha fazladır.
Çevresiyle temasta olmayan ve
zenginliği ellerinde tutan merkezi
güçler tarafından yönetilen
toplumlarda da çevre zararının
görülme ihtimali vardır. Bazı
türler ve habitatlar zarar görmeye
diğerlerinden daha elverişlidir
- hiç insan görmemiş, uçamayan
kuşlar gibi (moalar ve fil
kuşlan) ya da Akdeniz ve Anasazi
uygarlıklarının ortaya çıktığı
kuru, kırılgan ve toleranssız
çevreler gibi.“
* Jared Diamond gerçekten var olmuş
bir halktan mı bahsediyor. Yoksa tahminde mi bulunuyor. Tam belli
değil. Diğer bahsettiği her konu için örnek halklar gösterirken,
burada tanımladığı halk için bir örnek vermiyor. Doğru,
geçmişte tüm türler tükenmedi, habitatlar yok olmadı. Ama
bugünkü endüstriyel yaşamda da tüm türler tükenmedi, tüm
habitatlar yok olmadı. Bunlar, endüstri toplumunun Dünya'ya her
zaman özenli davrandığını göstermez. Aynı şekilde,
geçmişte doğanın varlığını sürdürmüş olmasında,
tanımladığı türden bir toplumun varlığının asıl etken
olduğunu kanıtlamak da mümkün görünmüyor. :-) Tabii öyle bir
toplum gerçekten var olduysa bile, nitekim böyle bir topluma örnek
vermiyor.
“Baştan önleyebileceğimiz trajik
başarısızlıklar ahlaki günah
olarak nitelenebilir. Bu bakımdan
bizler ile on birinci
yüzyıl Anasazi yerlileri arasında
iki büyük fark vardır: Bunlar
bilimsel anlayış ve okuryazarlıktır.
Bizler, kaynakların kullanım
oranının bir fonksiyonu olarak
sürdürülebilir kaynaklar
üzerindeki popülasyon büyüklüğünü
grafik üzerinde çizmeyi
biliyoruz, ama onlar bilmiyorlardı.
Geçmişte yaşanmış olan
tüm çevresel felaketler hakkında
açıp okuyabiliyoruz; Anasazi
bunu yapamıyordu. Yine de neslimiz,
sanki hiç kimse moaları
avlamamış ya da batı sarıçamı ve
ardıç ormanıarını yok etmemiş
gibi, balinaları avlamaya ve tropik
yağmur ormanlarını
yok etmeye devam ediyor. Geçmiş
cehaletin Altın Çağı'ysa, bugün,
kasıtlı bir körlüğün Demir
Çağı'dır.”
* Jared Diamond “Kendisinin altını
oyan eski medeniyetlerin aksine bizim bilgimiz var. Dolayısıyla
mazeretimiz olamaz.” der. Açıkçası ben çoğunluğun bilgisi
olduğundan o kadar emin değilim. İnsanların çoğu gündelik
hayatlarıyla meşguldür. Bu tür konulara odaklanmazlar. Bilgi hâlâ
yaygın değildir. Yani doğadan kaynaklı bir felaket olsa bile
çoğunluğun başka nedenlere bağlayacak olmasının sebebi de
budur. :-) Bilgili olanlarımız da, gündelik hayatlarıyla
uğraştıklarından çoğunlukla bu konuyla ilgili bir şey yapmaya
isteksiz olurlar. Akılda olan ama zaman ayrılmadığından sürekli
ertelenen başka planlar gibi, önem listesinde üst sıralara
çıkamaz.
* Dünya tükenmeden hemen önce
teknoloji yeterince gelişebilir. Başka bir gezegene taşınabilir,
bir azınlık. Onlar yeni dünyalarına alışmaya çalışırken
Dünya'nın bitişini seyredebilirler. Diğer senaryo ise, o güne
kadar nükleer santraller yaygınlaşabilir. Füzyon nükleer
santralleri gerçekleştirilebilir. Güneş panelleri, verimi %15'in
epey üstüne çıkabilirse kullanışlı olur. Elektrik daha
ucuzlar. Elektrikli arabalar yaygınlaşabilir. Havadaki emisyon
gazlarını daha hızlı emen bitkiler geliştirilebilir, genleri
değiştirilerek. Havadaki karbondioksidi emen büyük vantilatörler
geliştirildi. Ağaçlardan daha hızlı emiyorlar. Sentetik karbon
bazlı tanelere dönüştürüyorlar. Prototipi hazır. Bunlar, araba
yakıtı olarak kullanılabilir tekrar. Bakarsınız kimsenin
arabasından vazgeçmesine gerek kalmaz. :-) Afrikalılar bile nüfusu
arttırmamaları konusunda belki ikna edilebilir. :-) Kaçınılmaz
son engellenebilir. :-)
Bazı topluluklar tarımlarını
geliştirebildiler. Bunun nedeni diğerlerine göre daha elverişli
bir ortamda yaşadıklarından olabilir. Böylece av peşinde çok
zaman harcamalarına gerek kalmadı. Yerleşik hayata geçtiler. Boş
zamanları oldu. Başka şeylerle ilgilenebildiler. Kültür
yaratabildiler. Bilgi biriktirebildiler. Teknoloji geliştirebildiler.
Böylece tarım geliştiremeyen halkları fethedebildiler. Doğayı
kullanabildiler. Ama yok kimsenin birbirinden farkı. :-) Daha fazla
bilgi biriktirebilmiş medeniyetler amaçlarına ustaca ulaşıyorlar.
Endüstri öncesi topluluklar ise aynı davranış modelinin daha
basitini uyguluyorlar sadece, alıntılarda görüldüğü gibi. :-)
İlham verici alıntılar: Üçüncü
Şempanze
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder