26 Mart 2015 Perşembe

Alıntı: Elini Eteğini Çekmek :-)

Bütün bunlara rağmen dostu Ştolts onu zaman zaman
insan içine çıkarıyordu; ama o da sık sık Petersburg’dan
ayrılıyor; Moskova’ya, Nijni’ye, Kırım’a, yabancı ülkelere
gidiyordu. O gidince Oblomov evine ve kendi içine öyle
kapanıyordu ki, ancak günlük hayatının dışında büyük olaylar
onu yerinden oynatabilirdi: Böyle olayların da ne olduğu, ne
olacağı vardı.

Zaten Oblomov yaşlandıkça, kendisine bir çocuk
utangaçlığı geliyordu. Dışarı ile bağlantısı azala azala kendi
hayatının dışında kalan her şeyden ürküyor, çekiniyordu. Ama
odasının tavanındaki çatırtılardan korkmuyordu; onlara
alışmıştı. Odasındaki kapanık havanın, bütün gün dört duvar
arasında oturmanın sağlığına gece rutubetinden daha zararlı
olacağını, durduğu yerde yemek üstüne yemek yemenin
insanı yavaş yavaş çökerteceğini düşünmüyordu; çünkü
bunlara alışmıştı; alıştığı şeylerden korkmuyordu. Alışmadığı
şey, hareket etmek, hayata karışmak, adam görmek, öteye
beriye koşmaktı. Fazla kalabalıkta boğulur gibi oluyordu; bir
kayığa binse, bir daha karaya ayak basamayacağı
kuruntusuna kapılıyordu; arabaya binse atlar gemi azıya alıp
kaçacaklar sanıyordu. Bazen delice korkulara düşüyor,
çevresindeki sessizlikten ürküyor, şaşırıp kalıyor, vücudunu
soğuk ürpermeler sarıyordu. Gözleri karanlık bir köşeye
saplanıyor, oradan bir hayalet çıkıverecek sanıyordu.

İşte Oblomov’un dışarı hayatı da böylece sona erdi. Yavaş
yavaş bütün gençlik hülyaları dağılıp gitti; ihtiyarken bile
düşünüp coştuğumuz o içli, hüzünlü, tatlı serüvenlerden elini
çekti.

***

Alıntısını yaptık, tanıtımını da tam yapalım:
Ivan Gonçarov yarattığı karakter Oblomov'la alay etmez. Aslında O'nu sever. En başta Rus aristokrasinin değişime uyum sağlayamayışını başaramayışını sevimli bir dille anlatır.
“Rus edebiyatının hiçbir kahramanı, ne Raskolnikov, ne
Mişkin, ne Prens Andrey, eski Rus insanını, hatta bütün
Doğuluları Oblomov kadar açıklıkla, en özlü yanıyla temsil
etmez. Doğu, belki de ilk defa olarak Gonçarov’un bu büyük
eserinde kendi kendini tanımaya, Batı’dan farkını anlamaya
başlamıştır.”
“Toplumsal bir kaderin Oblomov’u içine düşürdüğü bu
kaçınılmaz uyuşmayı rasgele bir tembellikle karıştırmamak
gerekir. Tembel, işten kaçan ve işsizlikte mutluluğu bulan
adamdır. Oblomov’sa hiçbir zaman işe giremeyen,
işsizlikten de zevk alamayan bir adamdır. Zaman zaman
kendi durumunu açıkça gören Oblomov, üstüne çöken,
hayatını bir bataklığa çeviren bu durgunluğa acı acı isyan bile
eder: “Yarım kalmış bir adam olduğunu, ruh güçlerinin
gelişmeden kaldığını, hayatına bir ağırlığın çöktüğünü
düşündükçe içi parçalanıyordu. Başkalarının zengin ve
hareketli hayatını kıskanıyor; kendi hayatının yolunu ağır bir
kaya parçasıyla tıkanmış, daracık zavallı bir patika gibi
görüyordu. İçinde hiç uyanmadan kalmış, biraz kurcalanmış,
fakat hiçbiri sonuna kadar işlenmemiş birçok imkânlar
olduğunu acı acı seziyordu...” “
Evet, eserin ana fikrini oldukça güzel yansıtmışlar, İş Bankası Kültür Yayınları'nın baskısının çevirenleri Sabahattin Eyüboğlu ve Erol Güney. Daha fazla söze gerek yok. :-)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder